ÜZÜCÜ BİR KAZA: Malum; Pegasus Havayollarına ait İzmir-İstanbul seferini yapan Boeing B737 800 tipi uçak Sabiha Gökçen Havalimanına inişinden sonra pistten çıktı ve meydana gelen kazada üç yolcu hayatını kaybetti, 174 yolcu ve 6 mürettebat yaralandı.
Hayli eski bir sivil havacılık mensubu olmama rağmen uçaktan anlamam. Ancak her konuyu uzmanına danışmayı bilirim. Geçen gün yaşanılan Pegasus kazasını da senelerce uçmuş bir kaptanımızdan dinledim. Sabiha Gökçen Havalimanının bu pistini senelerce kullanmış olan kaptandan. Bu kazanın geliyorum dediğini söylüyor. An itibarı ile Rüzgâr 240/280’den 22 Hamle.37 Knot. Pist Islak. Bu şartlarda 06 ( pistin 06 yönünden* ) inmek doğru değil. Sivil Havacılık kuralları riske girmemeyi öngörür. Yayınlanan kule ve uçak görüşmelerinde, “ kulenin; Pist değişecek muhtemel 24 pist ( iniş pistin 24 yönünden *) olacak dinlemede kalın şu an için 10 dakikalık operasyonu keseceğiz. Çünkü yaklaşmadaki rüzgârla yer rüzgârı arasında bir takım tutarsızlıklar var. Pas geçen trafiklerimiz fazla malumat dinlemede kalın arayacağım, sizden önce inen trafiğimiz kuvvetli kuyruk rüzgârı (tail-wind) rapor etti. Sizden önceki trafik pas geçtik. Evet; bu konuşmalar yapılmış ancak PGS 06’ya iniş yaptığına göre sonuçta gerekli iznin verildiğini düşünmek yanlış bir yaklaşım değil herhalde.
Kuleye mevcut şartlara rağmen pistin neden hemen değiştirmediği, kaptanımıza ise bu şartlarda neden pas geçmediği mutlak sorulacaktır.
Sabiha Gökçen Havalimanı işletmecisi şirket yöneticilerinin de uçuş ekiplerince konumu berbat olarak tarif edilen 06 pistinde mevcut lastik izlerini görmüş olmaları gerekir. Bu izlerin yağmur sonrası pisti daha kaygan hale getirdiği de açık. Aynı gözler pistte bulunması gereken çizgilerin de bulunmadığını görmüş olacak ki anlatımlarında bunu da belirtirken, pistin bu durumunda kalkışlarında zıplaya zıplaya yapıldığını da ilave ediyorlar. Bu pist neden onarılmadı. Evet; pisti onarmak için kapatmak gerek. Mevcut 2 pistten birinin kapatılmasının ise ne anlama geleceğiniz siz düşünün.
Tabii ki bu arada Sabiha Gökçendeki inşaatı altı senedir süren ve bu zaman zarfında bir türlü bitirilemeyen pist yapımını bu denli geciktiren yetkililerin de bu oluşumdaki rolünü unutmamak gerek. Şayet o pist bitirilmiş olsaydı …. (?) Evet; kokpit ekibine, kuleye sual yöneltmek kolay,ancak bu son sualin sorulacağı kimseyi bulmak ve de suali yöneltmek zor gibi.
Kazada yaşamlarını yitirmiş olan yolculara rahmetler ve yakınlarına başsağlığı dileklerimi sunuyorum. Kazayı yaralı olarak atlatan diğer yolcularımıza ve PGS uçuş ekibine de geçmiş olsun derken, sağlıklar diliyorum. Keşke bu olay kırım boyutunda kalsaydı ve can kaybımız olmasaydı.
Aptal Dedikodularla Birbirimizi Yargılıyor ve Karar veriyoruz.
Evet, büyük bir acı yaşadık. Elazığlı ve Malatyalı insanlarımızı kaybettik. Rahmetler olsun ve Milletimizin başı sağ olsun. Depremi izleyen günlerde gazetelerimizin manşetlerini gördünüz herhalde. Tek yumruk olduk. Felaket Birleştirdi vb… Birleşmemiz için böylesine bir felaket mi yaşamamız gerekli. Evet, bu günlerde insanlar birbirini yıpratmak için konuşmuyor. Sağ olsunlar Cumhurbaşkanımız, 3 Bakanımız, Partilerin Elazığ ve Malatya Milletvekilleri, Ana muhalefet partisi temsilcileri, İstanbul Belediye Başkanı ve de bilmediğimiz veya tanımadığımız birçok siyasi Elazığ ve Malatyalıların acısını paylaşmaya geldiler. Bu zevat birbirine başsağlığı dileklerini sundular mı? Zannetmem. Ama güzel olan bir şey var ki bu günlerde herkes bu acı olayı politika malzemesi yapmama nezaketini gösterdi. Esasen başka bir şey de beklenemezdi. Keşke saygıdeğer siyasilerimiz milletimizin bu kenetlenmesini Elazığ ve Malatya’da hastane ziyaretlerini, vatandaşlarla görüşmelerini vb. hep birlikte yaparak bu tür durumlarda her şeyi kenara bırakıp el ele tutuşacak olgunlukta olduğumuzu ekranlarda tüm milletimize gösterselerdi. (25.01.2020).
Evet; acı tüm milletimizin acısı. Depremde hayatını kaybeden tüm insanlarımıza rahmetler, sağlık kuruluşlarında tedavi gören vatandaşlarımıza sağlıklar diliyor ve milletimize başsağlığı dileklerimizi sunuyorum.
Arkamdan ne konuşuldu? Önemi Yok. Bunu Senin Yanında Nasıl Konuştular. Onu Söyle.
“ Nedense özellikle bizim ülkemizde insanların birbirini yıpratması denince ilk önce siyasilerin yıpratma ötesi davranışları daha sonra da iş yaşamındaki çekişmelerden kaynaklanan menfaate dayalı davranışlar ve de bunu yapan karakter yoksunları geliyor akla. Basınımızın bazı kalemlerini de bu meyanda k olgunluğa saymak gerekir ama onlar bu gün A takımının yarın ise başka bir takımının ası olacak. Her ne ise en azından benim aklıma gelenler sırası ile bunlar. Bu sıralama nasıl devam eder dersiniz? Mutlak herkese göre değişen bir sıralama vardır diye düşünüyordum. Kendimizle ilgili veya savunduğumuz görüşe karşıt fikir üretenlerden hiç ama hiç hoşlanmadığımız açık. Her gün gazetelerde ve işyerlerimizde bu çirkinliğin birçok örneğini görüyor ve yaşıyoruz.
"Ben tenkide açığım, yeter ki yapıcı olsun" türü sözler ise toptan hikâye. İnsanoğlu tenkit edilmeye dayanıklı değil. Tenkide, karşıt görüşe maruz kalınca kişinin koruyucu kalkanları otomatikman açılıyor. Önce kişisel savunma, sonra karşı saldırı. Hepimizde demeyeyim ama birçoğumuz da bu huy var maalesef. Biz insanlar nedense birbirimizi yıpratmaya bayılıyoruz.
Geçen Gün bir televizyonda izledim. Yeni evli bir Türk çift karavan ile tura çıkmış. Hindistan’da bir grubun tacizine uğramışlar. O ülkede bunun benzeri olaylara sıklıkla rastlanıyormuş. Ve de polis kendilerine yardımcı olmamış. Birçok çirkinlik yaşamışlar. Türkiye’ye döndükleri zaman bu yaşadıklarını sanal medyada arkadaşları ile paylaşma ihtiyacı hissetmişler. Televizyonun bu yaşanmışı haber yapmasının nedeni bu noktada başlıyor. Televizyonda konu edilen bu ikilinin Hindistan’da yaşadıkları değil. Konu sanal medyada bu paylaşımı görenlerin hiç tanımadıkları bu insanlar hakkında yazdıkları yorumlar. Ve de bu yorumların çirkinliği. İnsanlar haklarında yazılan bu yorumlar nedeni ile neredeyse Hindistan’da yaşadıklarını unutmuşlar. Evet; yukarıda da belirttiğim
Üzere bizler birbirimizi yıpratmaktan zevk alıyoruz. Tanıyalım, tanımayalım. Önemli değil. Sanki kendimizi tatmin ediyoruz.
Evet, sağa sola, ona buna kızıyoruz ama biz de zaman zaman aynı şeyi başkalarına yönelik olarak yapıyoruz. Hatta bazen de başkalarının bu konudaki kurgularına figüran oluyoruz, Ama isteyerek. Ama istemeden. İlgili olsun veya olmasın (x) şahıs hakkındaki menfi görüşümüzü gerine gerine söylüyoruz üstelik yanımızdaki insanın kim olduğunu düşünmeden. Neyi, kime nasıl nakledeceğini de bilmeden. Bana göre insanoğlunun en kötü tarafından biri işte bu. Hani bir söz var. “ Bana arkamdan konuşulanlafı söyleme. Onlar bunu senin yanında nasıl konuştular onu söyle”
Gerek ülkede ve gerekse işyerimizde dedikodularla, aptal Gerek espiyonlarla karar veriyor ve de yargılıyoruz birbirimizi. Kendimiz için ne sağlıyoruz bunu yaparken anlaşılabilir değil. Evet, olana bitene bakınca artık birbirimize tahammülümüzün kalmadığını görüyoruz. Sanal medyadaki bağırış, çağırış bu çirkinliği en açık şekilde ortaya koyuyor.
Karar verme mekanizmasının başındaysanız veya başındakine yakınsanız, haber taşıyanlar sizi kötüye ve yanlışa ikna etmek konusunda daha maharetli oluyorlar nedense. Ve de bunu sağlayabilmek için inanılmaz büyük gayret sarf ediyorlar. Yaratıcılıkları da cabası. Bu hareketin prim yaptığını görünce, anlatacak, espiyon edecek bir şey bulamaz ise, primden yoksun kalmamak için uyduranlara bile rastlamışızdır yaşamımızda. En tehlikelisi de bu durum. Allahtan bu denli profesyonel olanlarımız çok fazla değil.
Bu zihniyet yanlışlıkla birini methederse, araştırın. Şöyle veya böyle mutlak bir yakınlık vardır aralarında. Kendi yakınlığı yoksa bile yetkili ve etkili birinin yakınıdır hakkında müspet konuşulan. İşte; yaşamın düzeni bu denli kötü ve de acımasız. Biz İnsanlar da bu kötü düzene uyma yarışındayız nedense. Dale Carnegie "Tanrı'nın bile insanlar hakkındaki hükmünü, ömürleri sona erdikten sonra verdiğine inanırken. Biz kim oluyoruz da insanları birkaç kez görmek, iki-üç yazı okumak, birkaç dedikodu dinlemekle yargılama hakkına sahip olabiliyoruz." diyor. Evet; unutmamamız gereken; yüce Tanrının bizlerle ilgili hükmü,ömrümüz sona erince verdiğidir.
Bu konuda daha ileri adım atmak nasıl olabilir? Belli ki şayet günah işlemekten korkuyorsak frene basmayı becerebiliriz. Ve de artık bu konuda günaha girmemeyi hedefleyebilir, kendimizi, beynimizi ve ağzımızı ve de klavye üzerindeki elimizi daha sıkı bir iç denetime tabi tutabiliriz. Kim bilir; bakarsınız, daha rahat ve daha huzurlu oluruz
Sayın Zeynep Çakır ne diyor? Evet; asıl hastalık bünyemizde: Biz bizden farklı olana, üstün olana tahakküm değil tahammül ve hatta iftihar etme melekesini geliştiremedikten ve karşımıza izafe ettiğimiz bütün kötülüklerin en az on kat fazlasının bizde olduğunu itiraf edemedikten sonra çok yalnız kalır, çok kavga ederiz.”
Bu kavgalar sırasında insanlar birbirini lime lime edebilir, yıpratırken. Birbirinin kalbini kırabilir, bir diğerinin haklarına saldırabilir ve de İnsana kendisini değersiz hissettirebilirler. Aslında insanların birbirlerine yapabileceği kötülükler saymakla bitecek gibi değil. Nedenini halen tam olarak anlayamıyorum ama insanlar hoşlanmadıkları, sempati duymadıkları kişilerle aynı ortamda bulunmaları halinde bile etkileri tüm çevrelerinde hissedilebilip görülebilen büyük bir gerilim girdabı yaratabiliyorlar. Bu nedenle İnsanlar birbirlerine üzüntü verme konusunda hassaslar. Ve de başarılılar.
Ve de şurası mutlak ki, yaşamda insanların mutsuzluk duygusuna kapılmalarının en büyük nedenlerinden birinin kişiler arası ilişkiler olduğunu düşünmek yanlış bir yorum olmasa gerek. Belki de bu nedenle 21. yüzyılda bu ilişkiler kitaplara konu oluyor ve de sosyal, psikolojik konuların işlenmesi esnasında bunu bir davranış bozukluğu olarak irdeleniyor. En sık görülen davranış bozuklukları; hırçınlık, sinirlilik, saldırganlık, insanları yıpratma alışkanlığı, inatçılık, yalan söyleme, karşı gelme, konuşma bozukluğu vb davranışlardır. Her ne ise bunların, davranış bozukluklarının tümünün tedavisi var. Var olmasına var da hekim sayısının yeterli olabileceğini düşünebilmek hayli zor.
Yorumlar Tüm Yorumlar (18)