Evet; Devlet işi bu. Akıl sır ermez. Ve de hikmetinden sual olmaz.
Orhan Birdal’ın başını yağan kar ve yoğun karlı günde kapanan havalimanı mı yedi tam bilmiyorum. Bir kısmı bunu anlatıyor. Diğer birileri Başbakanın o günlerde yaptığı seyahatten bahsediyor. Bin kişiye sorsan 1245 tane neden sıralar.
Ama her zaman bu tür görevden almaların kimse tarafından düşünülmeyen ve bilinmeyen nedenleri vardır. Devlet işidir. Her zaman akıl sır ermez. Gençliğimde böyle bir olay geçmişti başımdan. Kendi iş çevremiz dışında kimsenin haberi olmadı desem yeridir. Üstelik hani zurnanın son deliği derler ya işte o konumdaydım. Yolcu Hizmetleri Müdürlüğüne vekâlet ediyordum.
Başrolde yine kar vardı. Rahmetli Veysel Atasoy Ulaştırma Bakanıydı. O aklımda. Demek ki 1983 yılıydı. Aşırı kar havalimanını adeta felce uğratmıştı. O günkü imkânlar hava şartlarına üç koca gün esir düşmüştü. Olayın vuku bulduğu gün yeni yeni kıpırdanmaya başlama emaresi gösteriyordu uçuşlar. Ancak havalimanı yolcu doluydu. Üç gün, iki gün önce gidecek yolcuların hepsi beklemedeydiler ve de havalimanı dışına çıkıp başka bir yere sığınmaya çalışmakta şehir ulaşımı dikkate alındığı takdirde pek akıl karı değildi.
O gün ulaştırma Bakanımız yurt dışına yanılmıyorsam Uzak doğuda bir yere gideceklerdi. Uçakları Ankara çıkışlıydı. Gel gelelim Bakanın Ankara – İstanbul uçup buradan yurt dışına gitmesi kararı verdi bizimkiler. Yapmayın, etmeyin dedikse de tabii ki söz geçiremedik kimseye. Bu da yetmezmiş gibi eski Dış hatlar terminalinin asma katında bulunan CIP salonumuzun önünde Sn Bakana zengin bir ikram sunularak güle güle denmesi de karar altına alındı. Saati uygun olmasa da sunulacak olan ikramın adı kokteyldi. Sabah havalimanına geldiğim zaman Sn. Bakanın uçağının günlerdir uygun olmadığı söylenen hava şartlarına rağmen kaldırılacağını yolcular dâhil herkes duymuş olduğunu fark ettim.. Tabii ki ikram hazırlığı da görülmüş ve yayılmıştı.. Bu işten vazgeçilmesine ilişkin son gayretlerimiz de sonuç vermedi. Yolcu bayağı galeyana gelmişti. Kendileri günlerdir havalimanı kapalı diye bekletilirken, Bakanın uçağı kaldırılacaktı. Bir ara İç Hatların altında bulunan şeref salonuna gitmem gerekmişti. Bu arada yolcuların Bakana yuh çekmek üzere teşkilatlandığını bu konuyu yüksek sesle aralarında tartışırlarken duydum.
Ben cindim ya. Ben den başka da cin yoktu ya. Süratle VIP salonuna giderek bakan beyi ve yanındakileri dış hatlara davet ettim. Eminimki uçağa gittiklerini düşünmüşlerdi. Kendilerini JAT Yugoslav Havayollarının yolcularının bulunduğu arınmış bölgeye körükten çıkarttım. Ve Bakan Bey THY yolcularından nispeten uzak bir noktada JAT yolcularının arasında kaldı. O sırada dispeçerliğe Bakan beyin hemen uçağa gitmek istediğini ve kendilerini falan numaralı körükten uçağa almaya mecbur olduğumu söyledim. Tabii ki çok sinirlenmiş olduklarını da ilave ederek. Bu sırada bizim yöneticiler ikram düzenlemesinin hazırlandığı CIP salonunda sn. Bakanı bekliyorlardı. Uçağın kaptanı aynı zamanda şirketimizin en üst seviyedeki yöneticilerinden biriydi. Önce uçağa giderek gereli kontrolleri yapmış ve VIP salonundan Bakanımızın Dış Hatlara götürüldüğü bilgisini alıp kokteylin düzenlendiği yere gelmişlerdi.
Rahmetli Vesel Atasoy’u Bakanımızı o körükten uçağa götürmek üzere ayrılırken, yukarıya da bir arkadaşımızla Veysel Atasoy beyin talimatları üzerine uçağa götürüldüğü bilgisini ulaştırdım.
Bakan bey uçağın merdivenlerine adım atınca derin bir nefes aldım. Bizim yolculara ve onların protestolarına muhatap olmamışlardı. Arkadaşlarımı bu işe karıştırmamamın tek nedeni ise sonucunu baştan kestirebilmemdi.
Ya bakan bey yuhalanacak, ya da ben sıkıntıya girecektim. Aslında bu noktada ( ya )’yı kullanmak yanlış oldu. Her türlü netice değişmezdi. Uçak havalandı ve gitti. Derin nefes aldık hep birlikte. Odama gittiğim zaman mükellef bir ikram tabağının beni beklediğini gördüm. Yalnız THY değil Havalimanı Dış Hatlar Terminalinde görev yapan herkes bu ikramdan nasiplenmişti.
Her ne ise Bakan beyin geri döneceği gün uçak o havalimanından kalkmadan bir kaptanımız Çetin gitti. Kendisine haber verin uçağı karşılasın ve ne halt ettiyse durumu kendilerine anlatsın diye dispeç ofise bilgi vermiş. Sonucun değişmeyeceğini bildiğim için gitmedim. Uçağın inişini uzaktan seyrettim. Rahmetli Bakanımızı Ankara’da bırakmışlardı. Ertesi gün huzura çağırıldım. Tabii ki uçak İstanbul’a gelmesin, Bakana kokteyl falan hazırlanmasın diye kendini yırtan bir yönetici ne anlatsa boştu. Zaten sormak veya beni dinlemek için çağırmamışlardı. Tabii ki görevden alınmıştım. Görünürdeki nedeni kardı. Rahmetli Bakanımızı protesto edecek yolcular o kar nedeni ile tam üç gün havalimanında mahsur kalmışlardı. Gerisi ise bizimkilerin işgüzarlığıydı.
Ama ben çok iyi biliyordum ki, görevden alınmamın nedeni ne kardı, ne de rahmetli Bakanımızı ilgisiz insanların arasında bekletmemdi. Aslında bu görevden alınmamın nedeni başkaydı. Onu konuyu dizayn edenler ve Sayın Bakanımızın bir veya iki yakını bilirdi. Bir de ben tabii ki.
O tarihlerde Türk Hava Yollarında Dış hatlar Ünitesinde çalışan arkadaşlarımdan havalimanının bu bembeyaz günlerini hatırlayanlar mutlak olacaktır. Kar çok yağdı, apron buz tuttu, Çetinin ayağı kaydı, düştü ve ayağa kalkamadı şeklinde.
Aslında Orhan Birdal bey içinde aynı şeyi düşünmek gerek. Kar yağdı, Esenboğa Havalimanının apronu buz tuttu. Tesadüf ya Sn. Başbakanda o gün uçakla seyahate çıkıyordu ve onu salimen uğurlamak için koşuştururken Sn. Orhan Birdal beyin buzlu apron’ da ayağı kaydı ve düştü, kalkamadı ayağa.
Evet; Devlet işidir bu, nedeni belli olmaz. Hikmetinden sual olmaz. Olsa da cevap alınmaz.
Yine de Uğurlar ola. Sağlıklı ve sonu mutlu gidişler olsun.
Ayşegül Öztopuz’u uğurladık.
07 Şubat 2015 günü kardeşimiz Ayşegül Öztopuz’ u kaybettik. Üzüntümüz büyük. Bir parçamız koptu, gitti sanki. Gün geçmiyor ki kendisini bir şekilde anmayalım.
O hafta Airporthaber’e normal yazımı göndermiştim. Bir iki gün içinde bir yorum aldım. Bir hatırlatmaydı bu. Özetle “ keşke köşenizde Ayşegül hanıma da yer ayırsaydınız” diyordu CS rumuzlu okurumuz. Haklılardı. Bu eksikliğimizi o günlerdeki ruh halimize verebilecek kadar da anlayışlılardı.
Ayşegül’ümüz herkes tarafından sevilen iyi bir insan, güzel bir dost ve arkadaş, nükteleri ile herkesi güldüren, hazır cevap bir yaradılıştı. İçindekini dışarı vurma konusunda örneğine pek az rastlanabilecek kadar açıktı. Bu konuda üst, ast ayırımı da yapmazdı. Birlikte çalıştığımız bir işyerinde, ikimizin de üstü olan bir tepe yönetici, Ayşegül’ün kendisine yakışmayan bir tarzda muhatap olduğunu söyleyerek bunu yadırgadığını pek hoş olmayan bir sıfat yakıştırması kullanarak ifade etmişti. Bir an duraladım. Ayşegül’ümüz yol yordam bilirdi. Kiminle ne şekilde konuşmasının gerektiği konusunda bu kadar uzun senede hiçbir falsosunu görmemiştim. Şaşırdım kaldım. Sonra bu üstümüzü kendimce cevapladım bir şekilde. Ancak dayanamayıp Ayşegül’ e de bunu sordum. Ayşegül’ce verdiği cevabına da şaşırmamıştım doğrusu. “ Evet; haklılar. Konuşma şeklim hoş değildi. Kendilerini, aynı tarzda cevaplamak benim için de zor olmuştu. Ancak yine de konuşurken aynı çizgide durmayı becerebildiğimi zannediyordum. Daha aşağıya indiğimi düşünmüyorum. ” İşte Ayşegül buydu. O her şeyi bir nükteye bağlama konusunda uzmandı. Bazı sözlerini çözümlemek için hayli uğraşmak gerekebilirdi. Allahtan uzun süre birlikte çalışmıştık. Başka bir deyişle ben bu konuda uzmanlaşmıştım.
( Vefatından sonra kendisini anmak amacı ile küçük bir sunum hazırladık. Linkini, görmek isteyenler için sunuyorum - Tıklayın )
2014 yılının son aylarında hazırladığımız bir doküman için Ayşegül bir iki anı yazmıştı. Onları sizinle paylaşmak istedim. “ Eski iç hatlar terminalindeyiz. Türk Hava Yolları 1 ve 2 numaralı biniş kapılarını kullanıyordu.. Anonslar Türkçe ve İngilizce olarak peş peşe yapılıyor. Havalimanında her İngilizce anons yapılırken “ Gate Number One" dendikçe bir Van yolcusu bana gelip " Bacı Van’dır? diye soruyordu. Ben de her seferinde Gate number One’nın, gideceği şehir olan Van’ı ifade etmediğini, Yapılan anonsun yolcuların İngilizce “ bir numaralı kapıya” davet edildiğine ilişkin duyuru olduğunu anlatmaya çalıştım ise de başarılı olamadım. Çözümü yolcumuzu küçük boarding odasına götürerek bir personelimizin yanına oturtmakta ve bu şekilde Van uçağının kalkış saatine kadar kendisini bu odada bekletilip Van uçağının anonsu ile refakatli olarak uçağa götürülmesini istemekle buldum. sürekli aynı sualin sorulmasından ve bu suali cevaplamaktan kurtulmuştum. Evet, ben kurtulmuştum ama refakatçi arkadaşımız, yolcumuzun bir numaralı kapıya yapılan her davet anonsunda “ Gate number one “ kelimelerini duyunca “ aman uçağı kaçırmayayım “ dercesine onun yüzüne bakışını ve aynı suali sormamak için büyük eziyet çektiğini hissettiğini anlatıp duruyordu.
Evet; bizde Ayşegül’ü, terminalimizin sevgi kapısından havalimanının gönül pistine çıkartıp çok uzaklara gönderdik. Rahmetler Olsun. Nur içinde yatsın.
Yorumlar Tüm Yorumlar (17)