SORUMLULUK ÖZGÜRLÜKTÜR. SORUMLULUĞU BAŞKASINA DEVRETMEK İSE MAHKUMİYETİ KABULLENMEKTİR (?)
Gerek İş yaşamında ve gerekse Devlet yönetiminde yetki ve sorumluluklar görev tariflerinde belirtilir. Her ne kadar özellikle memur düzeyindeki çalışanların yetkileri görev tariflerinde tam olarak belirtilmese de sorumluklarının üst düzeyde olduğu malum. Aslında cephede vuku bulan her olumsuzluğun sorumlusu onlardır. Uygulama böyle. En azından bizim sektörde.
Senelerdir apronda çalışan ve her cepheden ömrünü tamamlamış olan bir teçhizatın uçak altında arıza yapmasının sorumlusu aracı kullanan şoför olabilir mi? Ama bir kişinin savunması istenir. O da kullanıcının. Teçhizat planlaması yapanın, Ne kadar bakım yaparsak yapalım bu aracın ne zaman ne yapacağı belli olmaz, bizi yolda bırakacaktır diye durumu raporlamayan bakım yetkilisinin bu konuda hiçbir sorumluluğu yok mudur? Maalesef çark yalnız işyerlerimizde değil, ülkede böyle dönüyor. Devlet yönetiminde de değişik vesilelerle bu örnekleri yaşadık. Kabahat samur kürk olsa giyen olmazmış. Söyleyen iyi söylemiş. Ne kadar doğru değil mi?
Sorumluluk, kişinin kendine ve başkalarına karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerini zamanında yerine getirmesi zorunluluğudur. Evet; sorumluluk insanı insan yapan önemli öğelerin ilk sıralarında yer alıyor. Sorumlu olan kişi kendi üzerine düşen görevleri ve işlevleri zamanında ve istenilen şekilde istenilen biçimde yerine getirmek zorunda olduğu açık.
Bu duygu ya küçük yaşta doğal olarak kişinin etrafındaki çevrenin etkisi ile insanın içinde yer eder veya daha sonra dışarıdan verilen eğitimle yaratılır. Sorumsuz insan sürekli başkaları tarafından güdülen insandır. Sorumlu insan ise, yapılması gereken bir işi zamanında yapabilmek için önceliği ele alıp kendiliğinden harekete geçebilen insandır. Sorumluluk, varoluşçu felsefe anlayışının en önemli öğesi.
Her türlü yetkiyi talep eden veya talep olmaksızın tepe yönetimce yetkilendirilen bir yöneticinin işin sonunda sorumluluk üstlenmemeyi nasıl becerdiğini anlayabilmek olanaksız. Bu konuda yöneticilerimizin büyük bir kısmının hayli usta olduğumuzu ifade etmek gerekir. Daha doğrusu güdülmesi gereken insanları sorumlu makamlara atama gibi önemli bir hata yapıyor ve de sonuçta şikâyet ediyoruz.
"Sorumluluk insanların en fazla korktukları şeylerden birisidir, ama bizi hem erkek ve hem de kadın olarak en fazla geliştiren de bu duyguya sahip olmaktır. (Frank Crane) İnsanlar sorumluluk taşımaktan / üstlenmekten neden çekinirler. Bu olgunun sonunda gerektiğinde hesap vermek vardır ki, özellikle iş yaşamında insanların çirkin bir görünüm arz etme pahasına bu mefhumdan kaçış nedeni de budur. İyi düşünürsek, Tanrı'nın sürekli olarak kendisin! gözlediğini bilerek hayatı boşa harcama korkuşu kadar insanı canlı tutan hiçbir şey olmadığı gibi, sorumluluklarının neler olduğunu hatırlaması kadar insanın dürüstlüğünü yücelten başka bir şey de yoktur. (Pzt. Konuşmaları)
Evet; bu sözler biz çalışanların sorumluluktan kaçan üstlerimiz hakkındaki düşüncelerimize yön verecektir.
ALMANLARIN KADİRŞİNASLIĞI VE BUNDAN 51 SENE ÖNCEKİ THY (CHARTER) İŞÇİ TERMİNALİ:
16 AUG 2022 tarihli Sözcü gazetesinin arka sayfasında beni çok uzaklara götüren bir haber vardı. Başlığı “Türk İşçisinin 600 m’lik portresi her yerden görünüyor. ALMANYA’YA GİDEN İLK GURBETÇİYE SAYGI- Urhan Almanya’ya giden ilk kuşak Türk İşçilerinden portresi çalıştığı fabrikaya işlenen Urhan işçi göçünün sembolü oldu” Böyle uzun bir başlıktı. Alanların bu kadirşinaslığı beni hem şaşırttı hem de mutlu etti.
1971 senesinde THY’ de göreve başlamıştım. Dış Hatlarda beni bir kapıya diktiler ve buradan kimseyi geçirmeyeceksin dediler. Tabii ki görevimi en iyi şekilde yaptım. Ta ki IATA müfettişi olan Bedri Alatlı beyin de o kapıdan geçişine izin vermeyene kadar. Beni çağırdılar ve de Charter İşçi Terminalinde benim gibi birine ihtiyaç duyulduğunu söylediler. Gittim. Pek Havalimanı terminaline benzemiyordu yeni iş yerim. Çelik konstrüksiyon ile yapılmış çok büyük bir hangardı. Her ne ise, ertesi akşam nöbetçi olduğumu söylediler. Kısmetim kapı bekçiliğinden açılmıştı. Bu kez de beni terminal giriş kapısına koydular. Hiç unutmam Cumartesi’yi Pazara bağlayan geceydi. Kapıdan yüzlerce kişi omuz omuza giriyor, daha az miktarda insan ise nereye gitmek istediklerini anlamadığım şekilde aynı kapıdan çıkmak için uğraş veriyordu. Bir yolcu yaklaştı ve “Kölün” Köln uçağının saat kaçta kalkacağını sordu. Bilmiyordum. Surayım dedim ve üç adım ilerideki danışma bürosuna yöneldim. Sordum uçağın pazartesi sabahı saat 04.00’ de kalkacağını, bir gecikme olması halinde kendilerine anons ile duyurulacağını söyledim. Cümlem bittiğinde yolcudan yediğim yumruk nedeni ile yerde yatıyordum. Meğerse garibim terminale ailesi ve çoluk çocuğu ile perşembe günü gelmiş ve beklermiş. Ben de adama Pazartesi kalkacak uçaktan bahsediyordum. Evet bu
İşçi terminalindeki ilk günüm de yediğim ilk dayaktı. İlerleyen zamanda bir dayak daha yediğimi hatırlıyorum.
Kim bilirdi ki o barakadan bozma terminalde memuriyet yaşamımın en güzel ve unutulmaz günlerini ve de halen süregelen en güzel dostluk ve arkadaşlıkları yaşayacağımı.
Haftanın perşembe günleri Alman İrtibat Bürosu kanalı ile Almanya ya ilk kez giden yolcuları taşıyan iki uçuş yapılırdı. İlk kez giden işçilerimiz kendilerine İrtibat bürosunda söylenmiş olan kaidelere bire bir uyalardı. Perşembe Cuma’ya bağlayan gece 23.00/07.00 nöbetine geldiğiniz zaman birbiri ile aralarında hayli mesafe bulunan iki kontuarın önünde muntazam bir şekilde tek sıraya girip bilet ve bagaj işlemlerinin başlaması için beklemekte olan yolcuları görürdük. Herhalde irtibat bürosu yetkilileri kaidelere uymamaları halinde Almanya’ ya gidemeyeceklerini söylemiş olmalılar ki, kuyruk bu kadar muntazamdı. Bu yolcuların uçağa binişleri gibi her şeyleri başkaydı. Almanya ya gidememe korkusu…
Almanya’ya gidecek olan yolcuların bir takım ihtiyaç, gıda maddelerini de beraberlerinde götürme alışkanlıkları vardı. Ve de o yolcularımıza falan maddenin Almanya’ya girişine müsaade edilmeyeceğini anlatma imkânı yoktu. Bu konuda plastik büyük turşu kavanozları başı çekiyordu. Görünce kavga gürültü alıyorduk ama gözden kaçtığı da oluyordu. Hele biri uçak kargo kabinin de patladığı zaman çektiğimiz (daha çok uçak teknisyenlerinin) sıkıntıyı anlatamam. Allahtan yakınımızda olan çalışma şartlarımızı yakından bilen teknisyen kardeşlerimiz konuyu yukarılara taşımadan halledip kapatmışlardı da kurtulduk.
Şu anda hamileliğinin 28. haftasına henüz girmeyen yolcularımız doktor raporu almadan seyahat edebiliyor. Tek bebeğe hamile olan ve hamileliğinde 28. haftanın başı ile 35. haftanın sonu arasında olan yolcularımız “uçakla seyahatinde sakınca yoktur” ibaresinin yer aldığı doktor raporuyla uçuşa katılabiliyorlar. Vb. Tam hatırlayamıyorum ama eskiden de kısıtlamalar buna yakındı herhalde. Hiç unutmam Ayla Algül isimli bir kardeşimiz kontuarda bilet ve bagaj işlemi yaparken check in yaptırmış bir bayan yolcumuzun tuvalette doğum yaptığı haberini aldık. Doktor vs. derken çocuğun da annenin de sağlıklı olması bizi rahatlattı. Ama duruma DHMI Hekimliği karıştığı için konu dallandı budaklandı. Ayla kardeşimiz ben aile reisi kaç bilet ile kontuara gelirse o adette yolcuyu görmeden biniş kartı vermem diyor başka bir şey demiyordu. Sonuçta Aylanın bir ihtiyacı için kontuarı kısa bir süre bana devrettiği ve hamile yolcunun bilet ve bagaj işlemlerini yolcuyu kontuara çağırmadan, onu görmeden benim yaptığım ortaya çıktı. Eh bizde kalan uçuş kuponunun üzerinde yazılı olan rakamın da benim yazım olduğu ayan beyan belliydi. Savunma yazdık, O gece kontuarlardan bilmem kaç bin yolcu geçti vb. Ceza almış olsaydım mutlak hatırlardım.
YAŞANMIŞLARI BİR BUKLETTE TOPLADIK.
2012 yılında, bu yaşanmışlardan kırk küsur sene sonra, bu konudaki hatıralarımızı yazmaya karar verdik. Birçok arkadaşımız anılarını yazdı, resimler gönderdi ve ortaya 200 sayfanın üzerinde bir kitapçık çıktı. Profesyonel bir çalışma değildi ama sonuçta bizim yaşanmışlarımızı kapsıyordu. 2013 yıl başında 1971 Charter çalışanlarına bu kitabı hediye olarak gönderdik. Anılarımız tazelenmişti. Tüm Charter eski çalışanlarına sağlıklar diliyor, aramızdan ayrılmış olanları rahmet ve sevgi ile anıyoruz.
EVET BİZ BİR AİLEYDİK
Evet, Charter’ın bir özelliği vardı. Hani bazı şirketler” biz bir aileyiz” sözünü çok kullanır ya, THY’ yi bilmem ama Charter bir aileydi. Zaman zaman tabii ki kırgınlıklar, kızgınlıklar oluyordu ama yine de biz hakiki bir aileydik. O dönemlerde çok severdik birbirimizi. Fazla mesaiye birbirimize yardımcı olabilme düşüncesi ile kalırdık. Şefin arkadaşlara “Yahu siz daha eve gitmediniz mi? Halen burada mısınız?” Dediğini hatırlarım.
O ZAMANLAR VE ŞİMDİLER
Şimdi yazlıkta eşi ile Almanya’da çalışmış ve emeklilik hakkını orada kazanmış kâh orada kâh burada ikamet eden bir aile var. Kızları be oğulları büyümüş ve evlenmiş. Babalarının yerini onlar almış Almanya’nın çalışma yaşamında. Tatil için buraya geliyorlar. Küçük torunları koşuşup duruyor. Bazıları ise genç kız olmuş. Hepsi okula gidiyor. Ailelerin altlarında Audi ve Mercedes cipler var. Yaşamları da kendileri de güzel. Allah hep böyle devam ettirsin. Benim açımdan eksik olan ne biliyor musunuz? Torunumla dolaşmaya gelen 12-13 yaşındaki kız torunları Türkçe konuşamıyor, anlamak için kendisini zorluyor ama olmuyor. İngilizce konuşuyor ve öyle anlaşıyorlar. Onların çocukları da böyle olacak. Tabii ki bu Almanlaşmış aile büyüklerinin kabahati. Bilmem meramımı anlatabiliyor muyum?
Yorumlar