İnsanız ya. Hepimiz her konunun işimize gelmediği noktasında mazeret üretiriz. Bu konuda ne kadar usta olduğumuz malum. Evet; mazeret uydurmanın yetersizliğin itirafı olduğunu biliriz bilmesine de, malum kaybedenin her zaman anlatacak bir mazereti var ya, bu kolayımıza gelir nedense. Belki de etrafımızda yeterince dinleyici bulabildiğimizdendir. Kim bilir.
Ortalık allak bullak. Corona bazı konularda bizi kendimize getirdi getirmesine. Sahip olduğumuz birçok şeyin kıymetini anladık. Ancak bazı konularda Corona bir takım insanlar için arkasına saklanılacak bir duvar ve de inanılmaz bir mazeret seti oluşturdu. Bilmem ki ne kadar, kaç sene başarısızlar başarısızlıklarını, beceriksizliklerini bu duvarın arkasında istif edecekler. Ve de kimse onlara bir şey sormayacak. Corona vardı ya. O dönemi hep beraber yaşamadık mı? Her mazeretin başında veya sonunda bu cümle yer alacak. Buna kendimizi alıştırmamız gerek.
Kendisine “ Bir bilen” rumuzunu yakıştıran bir kendini bilmez “Kaptanlar ulaşım aracını kullanan, teknisyen ise bakımını yapan personel. Bu ulaşım aracı ha otobüs olmuş ha uçak. Uçakları havada tutma sürdürülebilir yönetim kabiliyeti ile olur. İflas eden bunca şirketi kaptanlar, teknisyenler kurtarsın bakalım” diyor. Evet; bir zamanlar uçak işletmeciliği ile metro işletmesini bir tutan yöneticiler de görmüştük. Hatırlar mısınız bilmem “ ikisinde de yolcu bir yerde biniyor, diğerinde iniyor ne fark var “ kelamında bulunmuşlardı. Hiçbir yazımızda şirketleri kaptanlar ve teknisyenler kurtarır diye bir söz etmedik. Yazımızda sorduğumuz yalnız ve yalnız “ Uçakları kimler havada tutuyor “suali ve de ifade ettiğimiz bu sualin cevabıydı. Sürdürebilir yönetimin konudaki önemini ve de ağırlığının da az buçuk farkındayım. Ancak konumuz şirketi kimler kurtarır değildi. Sivil Havacılık bir takım oyunu. “ Takım “ iyi oynarsa ve herkes elinden gelenin en iyisini yaparsa şirket düzlüğe çıkar.
Başlığı yanlış değerlendirmeyin. Amacımız neden ödenmiyor dan ziyade, neden adil bir şekilde ödenmiyor’ u dile getirmek. Yazıya girmeden bunu belirtmek istedim. Ödenecek her ne ise, onu adaletli bir şekilde hak sahiplerini bilgilendirerek yapmak o kadar zor mu? Buna Corona ’mı engel oluyor?
Nedendir bilmem THY’ de herkesin gözü pilotların aldığı maaştadır. Hatırlarımda bazı kafalar Toplu İş Sözleşmesine bakarken, kendi maaş artımları ile ilgili bölümden önce acaba pilotlara ne kadar artım uygulandı’ ya bakardı. Bu gün de durum benzeri. Acaba pilotların maaşlarından ne kadar kesilecek? Öyle ya en çok maaş alan yine onlar. Bu gün de böyle. Yarında öyle olacak. Dünyada da böyle.
Evet, pilotlar Nisan maaşlarını almışlar. Bazıları tam almış, diğerleri hiç almamış, Bir kısmı uçup almış, kimi ise uçmadan almış. Sonuçta herkes birbirinden farklı maaş almış. Şimdi hep birlikte bunun mazeretini yaratalım. Bazı iş yerlerinde yapıldığı üzere hiç kimseye bir şey ödeyememenin mazeretini anlayabilirim. Ancak düzgün bir sistem kuramamanın ve buna uygun kesintili veya kesintisiz ancak adil bir ödeme yapamamanın mazereti olarak Corona’yı kabullenemem. Corona beceriksizliğin mazereti olamaz.
Malum Türk Hava Yollarının bağlı kuruluşları var. Bir kısmının %100’ne sahip, bazılarının % 50’sine. Bu kuruluşlarda farklı farklı uygulamalar yapmak, ( THY Teknik çalışanlarına istihkaklarının ödenmemesi, Sunexpress’ de kriz maaşı ödemek vb. ) hangi planlamanın eseridir. Corona bizi buna zorladı demeyeceksiniz herhalde.
THY Yönetiminin çalışanları ile gerekli iletişimi kurmadığı açık. Önümüzdeki süreçte çalışanlar hangi ay, ne kadar ücret alacağını bilmiyor. Planlama kelimesine uzak olanların bunun önemini idrak etmemeleri doğal. Bu plansızlığın bu programsızlığın ve de bu belirsizliğin oluşmasına sebebiyet verenlerin mazeret olarak Corona krizini öne sürmeleri komik olacaktır. Her ne kadar THY yönetimi bir takım bilgileri paylaşmaya başladı ise de, bunda hayli geç kaldıkları kabulü zorunlu olan bir gerçek. Her ne ise YK. Başkanı Havalimanlarındaki CIP salonlarındaki ikram değişikliklerini açıkladılar da çalışanlar rahat bir nefes aldı. Bu durumda merak edilen konuların en başında yer alıyordu bu salonların durumu.
THY’ nın“ Var gibi yok “ bir yöneticisi katıldığı bir canlı yayında şunları söylemişti. ( Bu noktadan sonraki satırlar Airporthaber yazarı Murat Herdem Beyin yazısından alınmıştır) o günleri anımsatarak, “Sendikamızla şunu tartışmak isteriz. Bir dönem döviz aşırı yükselince sendika ile anlaşarak ilave zam yaptık. Çünkü pilotlar dışarıya gitmeye başlamıştı. Şimdi piyasa daraldığı için sendika ile oturup şirketin devamı için, yöneticiler de dâhil olmak üzere, eleman da çıkarmadan ne tür tasarruflar yapılabilir bunun çalışmasını yapmak istiyoruz” ifadelerini kullandı. Tepe Yöneticinin mesajı çok açık. . O dönem verilen zammı THY geri istiyor. Üstelik bunun canlı yayında konuşan yöneticinin kişisel düşüncesi olduğunu sanmıyorum. THY'nin böyle bir çalışma içerisinde olduğu açıkça ortada ama şu ana kadar bu konuda bile net bir adım atılmış değil. THY'nin, çalışanların örgütlü olduğu sendika Hava İş'i, “İndirime ikna olmazsanız işten çıkarmalar başlar” ihsası ile aba altından sopa gösterme taktiğiyle köşeye sıkıştıracağını bugünden görmek mümkün.“ bunun örneklerine tanık olmuştuk çünkü. Evet; bu nedenle verilen örnekte de Corona’yı mazeret olarak öne sürmeleri mümkün değil. Siz bilirsiniz yoksa atarız ilk kez söylenmiyor / işitilmiyor. THY’ nin sendika ile görüşerek müşterek karar verme eğiliminin yapacakları kesintilere hukuksal bir alt yapı hazırlığından öte değil.
Şirkette kabin memurlarını çay, kahve dağıtan garsonlar olarak gören zır cahiller var. Bu personeli çalıştığı konuda, şirkette kimin ne yaptığı konusunda eğitememiş olmak kimin ayıbıdır? Şirkette göreve başlamadan önce verilmesi gereken eğitimin ilk adımını bunca senelik hizmete rağmen halen atamamış olan bu cahillerin varlığının mazereti olarak Corona gösterilebilir mi?
Pandemi’nin başlangıcından bu yana süregelen kargo operasyonlarında görev alan pilotlara uçtuğu saatlerin karşılığı olan bedelin ödenmesinin gerektiği açık olmasına rağmen, kendileri bilgilendirilmeden düşük ücret ödenmesinin mazereti olarak Corona ’mı işaretlenecektir.
Daha çok fazla örnekleme yapılması zor değil. Sitedeki köşe yazarlarının yazılarına yapılan yorumları okuyunca bunlara nelerin ilave edilebileceğini görmek pekâlâ mümkün.
BU ARADA, TÜRK HAVA YOLLARININ 19 MAYIS TK-1919 SEFER SAYILI ORGANİZASYONUNU OKUDUM. ŞAŞIRDIM. AMA HAYRAN DA OLDUM. FİKRİN SAHİBİ DE BUNA OLUR VEREN DE / VERENLER DE SAĞ OLSUNLAR. ÇOK DUYGULANDIM. KEŞKE BİR TAKIM ŞEYLER DAHA İYİ VE DÜZGÜN OLSA DA TÜRK HAVA YOLLARI YÖNETİMİNE HER ZAMAN BÖYLE COŞKU İLE TEŞEKKÜR EDİP ONLARLA GURURLANABİLSEK.
YÜKSELMENİN EN ÇİRKİN ŞEKLİ: ZAYIFLARIN SIRTINA BASARAKTIRMANMAK
Başlık benim değil. Bundan 300 sene önce bir Fransız düşünürü söylemiş bu sözü. Evet; “Yükselmenin en alçakçası zayıfların sırtına basarak yukarı tırmanmaktır”. Bir de bakarsınız. Karşınızda bir adam. Müdür mü, Başkan mı her ne ise yönetici olarak girmiş şirkete. Nereden gelmiş diye sorarsanız, pencereden. Bir ekskavatör onu kepçeyle yukarı kaldırmış. Cup içeri. Sivil Havacılıkla ilgili bir konuda mı çalışmış? Suale bak, sanki şart gibi? Bu yine iyisi. Hiç enerji sarf etmeden de normal kapıdan girip direk makam koltuğuna oturanlar da var. Kaldıraç bile kullanmamış. Tanıdığı veya bir tanıdığının tanıdığı itmiş arkasından o kadar.
Peki, Sn. Cenap Şehabettin ne diyor? İnsan yükseğe çıktıkça pantolonunun arkasındaki yamanın görünme ihtimali artar “ diyor. Nedendir bilmem? Bu türlerin hepsinin pantolonlarının arkasında bir yama var. O yükseldikçe tabii ki aşağıdakiler daha iyi görüyorlar yamayı.
Her ne ise bu anlatımın özeti, siz pencereden girenleri de, arka kapıdan itilenleri de tanıyorsunuz. Belki kimin kim olduğunu, pantolonların arkasındaki yamanın renginden bile çıkartabilirsiniz.
Başka bir yazımda kullandığım dört, beş satırla seslenmemi sürdürmek istiyorum. “İnsanlar yaşamda hızlı, çabuk yükselenleri takdir eder ve değer verir. Ama düşünmezler ki hiçbir şey toz veya tüy kadar çabuk yükselmez. Çabuk daha doğrusu hak etmeden yükselenler hiç bir zaman düşünmezler ki, Napolyon’un da ifade ettiği gibi “ Yükselmekle, gülünç düşmek arasında yalnız tek bir adım vardır” Ve de en yükseğe erişmeyi hedefleyen en aşağıdan başlamalıdır. Aslında uçurtmaların, rüzgâr kuvveti ile havalanmadıklarını, salt o kuvvete karşı uçtukları için yükseldiklerine dikkatimizi çeken W. Churchill'in ve M. Kemal Atatürk’ün yaşamı "adım adım yükselmenin" kalıcılığının, tipik ve gurur verici bir örneğidir. Ama bu deyişler ve bu örnekler maalesef bu günlerde fazla bir şey ifade etmiyor.
Peki, sizce bu adamların işi gücü yoktu da 200- 300 yıl önce torpil ile yükselmeyi konu alan sözler söylemişler. Demek ki bu bela yüzyıllar önce de varmış. Biz bu olguyu iyice geliştirerek ilim haline getirdik gibi.
Bu konuda yazdığım notlar, her nedense bazı okurların hayli tepkisine neden oldu. Aşağıdaki iki paragraf benim görüşüm değil. Yeryüzü Düşünce Kuruluşunun torpil konusundaki görüşlerinin küçük bir bölümü.
Torpil mekanizmasına öyle ya da böyle herhangi bir şekilde bulaşmış birisi, işe girdikten sonra ya da görevde yükselip bir üst makama geldikten sonra, görevini ne kadar sağlıklı ifa edebilecektir? Bulunduğu pozisyona başkasının hakkını yiyerek gelmeyi hak olarak gören birisi, yaptığı görevde hakka ve hukuka ne kadar riayet edecektir? Sahip olduğu işi, mevki ve makamı, bir kişiye, bir gruba ya da bir partiye borçlu olduğu duygusuyla ömrü geçen bir çalışan, ülkesine ve görev yaptığı şirkete ne kadar faydalı olabilir. Bu çalışanın, bilinçli olmasa dahi bilinçaltında her zaman için birilerine, bir gruba ya da bir partiye minnet duygusu beslemesi normal. Görevini objektif bir şekilde hak ve adalet çerçevesinde yerine getirmekle yükümlü olan bir görevlinin, torpil ararken esasen yozlaşmış olan karakteri ve bozulmuş kişiliği göz önünde bulundurulduğunda, yaptığı iş ve işlemlerde ne denli dürüst ve hakkaniyetli olacağı şüphelidir.
Evet; torpil, toplumsal barışı bozar. Torpil bulmak için birbirleri ile yarışan insanlar, birbirlerini sadece bir rakip olarak görmekten ziyade bir düşman olarak görmeye başlarlar. Haksız rekabetin insanları duygusuzlaştırması ve acımasızlaştırması neticesinde; memur olmak isteyen insanlar arasında amansız bir mücadele görülür. Çünkü herkes çok iyi bilmektedir ki; Hak eden değil, torpili kuvvetli olan kazanacaktır. İnsanlar birbirlerine kötü gözle bakarak ve suizanla hareket ederek mutsuz ve huzursuz olmaktadırlar. Biri, diğerini nasıl ezdiği ile övünürken; ezilen çalışan hakkının nasıl gasp edildiğini düşünüp öfkelenmektedir.
Torpil, çalışma barışını bozar. Memurların görevde yükseltilmesi, torpil esasına göre yapıldığında; tercih edilenle, uygun görülmeyen çalışan arasında büyük bir hoşnutsuzluğun doğması kaçınılmazdır. Görevde yükselmenin liyakat ve hakkaniyete dayanmadığını bilen bir çalışan, görevde yükselerek başlarına amir olarak gelen yöneticilerine hiçbir zaman için saygı duymayacak ve onları benimsemeyecektir. Çalışanların hakkını yiyerek, çalıştığı kuruma amir olarak gelen bir yöneticinin, emri altındaki memurlar tarafından sevilmesini beklemek, tabii ki mümkün değil. Çalışanların birbirine düşman edilmesi neticesinde; şirketin huzur içinde çalışılan bir yer olmaktan çıkarılıp, insanların birbirine düşürüldüğü bir cadı kazanı haline getirilmesi, ülkenin geleceği için çok vahimdir.
Airporthaber’ deki yorumlara bakarsanız, yukarıdaki sözlerin ne denli doğru olduğunu anlamak iyice kolaylaşacaktır. Bazı insanlar diğerlerine acımasızca saldırıyor. Her grup diğerine sanki düşman. Şirkette çalışma barışı tümü ile bozulmuş. Tabii ki Türk Hava Yollarını ülkemizin durumundan soyutlamak mümkün değil. Toplumsal barış konusunda ise kararı herkesin takdirine bırakıyorum.
Bu konu bir önce işlenen konu ile ilintili mi? Onu da siz takdir edin. Bana göre ilintili. Adam kayırma ve ayırma konusunda yüksek lisans ve doktora yapmış olan yöneticilerin her uygunsuz davranış ve uygulamalarının başka bir başlık altında yorumlanması maalesef mümkün olmuyor.
Yorumlar Tüm Yorumlar (124)