29 Nisan 2013 günü ilk yazım AirportHaber’ de yayımlanmıştı. Aradan tam 13 yıl 5 ay geçmiş. O günlerde her açıdan daha güçlüydüm. Zaman insanı yavaşlatıyor, ama aynı zamanda olgunlaştırıyor da. Takdir edersiniz ki, benim gibi emeklilik dönemini yaşayan insanlar için en önemli şey meşguliyettir. AirportHaber, bu anlamda benim için yalnızca bir uğraş değil, yaşamımın önemli bir parçası olmuştu. Her haftamı, her günümü anlamlı kılan bir dost gibiydi. Bu yüzden ondan ayrılma kararı almak kolay olmadı.
Aslında bu kararı bir süre önce vermiştim; ancak yöneticilerim o dönemde buna izin vermediler. Bu kez kendi kararımı, 1 Aralık 2025 tarihinden itibaren kimseye danışmadan uygulayacağım. 12’nci ayı beklememin ise kendimce özel bir nedeni var elbette.
Yazılarımı beğenenler de oldu, eleştirenler de. Bu doğal. Ancak bazı yorumlar, özellikle de sınırları aşan ifadeler, insanın kalbini kırıyor. Bir okurun “THY’de yönetici olduğun dönemde inançlı personele yaptıklarını, Müslüman emekçilere yaşattıklarını bilmiyor muyuz?” diyerek hakaretle başlayan ve biten mesajı beni fazlasıyla üzdü. Bizim çalışma dönemimizde kimseye inancı ya da aidiyeti üzerinden bir ayrım yapılmazdı. Biz sadece işimizi bilirdik. Bu tür sözlerin ardındaki ruh hâlini bana değil, onları söyleyenlere bırakıyorum. Belki o çirkin yorumu yayımlasaydım, eski çalışma arkadaşlarım benim yerime bu çirkinliğe cevap verirlerdi? Bilemiyorum. Ama biliyorum ki bazı kelimeler, insanı yılların yorgunluğundan daha fazla tüketiyor. Hakkımda yapılan suç duyurularından, savcılığa çağrılmaktan bile fazla yordu beni bu hoyrat ve çirkin dil ile yapılan bu yorumlar. Artık bu tür sıkıntılara katlanamayacak kadar yaş aldım. Şimdi, kendimle baş başa kalma zamanı.
AirportHaber okurlarına ve sektör çalışanlarına gönülden teşekkür ediyorum. Hepinize sağlık, huzur ve iş yerlerinizde gerçek anlamda mutluluk diliyorum. Saygılarımla.
Bir iş yerine adım attığınızda, orada ilk fark ettiğiniz şey sessizlik ya da gürültü değildir; havadır. O havada ya bir huzur ya da görünmez bir gerilim dolaşır. Mutluluğun ölçüsü işte o havadadır.
Kimi iş yerleri vardır, insan sabah kapısından girerken omuzundaki yükü unutur; kimilerinde ise daha kapıdan adım atmadan içi daralır. O fark, duvarda asılı vizyon cümlelerinde değil, insanların birbirine nasıl davrandığında gizlidir.
İş yerinde mutluluk çoğu zaman yanlış anlaşılır. Sanılır ki mutlu çalışan, sürekli gülen, her duruma uyum sağlayan, hiç sorun çıkarmayan kişidir. Oysa iş yerinde mutluluk, susturulmamış insanların ortamıdır. Korkmadan konuşabilen, fikrini söyleyebilen, hata yaptığında dışlanmayan, tersine öğrenmeye teşvik edilen insanların.
Gerçek liderlik de burada başlar: İnsanların iç sesini susturmadan, ortak bir amaç için aynı yönde yürüyebilmelerini sağlamakta.
Yöneticilik sadece yönetmek değildir; bir ruh hâli yaratma sanatıdır. Maaşlar, primler, yan haklar elbette önemlidir ama bunlar “yeter” değildir. Çünkü insan, saygı görmediği bir yerde uzun süre kalamaz; kalırsa da ruhen yok olur. Bir yöneticinin en büyük gücü, çalışanına “sen değerlisin” duygusunu hissettirebilmesidir. Bu duygu, bir teşekkür cümlesinde, bir fikre kulak verilmesinde, bazen de sessiz bir anlayışta saklıdır.
Ama yalnız yöneticiler değil, çalışanlar da kendi payına düşeni unutmamalı. Mutluluk, iş yerinde size sunulan bir hediye değil; sizin de katkınızla büyüyen bir değerdir. Sadece şikâyet eden, “ben ne kazanıyorum” diye soran bir zihin, bir süre sonra kendini de tüketir.
Asıl soru şudur: “Ben bu kurumun daha iyi olması için ne yapıyorum?”
Çünkü iş yerinde mutluluk, tek yönlü bir ilişki değil; karşılıklı bir sorumluluktur.
Mutlu çalışan işini sahiplenir; mutlu yönetici insanına alan tanır. Biri olmadan diğeri uzun süre ayakta kalamaz. Kurumlar, bu dengeyi kurabildikleri ölçüde gelişir.
İş yerinde mutluluğun formülü çok basit gibi görünür ama en zor olan da budur: Empati, adalet ve iletişim. Bunlar eksikse, en parlak stratejiler bile anlamını yitirir. Bugünün dünyasında çalışan mutluluğu bir “lüks” değil, görünmeyen bir sermayedir. Makineleşen süreçlerde, otomasyona devredilen işlerde bile insanın ruhu, o kurumun yönünü belirler.
Eğer bir şirkette insanlar mutsuzsa, o kurum eninde sonunda performansını da kaybeder. Çünkü mutsuz insan yaratıcı olamaz, aidiyet hissedemez, enerjisini geleceğe taşıyamaz.
Belki de şu cümleyle bitirmek gerekir:
Mutluluk, iş yerinde kahkaha seslerinin çokluğunda değil, insanların birbirine güvenebildiği anlarda başlar.
Bir yönetici “nasılsın?” diye sorduğunda, karşısındaki gerçekten “iyiyim” diyebiliyorsa, işte orada bir başarı hikâyesi yazılıyor.
ÇETİN ÖZBEY NOTU:
1.BU YAZI CHATGPT TARAFINDAN ŞEKİLLENDİRİLMİŞ OLUP GÖRSELLER YAZARIN SEÇİMİDİR.”
2. 27 EKİM TARİHLİ YAZIMIN BAŞLIĞI: EY ÇALIŞANLAR İYİ DÜŞÜNÜN VE BÖYLESİ BİR DAHA YAŞANMAZ DEMEYİN.? OLMAZ OLMAZ.
Yorumlar