Evet, dünyada “ Babana bile güvenme “ diye atasözü olan belki de tek milletiz. Nasıl bir yönlendirmedir anlamak mümkün değil. Bu durumu yaşayan insanlar yok mu? Tabii ki var.
Oysaki tüm yaşam güven duygusu üzerine kurulu. Seçimlerde herkes güvendiği partilere rey veriyor ve ülkenin yönetimini onlara bırakıyoruz. Minik çocuğumuzu okula göndermeden önce imkânlarımıza göre civardaki okulları dolaşıyor, sorup soruşturuyor ve o okulda çocukları okumuş ailelerden görüş aldıktan sonra çocuğumuzun kaydını yaptırıyoruz. Birçok örnekle çoğaltılabileceği üzere güven her şeyin başı. Bir toplumun güvenini kazanmak inanılmayacak kadar zor bir iş. Büyük bir uğraş sonunda kazanılan bu güveni kaybetmek ise zannedildiğinden çok daha kolay.
Güven aşılamak ve bu duyguyu canlı tutmak için kişiler arası ilişkiler konusunda uzmanlık seviyesinde bilgi sahibi olmanın gerektiği kabulü zorunlu olan bir gerçek. İnsanlar, birbiri ile, bir adım öte çalıştıkları iş yerlerinin yönetimleri ile ve de iş yaptıkları firmalar ile nasıl iyi ilişki kurar?
Muhtemelen iş yerlerinizde de görmüşsünüzdür. Bu gün çalışmaya başlayan bir insan kısa bir süre içerisinde iş yerinin ve patronların vazgeçilmezi olur. İlk akla gelen; yürüttüğü bir projenin başarılı uygulamasının bu vazgeçilmezliğin temelini oluşturduğudur. Yalnız bu mudur bu takdirin tek nedeni? Yalnız ve yalnız bir proje uygulamasındaki başarı, kurumuma sağladığı kazanç kişiyi vazgeçilmez yapar mı? Yapabilir. Geçici bir süre için. Ya sonra? Ona güvenilip güvenilmediği önem kazanır. Değerlendirme buna göre yapılır.
Etrafımızda görücü usulü ile evlenen insanlar hayli çok değil mi? Birbirini tanımayan iki insan senelerce bir arada olacak ve yaşam boyu iyi veya kötü günlerde birbirine destek olacak. Hayli zor bir iş. Ama yaşıyorlar. Ve de üstelik çoğunluğu da mutlu. Bu mutluluğun temelinde yalnız bu insanların aralarında zamanla oluşan sevginin bulunduğunu söyleyebilir miyiz? Benim görüşüme göre bu insanlar önce birbirine güvenip, bu güven duygusunun tesisinden sonra sevgi tohumunu toprağa dikmişler ve bunu birlikte sulamışlardır. Aile büyüklerim uzun süren evliliklerin öncelikle dost olmaya dayandığını söylerdi. Seneler boyu ailemin yaşamında da bu sözün doğruluğunu zevkle gördüm. Babamın evinde karşılıklı güvene, dostluğa dayanan güzel bir aile yaşamına ortak oldum senelerce.
Bir çocukluk arkadaşımızla, devam eden dostluğumuzun karşılıklı fayda ilişkisine dayandığını nasıl düşünebiliriz ki? Bu dostluğun, bu güne kadar süren devamlılığının ne denli büyük denemeler sonunda oluştuğunu bir düşünün. Geçmiş senelerin muhasebesini yapıp bunları bu gün anımsayabilir miyiz teker teker? Tabii ki hayır. Bu uzun denemeleri takiben aramızda oluşan güven duygusunun büyüklüğü, sarsılmazlığı değilmidir bu güzel arkadaşı vazgeçilmez yapan? Evet yine de güven bir kullanımlıktır. Zedelemeye görsün.
Bir de kendisinden başka kimseye güvenmeyen, her olayda daha ilk adımda yapısına hâkim olan güvensizliği sergileyen insanları düşünelim. Ben bu yaradılışta olan ve de bunu her olayda sergileyen kimselerin aslında kendilerinin güvenilir olmadıklarını düşünürüm. Bu tür insanlardan hep uzak olmayı yeğlerim.
Özellikle şüphenin ve güvensizlik duygusunun genç beyinlere hâkim olabilmesini bir türlü anlayamıyorum. Genç kardeşlerimde bu tarzı görmekten, hissetmekten üzüntü duyuyor ve bir ömrün, güzel olmasını dilediğim pırıl pırıl bir yaşamın bu yıpratıcı yapı ile nasıl zor geçeceğini onlar adına düşünüyor, üzülüyorum.
Bir önceki özel veya iş ilişkisinde üzülen, aldatılan insanın yaşamının geri kalan bölümünde tüm insanlardan kuşkulanması nasıl bir duygudur ki? Düşünün tüm iş yaşamınızda yanınızda çalışan hiç kimseye güvenmemek gibi bir durumdasınız? Herkese, birlikte çalıştığınız herkesin yaptıkları her işe kuşku ile yaklaşacaksınız. Belki de daha ileri gidip herkesin sizi aldatmak için seferber olduğunu düşüneceksiniz. Bu cenderenin içerisinde mutlu olmanız kolay değil. Zamanla bu çelik kafes nefes alamayacak kadar sıkıştıracaktır sizi. Uzun seneler sonra ise sizi çevreleyen cendereyi kırarak rahatsız edici bu ruh halinden kurtulmanız ise mümkün olmayacaktır. Yaşam bu değil. İnsanlara yeniden güvenmeye alışmak gerek.
Her şeyden kuşkulanmanın, her şeyden şüphelenmenin ve genelde insanlara güvenmemenin bir anlamda “ Ruhsal bir bozukluk ” olarak insan yaşamını çok menfi olarak etkileyeceğine kesinlikle inanıyorum.
Bence güven duygusu insanları birbirine yaklaştırıyor. Onları birbirinden ayrılmaz hale getiriyor. Bu duygunun üzerine bina edilen sevgi ve karşılıklı saygının gerek ülke ve gerekse iş hayatında yaşamın fırtınalarını atlatmada en önemli faktör olduğu açık değil mi?
Çalışma hayatımda bana söylenen en güzel söz.
Bir Başmüdürümüz vardı. Nedense pek anlaşamazdık. Etrafındakilerin etkisiyle mi? Benden kaynaklanan nedenlerle mi bilemiyorum. Neticeten aynı çatı altında çalışmamıza rağmen mecbur olmadıkça bir araya gelmezdik. Odasında bir çay içmek ve hatır sormak için gittiğimi hatırlamam. Ama iş ast, üst ilişkisini medenice sürdürüyorduk.
Bir gün benimde bulunduğum bir mecliste bu yöneticimizle ilgili bir şeyler konuşuluyordu. Tabii ki kendisi o toplulukta değildi. İnsanlar konuşurken ben dinleyici olmayı tercih ediyordum. Konuşma ve özellikle konu anlamsızlaşmaya başlamıştı. Sanki tanımadığım bir insandan bahsediliyordu. Mecburen söze karıştım. Ve bir şeyler söyledim. O konuşmayı yapanlar çaresiz konuyu değiştirdiler. Galiba sözlerim ağır kaçmıştı.
Aradan fazla uzun olmayan bir zaman geçti. İç Hatlar terminalinde Başmüdürümüze rastladım. Geçen konuşmayı birisi tıslamış mıydı? Yoksa içinden böylemi gelmişti. Bilemiyorum. İşte bu karşılaşmamızda Başmüdürün söylediği söz benim iş hayatımda kendimle ilgili duyduğum en güzel söz olarak aklıma kazındı. “ Çok dostum olacağına senin gibi düşmanım olsun.” Tabii ki düşman değildik ama konuşması, sözün gelişi öyle şekillenmişti. Bu sözün altında bana duyduğu GÜVEN’in yattığını düşünmüştüm o zaman.
Tabii ki zaman, geçen seneler sabun köpüğü ile yazılan anlaşmazlıkları sildi süpürdü.
Evet; Sn. Erdoğan Yücetin. Size sağlıklar diliyorum. Kendimle ilgili duyduğum en güzel sözü sizden işitmiştim. Sağ olunuz. Kalben diliyorum ki; Allah size yaşadığınız üzüntülere dayanma gücü versin.
NOT: Dün 09 Eylül günü yazının “Çalışma hayatımda bana söylenen en güzel söz.” bölümünün son paragrafını yazmadan önce Sn. Yücetin’ i aramak geldi içimden. Oğlunun çok rahatsız olduğunu öğrendim. Son paragrafı ondan sonra yazdım. 10 Eylül sabahı kendisinden bir telefon aldım. Oğlunu kaybettiği haberini verdi. Allah kimseye böyle bir acı vermesin. Rahmet ve başsağlığı dileklerimizi sunarken kendisine sabırlar diliyorum.
Kendine Güvenmek
Bir işadamı büyük borç içindeydi ve hiç bir çıkış yolu görmüyordu. Kredi verenler onu sıkıştırıyorlardı. Mal sağlayanlar ödeme bekliyorlardı. Parkta bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı, firmasını iflastan kurtaracak bir yol var mı diye düşündü. Birden, yaşlı bir adam önünde belirdi. "Bir şeyin seni rahatsız ettiğini görüyorum" dedi yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra, ona "sana yardım edebileceğime inanıyorum" dedi. Adam işadamının adını sordu, bir çek yazdı ve eline verirken "bu parayı al ve tam 1sene sonra benimle burada buluş, o zaman borcunu ödersin." dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu. İs adamı çeke baktı. Çekte 500.000 Dolar yazıyordu. İmza ise John D. Rockefeller'e aitti, dünyada o zamanın en zengin adamı."Tüm parasal sorunlarımı bir hamlede temizleyebilirim!" diye fark etti. Ama bunun yerine bu bozulmamış çeki kasasına sakladı. Sadece onun orada olduğunu bilmenin, işini kurtarmak için bir yol bulmasında kendisine yardımcı olabileceğini düşündü.
Yepyeni bir iyimserlikle daha iyi işler almaya ve daha uzun vadeli ödemelerle işlerini götürmeye başladı. Büyük işler aldı. Birkaç ay içinde borçlarından kurtuldu ve tekrar para kazanmaya başladı.
Tam 1 sene sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatte yaşlı adam belirdi. Ama tam işadamı ona çeki verip başarı hikâyesini paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve yaşlı adamı yakaladı.
Hemşire "onu yakaladığıma çok sevindim" diye bağırdı. "Umarım sizi rahatsız etmiyordu. Huzurevinden sürekli kaçıyor ve insanlara kendisinin John D. Rockefeller olduğunu söylüyordu". Ve hemşire adamın koluna girip onu uzaklaştırdı. Şaşkın is adamı orada öyle durdu, sanki donmuştu. İş adamı tüm sene boyunca yeni işler yaptı,aldı, sattı ve kazandı. Arkasında yarım milyon Dolar olduğuna ikna olmuş olarak. Birden, hayal veya gerçekte olsa, hayatını değiştirenin para olmadığını fark etti. Hayatını değiştiren, peşinden gittiği her şeyi başarmasını sağlayan yeni bulduğu kendine güvendi. Evet, İnsanın en kötü hali, özgüvenini kaybetmesiymiş.
Yorumlar Tüm Yorumlar (11)