Meğer ne kadar zormuş baharı beklemek ve meğer ne kadar da zormuş uçakları havada görmemek. Alışılmışları yaşayıp alışılmadıklarını görünce adapte olamıyor insan. Sen 30 yılı aralıksız hareketli yaşa, oradan oraya havacılık hadiselerine koşarken bir yıldır monoton bir havacılık sektörü izle.
Hiç bana göre değil, hiç size göre de değil.
Bir yıl öncesine kadar insanlar hangi şirkete girsem diye seçenekleri gözden geçirirken, şimdi bulunduğu yerdeki işinden kovulmaması için dualar ediyor. O günlerde en yüksek maaşı hayal ederken bugün en düşüğüne yutkunuyor.
Sözü nereye getireceğim merak ediyorsunuz değil mi?
Havacılıktan bahsediyorum. İliklerimize kadar işlemiş, nefesimiz olmuş, hevesimiz olmuş havacılıktan. Yüzbinlerce çalışanı olan, milyonlarca kişinin karnını doyurduğu havacılık.
Havacılık sektörü bağlantılı o kadar çok iş alanı var ki birbirine bağladığınızda inanılmaz bir ekonomik veri çıkıyor ortaya. Tekstilden taksiye, otelden sağlık sektörüne kadar. İşte o yüzden havacılık olmazsa olmazımız.
Olmalı, her daim yükselmeli uçaklar. “uçmayan kalmasın” sloganını bir kenara bıraktık “yerde uçak kalmasın” moduna geçtik.
Tesellimiz şu ki, çok fazla çalışanımız işsiz kalmadı. Şirketler kah kredi ile, kah kendi birikimleri ile ayakta kalıp “bahar gelsin” bekleyişine girdi.
Açıkçası, baharın gelmesini gerçek anlamda bahar olarak algılamayın. Pandemi süreci bir an evvel bitsin, ticaret başlasın, insanlarımız yeniden uçaklarla buluşsun istiyoruz.
Geçen yıl Covid19 salgını başladığı sıralarda Turizm Bakanı Mehmet Ersoy ile yaptığımız görüşmede “Nisan gelse” diyordu. Nisan geldi ama belası ile birlikte geldi. Sonra gözler aşıya çevrildi. Nisan’da değil de aşıda umut var diye düşünüyorum.
Aşı, pandeminin bulaşmasını önleyecek, hastalık azaldıkça güven artacak. Covid19 tedavisinin birincil şartı psikolojiyi yönetmektir. Tüm hastalıkta öyle değil mi?
Öleceğim psikolojisi tedaviyi olumsuz etkiler. “Batacağız” düşüncesi de sektörün dibe vurmasına sebep olur.
Burada önerim olacak. Ama eminim ki yanaşmayacaklar. Lakin biz doğruyu tarihe not olsun diyerek söyleyelim ve kenara çekilelim.
Son bir yılı DHMİ gözden geçirmeli. Tüm havacılık sektörü ve havalimanları içinde ticaret yapanları derin sarsıntı ile sarmaladı.
Tek güçlü DHMİ. O halde DHMİ'ye düşen görev “babalık” vazifesini yapmaktır.
Mesela İstanbul Havalimanı için 2045 yılına ertelediği kira ödemesini tüm sektör için de uygulamalı. Mesela uçak şirketlerinin park ücretlerini hiç almamalı. Mesela, uçuş okullarından hiç kira almamalı. Mesela yerli şirketlerden EUROCONTROL ücreti istememeli. Daha doğrusu Eurocontrol tarafı ile görüşüp Türkiye üzerinden uçuş yapan Türkiye tescilli uçaklardan alınacak ücretlere çözüm bulmalı. O kadar çok şey var ki havacılık adına yapılabilecek şeyler. Mesela İGA için yapılan pozitif ayrımcılığı diğer havalimanı işletmelerine de sağlamalı.
HEAŞ aynı şeyleri Sabiha Gökçen için yapmalı.
Velhasıl DHMİ üzerine düşeni yapmalı.
THY evden çalışanlara yemek ücreti ödemiyor mu?
Bu konu ne derece doğru bilmiyorum ama bir okurumdan gelen mesaj üzerine değinmek istedim. Biliyoruz ki THY dünyada örnekleri olduğu gibi maaşlarda indirime gitti. Bunu normal karşılıyoruz. Ancak yemek ücretlerinin ödenmediği bilgisi geldi.
Evde çalışıyorlar diye yemek ücreti ödenmediği bilgisi doğru ise bu durum hangi gerekçe ile yapılıyor bilmek lazım.
Sendika ile yapılan protokol içinde yer alıyor mu, THY kendi kendine mi bu şekilde bir tasarrufa gitti açıkçası öğrenmek isterim.
Baharı bekliyoruz, havacılık baharı gelsin artık.
Her şeyi bir kenara bıraktım ülkemin ekonomisi, insanların refahı tüm düşüncelerimizin üstündedir.
İyi haftalar olsun.
Yorumlar Tüm Yorumlar (13)