Atatürk ölünce Celal Bayar Hükümeti usulen istifa etti. Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü görevi tekrar Bayar’a verdi ve İnönü, ilk icraat olarak Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşları olan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya kurulan yeni hükümette görev verdirtmedi.
Kazım Karabekir’in başkanlığında, Ali Fuat Cebesoy, Adnan Adıvar, Rauf Orbay, İsmail Canbolat, Feridun Fikri Düşünsel, Sabit Sağıroğlu, Halis Turgut, Refet Bele ve Rüştü Paşa’nın da içlerinde bulunduğu bir kurul tarafından 17 Kasım 1924 tarihinde kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk muhalefet partisidir.
Milli Mücadele’nin sona ermesi ve Cumhuriyetin ilanı ile başlayan ilerici devrimci adımların ardından Atatürk’ün safından ayrılmaya başladılar. 17 Kasım 1924 tarihinde kurulan “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” programında şunlar yer alıyordu;
- Parti, limanlara giriş ve çıkışta alınan gereksiz gümrük vergilerinin derhal kaldırılmasını savunur..
- İç ve dış transit ticaretinin gelişmesini önleyen tüm kısıtlama ve engeller kaldırılacaktır..
- Ulusal sanayinin korunması için getirilen kısıtlamalar kaldırılacak, ithalattan alınan gümrük vergileri azaltılacaktır.
- Ekonomiyi yeniden inşa etmenin zorunluluğu karşısında yabancı sermayenin güvenini kazanmaya çalışılacaktır.
- Her türlü tekelin, bu arada devlet tekellerinin de çoğalmasına karşı çıkılacaktır.
- Merkezi yönetim biçimi yerine yerel yönetimler gerçekleştirilecektir.
- Ülkede liberalizm uygulanacak, devlet küçülecektir.
- Halkın dini inançlarına saygı gösterilecektir...”
Nasıl? Okuduklarınız gerçekten inanılmaz değil mi.?
SANKİ GÜNÜMÜZ “IMF” PROGRAMLARINDAN KOPYA ÇEKİLMİŞ GİBİ...
İnönü’nün Atatürk’ten ideolojik olarak en büyük farkı II. Dünya savaşı galibi Amerika’nın siyasi baskısına göğüs gerememesi idi. Nasıl göğüs gersin, ABD Atom bombası patlatmış bir dünya devi idi. Atatürk ise, ABD ile çıkar temeline dayanan ama hiçbir şekilde iç içe geçmeyen ve ABD’yi Türkiye’nin iç işlerinden uzak tutan bir politika izliyordu.
İnönü Atatürk gibi davranamadı. Zira Atatürk’ün ölümünden sonra baskıcı Amerikan yaklaşımlarına engel olamamış, ABD’nin II. Dünya savaşı galibi olarak ortaya koyduğu politikalardan ülkesi adına çıkar sağlama yolunda bir varlık gösterememişti.
Atatürk ilkelerinden dönüş sürecinin yaygın bir kanı olarak 1950’de başladığı zannedilir. Ancak Atatürk’ün ölümünden yalnızca 6 ay sonra Türkiye, 12 Mayıs 1939'da İngiltere, 23 Haziran 1939’da da Fransa ile iki ayrı deklarasyona imza attı. Deklarasyona göre taraflar “Akdeniz bölgesinde savaşa yol açabilecek bir saldırı halinde, etkin bir biçimde iş birliği yapmayı” kabul ettiler.
Türk Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu, İngiltere Büyükelçisine antlaşmalarla ilgili olarak “Türkiye’nin bütün nüfuzunu, Batı ülkelerinin hizmetine verdiğini” söylemişti.!!”
İngiltere ve Fransa ile imzalanan deklarasyonlar 19 Ekim 1939 tarihinde “Üçlü İttifak Antlaşması” haline getirildi. Antlaşmanın yapıldığı tarihte II. Dünya Savaşı sürmektedir. Böylece Türkiye Kemalist politikalardan ilk ödünü Atatürk’ün üzerinde en çok durduğu konulardan biri olan dış siyaset konusunda vermiş ve batı ile ‘bağımlılık ilişkisi doğuracak antlaşmalara” imza koymuştur; hem de ölümünden yalnızca 6 ay sonra...
Anlaşma yapılan İngiltere daha 15 yıl önce Türkiye’yi yok etmeye kararlı olduğunu, Türklerin vahşi talancılar olduğunu ve Anadolu’dan uzaklaştırılacaklarını’’ söylüyor ve 1930 yılına kadar süren Kürt ayaklanmalarının hemen tümünü kışkırtıyordu.
Tevfik Rüştü Aras’ın yerine Dışişleri Bakanı olan Şükrü Saraçoğlu’nun imzaladığı Üçlü İttifak Antlaşması’na ilk tepki Almanya’dan geldi ve Hitler Türkiye’yi “ikinci derecede işgal edilecek ülkeler” grubuna soktu.
Türkiye’nin tarafsızlık politikasından uzaklaşmasına Almanya’nın ardından Balkan Devletleri ve Rusya tepki gösterdi, özellikle Türkiye ve Rusya artık birbirlerine karşı “öncelikli tehdit” oluşturan iki ülke haline gelmişlerdi.
Gazi’nin dış politika uygulamaları her yerde sekteye uğruyordu. İttifak antlaşması ülkeyi batağa sürüklemekteydi...
• 10 Haziran 1940’da İtalya Fransa’ya savaş ilan edince, İngiltere ittifak Antlaşmasının 2.maddesi gereğince bizden İtalya’ya savaş ilan etmemizi istedi.
• 28 Ekim 1940’da İtalya bu kez Yunanistan'a saldırdı. İngiltere bu seferde 9 Şubat 1933’de Türkiye ile Yunanistan’ın yapmış olduğu dostluk antlaşmasını ileri sürerek Türkiye’nin savaşa girmesini bir kez daha istedi.
• Türkiye Üçlü İttifakın yarattığı sıkıntılardan bunalmışken Fransa Almanya tarafından işgal edilerek savaş dışı kaldı, hükümet bu durumda tarafsız kalabileceğini ileri sürdü.
Türkiye Üçlü İttifak Antlaşmasından kurtulmak istiyordu, ancak İngiltere bu isteği görüşmedi bile...
Almanya’nın savaştaki başarıları üzerine Türkiye 18 Haziran 1941'de Türk-Alman Saldırmazlık Paktı’nı imzaladı. Böylece Türkiye birbirleri ile savaşan İngiltere ve Almanya'nın dostu olarak dünya siyaset sahnesinde komik duruma düşmüştü.!
Türk-Alman saldırmazlık antlaşmasından dört gün sonra Almanya Sovyetler Birliğine saldırdı ve düşman-dost ilişkileri daha da karıştı.
Şimdi İngiltere ve Sovyetler Birliği dost olmuş, Almanya ile saldırmazlık paktı olan Türkiye, Sovyetlerin “güvenilmez komşusu” olmuştu...!
Üçlü İttifak Antlaşması Türkiye’nin Atatürk tarafından çizilen dış politikasının terk edilmesidir.
Daha 20 yıl önce silahlı mücadele ile yenilen ve Türkiye’yi yok etme kararlılığını açıkça ortaya koyan emperyalist devletlere hiç gereği yokken bağlanma yoluna gidilmiştir. Savaşarak kazandığı ulusal bağımsızlığını koruma ve buna bağlı olarak toplumsal kalkınmayı kendi öz gücüne dayanarak gerçekleştirme yolunu terk etmiştir. Bunun anlamı şudur;
Türkiye, sorunlarına başkalarının karışmasına izin vermiştir...
Dini eğitim almış olan Şemsettin Günaltay, İnönü Cumhurbaşkanı olunca Atatürk’e dolaylı hakaret içeren “İnönü devri başlıyor, fazilet devri başlıyor” demiş ve ileride başbakan yapılmıştı.
(Fazilet kelimesi de bir yerlerden çağrışıyor ama.!)
1940-1950 arası 10 yıllık süreç, Kemalist atılımların durduğu, geri dönüş sürecinin başladığı, Türkiye’nin toplumsal düzeyi ve siyasi alt yapısı yeterli olmamasına karşın ABD’nin dayatması ile “çok partili” düzenin kabul edildiği, batıyla uzlaşma kılıfı altında emperyalizmin giderek etkisine girmekle sonuçlanan bir süreç olmuştur.
Atatürk ölmeden önce projeleri hazırlanmış olan Demir-Çelik, Genel Makine ve Elektrolit Bakır gibi yatırımlar programdan çıkarılmış, sanayi ile bağdaşmayan yeni kalkınma planları yapılmıştır.
Türkiye birçok uluslararası oluşuma, bu örgütleri fazla incelemeden, niyetlerini anlamadan, ülke yararına olup-olmadığını yeterince araştırmadan ABD’nin dayatması ile üye olmuştur.
Bunlar neler mi.?
• 24 Ekim 1945’de kurulan BM’ye girildi.
• 14 Şubat 1947’de Dünya Bankasına girildi.
• 11 Mart 1947’de İMF’ye katılındı.
• 22 Nisan 1947’de Truman Doktrini kabul edildi.
• 04 Temmuz 1948’de Marshall Yardım Planı kabul edildi. (İşte teslim anlaşmamız)
- Türkiye'de demiryolu yerine karayolu taşımacılığının tercih edilmesinin, ABD'nin yaptığı Marshall yardımının bir koşulu olduğunu,
- 1950 yılında ulaşımdaki %50 oranına sahip demiryolu taşımacılığının, 2003 yılında % 5’ e düştüğünü,
- Türkiye'de % 95 olan kara yolu taşımacılığının payının; ABD'de % 43 olduğunu,
şimdilerde kimseler bilmez.
Petrol savaşları hala neden devam ediyor? Bizim gibi pazarlar var oldukça devam edeceğinden !
1926 yılında 120 Alman ve 50 Türk’ten oluşan ekip Kayseri Uçak Fabrikası’nı üretim için kurmuş ve dönemin Milli savunma Bakanı Recep Peker kuruluşundan iki sene sonra açılışını yapmıştır.
1930’da Fabrika Milli Savunma Bakanlığı’na devredilmiştir. Fabrika sonradan Hava Müfettişliği’nin emrine verildi. 1932 yılına kadar burada 15 adet Junkers A-20 imal edildi.
1932’ den sonra ilk anlaşma Amerikan Curtis-Wright grubuyla yapıldı. Anlaşmada Curtis’den av, yolcu ve Fledgling uçakları alınması planlandı. Bununla beraber Curtis-Wright uçaklarının montajının Kayseri’de yapılmasına karar verildi. Bu anlaşma sonrasında yapılan anlaşmalarla fabrika, II. Dünya Savaşı’na kadar içlerinde Alman Gotha 145, Ingiliz Miles-Magister gibi uçaklarında bulunduğu 112 adet uçak imal etti.
1939’da fabrikanın uçak üretim, bakım ve revizyon hakkı Türk Hava Kuvvetleri’ne verildi.
Amerikan Marshall yardımı sebebiyle uçak üretimi durduruldu, 1950’de Kayseri Hava İkmal ve Bakım Merkezi oldu. 1. Dünya Savaşının ve devamında 2. Dünya Savaşının temel nedeninin Petrol olduğu göz önüne alınırsa ve Petrol Savaşları günümüzde hala mevcut ise, Türkiye üzerinde oynanan oyunlara daha başka bir göz ile bakmak gerekir.
Marshall Yardımı adı altında Türk sanayi ve Eğitim Sistemi üzerine konan ipotek (başka bir deyişle teslimiyet), hava ve demiryollarından vazgeçilerek petrol ve yan sanayi ürünlerinin tüketimine dayalı “Karayolu” nu ulaşımda ve sanayide kalkınma için temel araç olarak seçmemiz (ya da seçmeye teşvik edilmemiz), denizi doldurarak Topkapı Sarayı Duvarları boyunca sahil yolları, Beşiktaş Bulvarı, sonraları da Otoyol yapımı ve bir Cumhurbaşkanı Tarafından söylenmiş olan “Demiryolları Komünist işidir" veciz sözü, ülkemizin nereden nereye geldiğinin çok açık bir ifadesidir.
Türkiye 15 Şubat 1952’de NATO’ya girdi. Herkes başvurunun DP iktidarı tarafından yapıldığını sanır, ancak Nato’ya giriş için başvuru 4 Mayıs 1950’de yapılmıştı. 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde DP iktidara geldiği için NATO’ya giriş şerefini(l) ise onlar yaşamıştır.
Türkiye bu süreçte ABD ile çeşitli konularda bir dizi ikili antlaşmalar imzaladı. Bunların içinde öyleleri vardı ki, değil bağımsız bir ülke, bir sömürge bile bu antlaşmaları imzalamazdı.
ABD ile yapılan ilk ikili antlaşma 23 Şubat 1945’de ki "Karşılıklı Yardım Antlaşması”.!
Adı “Karşılıklı Yardım” olan bu antlaşmanın temel özelliği, ABD isteklerinin Türkiye tarafından kabul edilmesi, Türkiye'yi ağır yükümlülükler altına sokması ve hiçbir yükümlülük altına girmeyen ABD'nin haklarının korunmasıdır.
Antlaşmanın 2.maddesi şöyledir:
• “T.C. Hükümeti, sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri ABD’ne temin edecektir.” (Böyle bir maddenin bağımsız iki ülke arasında yapılan bir antlaşmada yer alması mümkün değildir.)
• Türk Hükümeti ABD’ne hizmet sunmakla görevli olacak, bu görevin sınırı da belli olmayacak...
(Gerçekten inanılmaz...)
Bu antlaşmanın birde 5.maddesi vardır ki:
• “Türkiye parasını ödemiş olsa da ABD Başkanı gerek görürse, aldığı malzemeleri geri vermeyi kabul etmiştir...”
LEND-LEASE
Agreement and exchanges of notes signed at Ankara February 23,1945, Entered into force February 23,1945. 59 Stat. 1476; Executive Agreement Series 465
Agreement Between the Government of the Untied States of America and the Government of the Republic of Turkey on the Principles Applying to Aid Under the Act of March 11, 1941
Article II
The Government of the Republic of Turkey will provide to the United States of America such articles, services, facilities or information as it may be in a position to supply, and may authorize.
Article V
The Government of the Republic of Turkey will return to the United States of America at the end of the present emergency, as determined by the President of the United States of America, such defense articles transferred under this Agreement as shall not have been destroyed, lost or consumed and as shall be determined by the President of the United States of America to be useful in the defense of the United States of America or of the Western Hemisphere or to be otherwise of use to the United States of America.
İkinci antlaşma, 27 Şubat 1946’da yapılan bir kredi antlaşmasıdır.
Bu antlaşmanın özü, dünyanın değişik yerlerinde ABD’ nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmesi pahalı olan eskimiş, bozuk savaş artığı malzemeyi satın alması koşuluyla Türkiye’ye 10 milyon dolar borç verilmesidir. Antlaşmanın II.bölüm 1.maddesi şöyledir:
“ABD Dış Tasfiye Komisyonu, Türk Hükümetine satacağı malzemelerin fiyatlarının, envanterini ve listelerini verecektir. Satış fiyatı ilgili mümessiller tarafından görüşülecektir. Türk Hükümeti tarafından malzeme bulunduğu yerden ve bulunduğu gibi alınacaktır. Alınan malzemenin mülkiyeti Türkiye’ye geçmeyecektir. ABD Hükümeti alınan malzeme için herhangi bir teminat vermeyecektir.”
Bu ve önceki antlaşmada yer alan maddelerin ne anlama geldiğini Türkiye ve İnönü 1964 Johnson Mektubu ile öğrenecektir.
LEND-LEASE SETTLEMENT
Agreement signed at Ankara May 7,1946; exchange of notes at Ankara May 25,1946, Entered into force May 25,1946
Agreement on Lend-Lease and Claims Between the Governments of the United States of America and of the Republic of Turkey Declaring that the recent Agreement between the two governments covering civil aviation and the application of the Government of the Republic of Turkey for membership in the International Bank for Reconstruction and Development and the International Monetary Fund are consonant with the spirit of the principles mentioned above,
Are agreed as follows:
Article II
The Government of the Republic of Turkey will pay to the Government of the United States a net sum of 4,500,000 United States dollars within thirty (30) days after this Agreement has been executed. This amount is in payment for
Article IV
(a) Under Article V of the Agreement dated February 23, 1945, on the Principles applying to Mutual Aid Between the Governments of the United States and of the Republic of Turkey, the Government of the United States has the right to recover at the end of the present emergency, as determined by the President of the United States, such defense articles transferred under that Agreement as have not been destroyed, lost or consumed, and as shall be determined by the President to be useful in the defense of the United States or of the Western Hemisphere, or to be otherwise of use to the United States.
23 Şubat 1945 tarihinde borç alma ve kiralamalarla ilgili “karşılıklı yardım anlaşması” sonucu imzalanan “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki “27 Aralık 1947 Fulbright Antlaşması” ile oluşturulan komisyon, T.B.M.M.’nin, Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu ile 3 Mart 1924 tarihinde Anadolu’da kapatılan Toplam 2148 yabancı okul ki yarısından çoğu ABD okulu idi, ABD kapatılan bu okullarının acısını bu komisyon ile alacaktı. (Bakınız “Neden Harf Devrimi”)
4’ü Türk, 4’ü ABD’lilerden oluşan komisyona ABD’nin Türkiye Büyükelçisi başkanlık ediyor ve üstün çocuklarımızı seçip, parasını bize ödetiyor ve kendi ülkelerinde kendilerine uygun bir şekilde yetiştirmeyi hedefliyordu.
Antlaşmanın 1.maddesi;
“Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu adı altında bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon, niteliği bu antlaşma ile belirlenen ve parası Türk Hükümeti tarafından finanse edilecek olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracaktır.”
Antlaşmanın en dikkat çekici 5.maddesi ise;
“Komisyon dördü T.C. Vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir...”
“Yeni Dünya Düzeni” politikalarının bizim için öngördüğü “dinsel eğitim” - “eğitimin dinselleştirilmesi” sistemli bir şekilde yapılan ama hemen hepsi de Kahire’de imzalanan «Kredi Anlaşması» ile borçlandırmaya dayanan parasal gücün ülkemize yansıması ile büyük bir boyut ve ivme kazandı. “Eğitim birliği”, “dini eğitimde birliğe” kaydı.
Menderes ve arkadaşlarının CHP’den istifa ederek DP’yi kurmaları, 1980 Askeri darbenin dokunmadığı dinci guruplar ve her yeni kurulan dinci bir partinin iktidar olması gibi AKP’nin kuruluşu da bu görüşü destekliyor.
Rahmetli İsmet İnönü, 1963’te, Türkiye’yi ABD’nin yarı sömürgesi yapan bu durumu, şöyle açıklamıştı:
“Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu? Hepsinin çevresinde uzman denen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurdan önce sefirden öğreniyorum.”
İnönü’nün, dünya hakimiyetini ele geçirmiş olan ABD’nin tehdidi ve Komünizm tehlikesi karşısında eli-kolu bağlı. Türk Sivil Havacılığının 1940’lı yıllardaki müthiş gelişimi ve saldırgan ülkelerin Türkiye planları karşısındaki durumu ilginçtir.
Tarafsız kalma politikası yürüten Atatürk, sanayi devrimine geçişteki en önemli ve en kıymetli unsurun insan olduğunu bilmekte idi.
Birey yetiştirmek, onun ilk hedefi idi. Bu nedenle Köy Enstitülerini kurdu. Köy Enstitüleri eğitim modeli, bireylere olayların farkına varabilme yetisi kazandırıyordu. Kendi bilincine varan, ülkesinin ve dünyanın değerlerinin farkına varır. Bu da yurttaşlık bilincini yaratır.
16.400 kadın ve erkek öğretmen ile 7300 sağlık memuru ve 8756 eğitmen yetiştirmiştir.
İLKELERİ:
- Çevreye uygunluk ilkesi.
- öğrencinin doğasına uygunluk ilkesi.
- Kendi kendini yönetim ilkesi.
- İş içinde kendi kendine çalışma ilkesi.
- öğrenciye yetki ve sorumluluk verme ilkesi.
O güne göre bugün kaç meslek okulunun kaldığına siz karar verin.
Bugün bu ilkeler doğrultusunda eğitim aldınız mı? Bir düşünün.
Köy Enstitüleri’nin temel hedefi, bu eğitim modeli ile kişinin kendi farkına varıla bilirliğini kazanmasıydı. Öğrenciler anlıyor, düşünüyor, sorguluyor ve üretiyordu.
Marshall Yardımı ve sonra NATO, nasıl etkiledi bizleri;
- Önce Enstitülerin yöneticileri ve öğretmenleri değiştirildi. Arkasından 2000 öğrenci sınıfta bırakılarak enstitülerden uzaklaştırıldı. Babalarına tazminat davası açıldı.
- 1947'de çıkarılan 5117 ve 5129 sayılı yasalarla köylerde görev yapan enstitülü öğretmenlerin kurumlan ile ilişkisi kesildi. Ellerinden araç gereçleri alındı.
- Yüksek Köy Enstitüsü, 1947-1948 öğretim yılında kapatıldı.
- 9 Nisan 1947 günü bir yönetmelikle öğrencilerin yönetimde söz sahibi olmalarına son verildi, ders dışı çalışmaları kısıtlandı.
- 9 Mayıs 1947 günlü genelgeyle karma eğitime son verildi.
- 20 Mayıs günlü genelgeyle enstitü kitaplıklarında sakıncalı görülen kitaplar ayıklandı ve yakıldı.
- 1948’de enstitülerde izlenen programlar öteki okulların programlarına çevrildi, iş eğitimine son verildi.
- Enstitüleri bitiren öğretmenler amaç dışı olarak ilkokul veya gezici başöğretmenliklere atandı.
- Birçok enstitü mezunu öğretmenin, yedek subaylık hakkı ellerinden alınarak çavuş çıkarıldı.
- Artık, gazetelerde kimi yerlerde Köy Enstitülü öğretmenlerin komünistlik yüzünden tutuklandıkları haberleri yayınlanmaya başladı.
Savaş bitmiş ve yeni bir düşman yaratma zamanı gelmişti. ABD’nin birinci 50 yıllık planı işte ilk defa burada devreye girdi. “Komünizm en büyük düşmandır, başı görüldüğü yerde ezilmelidir.!”
O zamanlar ABD, Komünistlik = Dinsizlik diye pazarlıyor ve halkları korkutuyordu. Komün sistemi baştan sona kadar Emperyalist ve Kapitalist sistemin karşısında ve eğitimli Rus halkının ortak üretiminin temel yapısıydı. Atatürk’ün kurduğu Tarım Kredi Kooperatifleri de bu tür imece çalışmaları içeriyordu. Türkiye Tarım Kredi Kooperatiflerinin kuruluşu, 1863 yılında Mithat Paşa’nın kurmuş olduğu “Memleket Sandıkları”na dayanır. Türk milletinin tarih boyunca başarı ile yaşatmış olduğu “Ahilik” ve “İmece” gibi yardımlaşma ve dayanışma esaslı sosyo-ekonomik örgütlenmeler; çağdaş anlamda kooperatifçiliğin gelişmesine zemin oluşturmuş ve Atatürk 1936 yılında Mersin'in Silifke kazası Tekir Çiftliği Tarım Kredi Kooperatifine kurucu ve 1 numaralı ortak olmakla hem kooperatifçiliğe olan inancını ortaya koymuş, hem de modern tarım tekniğini uygulama konusunda yol gösterici olmuştur. Tüm bu köklü çalışmalar ve kavramların mevcut olduğu ülkemizde, içimize neden yabancı sözcük ile girdiler anlatayım. Komün, en küçük topluluk demektir. Bir köy meydanında toplanan kişiler küçük bir topluluk oluştururlar ve bunun Latincesi Komün'dür ve bu topluluk köyün ve kişilerin işlerini birlikte yaparlar. Bizde ise buna "imece" denir. Ne yani, “İmece en büyük düşmanınızdır, başı görüldüğü yerde ezilmeli.!” deselerdi kanacak mıydık?
ABD ile yapılan ikili antlaşmaların tümünde ortak olan bir özellik vardır. Bu antlaşmalar planlı bir bütünsellik taşır ve birbirleri ile tamamlayıcı bağlantılar içindedir.
Karanlık amaçlı, diplomasiden yoksun, ehil ellerde yapılmayan antlaşmalar, gün gelir sizi “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye oradaki yerini alır” demek zorunda bırakır.
Belki de özel bir amaca, asırlarca devam edegelen bir anlayışa yönelik çalışmanın ürünü idi bu antlaşmalar. Geçmişteki politikacıların yaptıkları yüzünden ülkemiz şimdi bu sıkıntıları çekmekle birlikte hala Cumhur Başkanlarımız, yayınlanmayan ikili anlaşmalar imzalamaktadırlar. Geçmişini bilmeyenler, geleceklerine yön veremezler.
“Muhterem milletime tavsiyem odur ki,
Sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki ve vicdanındaki cevher-i asliyi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an vazgeçmesin.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Seni anlamaya çalışmadıkça, geleceğimiz de hep ipotek altında kalacaktır.
Yorumlar