LinkedIn’de ‘B787 Üretiminde Rus Parçası Gecikmesi’ başlıklı bir paylaşımda ‘uçaklarda kullanılan ısı enjektörleri’nden bahsediliyordu. Bu yoruma verilen yanıt şöyle; “Merhaba. Isı enjektörü (?) değil- eşanjör. Söz konusu Parçanın ismi Heat Exchanger. Türkçesi Eşanjör.”
Ben de benzer kullanımlarda bulunduğum için kendimi yargılarım ama asla başkalarını değil. Kendi bilgi alanımız içerisinde zorunlu olarak o kadar çok yabancı sözcük kullanırız ki, aklımıza Türkçesi var mı yok mu? diye düşünmek gelmez. Şimdi uzmanı olduğum işte çalışmıyorum ve geç de olsa örnek olmaya ve yeni nesillere bu arayış ve uygulamayı hatırlatacak, örnek olarak kullandığım ve benim iyi niyetimi sömürmeden anlayışla karşılayacağını bildiğim isimler üzerinden örnekler vererek bu Türkçe sözcük konusunu sık sık anımsatmayı kendime görev ediniyorum.
“échanger”, takas etmek anlamında Fransızca bir sözcüktür.
Bizde, Türkçemizde ısı değiştirici ya da bir akışkandan diğerine ısı transfer etmek için yapılmış bir alete eşanjör denmekte. Yaptığı iş aslında bir değişimdir. Arapça Takaşş (takas) da diyebilirsiniz.
Türkçemize girmiş birçok teknik terim için Türkçesi üretilmemiş olduğundan, işin kolayına kaçıp yabancı dilden sözcük almak kolayına gelmiştir bazılarının. Bize (meslektaşlara) düşen ise bu sözcüklerin yerine Türkçelerini bulmak, yaratmak.
Meslek sözcüğü de Arapça'dır. Öğreti, dizge, yapış yolu anlamında olan sözcük için bile hiç uğraşmamış, olduğu gibi kabul etmişiz. Öylesine gözü kara bir kabul ediş var ki yaşamımızda, Arapça "şey" sözcüğünün çoğulunun "eşya", "harf" sözcüğünün de yanda duran anlamına geldiğini bilmeyiz. Bir kalemi ben kullanacak isem, o kalem masamda, önümde, yakınımda durmalı. Eğer bu kalem, masanın en uç köşesinde duruyor ve işe yaramıyorsa, buna "harf" denir. Hani bizim yazı araçlarımızdaki harf var ya, onlar da sağda solda dağınıkken, tek başına bir hiç iken, hiçbir işe yaramadıklarından dolayı onlara “harf” demişler (yanda duran).!
Atasözleri vardır, hani bir şey olduktan sonra hatırlanan. Harf gibi yanda duran, gerekli olmadıkça hatırlanmayan! Bir de Hızır gibi yetişti dediklerimiz.
Tek başına bir anlamı ve değeri olmayan bizler, ister kendimize isterse de başkalarına ne değer biçersek biçelim, yerinde kullanmadıkça anlam kazanmayan her durumdaki eksiklikten yine bizler sorumluyuz. “Yani, Aynen, Sıkıntı yok, Ben de” sözcüklerinin bir fikri, görüşü, temenniyi anlattığı tek toplum biziz. Çünkü kendini ifade edebilme yetisi yok insanımızın…
Ülkemizde;
- Yabancı dil bilenlerin oranı % 9.
- Üniversite mezunlarının nüfus içindeki payı % 12.
- Türkiye’nin % 67’si ailesiyle birlikte yaşıyor.
- Tek başına yaşayan kişilerin nüfusa oranı % 2.
Ailelerimizde Kültüre harcanan hane bütçesi % 3.
Normal koşullarda, çocuklar doğduğunda %5'i, "üstün nitelikli" doğarlar. Sizin burada hiçbir şey yapmanıza gerek yok. Onlar “üstün niteliklidirler”. Biz ise o %5'i alıyoruz, 12 yıl eğitiyoruz ve bu oranı %2.2'lere kadar düşürüyoruz. Bizim en büyük sıkıntımız bu.
Resmi sayımlara göre 12 yıl eğitimden geçen çocukların ders kitapları İngiltere’de 71 bin, Japonya'da 40 bin, İtalya’da 32 bin sözcükten oluşmakta. Bizde ise bu sayı 10 bini bile bulmuyor. Şu sıralarda bir de eğitimde sadeleştirmeye gidilecekmiş. Halbuki bizim çocuklarımız bu sayının ancak %10 ile düşünüp konuşmaya çalışıyorlar.
Bazı dillerin sözlüklerinde ise sözcük hazne dağılımı şöyle;
Japonca 500.000 sözcük, Felemenkçe 430.000 sözcük, Çince 370.000 sözcük, İngilizce şu anda kullanımda olan 171.476 sözcük, Fransızca 130.000 sözcük.
Her tür dil seviyesi için gerekli temel sözcük sayısı A1 seviyesi için 500, A2 1.000, B1 2.000, B2 4.000, C1 8.000, C2 16.000 kadardır.
5.000 sözcük, en sıradan metinlerin yaklaşık %98'ini anlamanıza izin verir. Böyle bir sözcük dağarcığı boyutu, doğru bağlamsal tahminde bulunmayı da garanti eder.
Hangi dil olursa olsun, bilimsel kaynaklar anadil bakımından bellekte bulunan sözcük ailesi sayısını ortalama 20.000 civarında vermektedir.
Bir dilde hakimiyet kurabilmek adına, “okuma” için 8.000 – 9.000 ve “dinleme” için ise 6.000 – 7.000 sözcük bilmek gerekmektedir.
Türkçemize girmiş olan yabancı sözcük adetleri ise şöyle;
Arapça 6.467, Fransızca 5.253, Farsça 1.359, İngilizce 485, Rumca 400, Almanca 98, İtalyanca 89, Latince 78, Yunanca 48, Rusça 44, İspanyolca 33, Slavca 24, Ermenice 24, Soğdca 24, Bulgarca 19, Macarca 9, Japonca 9, İbranice 7, Moğolca 4, Portekizce 3, Norveç 2, Fince 2, Korece 1 ve Arnavutça 1, ve toplamda 14 bin.
Sanayi ve teknolojiye geçişte de aynı sıkıntıyı yaşamışız. Ulaşımda kullandığımız çoğu araç, kendi yabancı adıyla Türkçemize girmiş ve kabul görmüştür. “Kendinden Hareketli” diyebilmek için o teknolojiyi bilmek, anlamak ve üzerinde uğraşmak gerektiğinden kısaca “otomobil” diyerek kendisini ve parçalarının adını birlikte kabul etmişiz. Bu nedenle raylı sistemde bugün kullandığımız araçların hemen hepsi kendi dilinde söylenmektedir.
Kitap yazarken çektiğim en büyük sıkıntı, Türkçe sözcük dağarcığımın beni zorlaması. Ben ise daha ortaokul sürelerinde tiyatro eğitimi almaya başlamış ve Ankara’nın en gözde sanatçılarından dil ve söyleyiş (Arp: telaffuz) eğitimi alıp 12 sene (Julius Caesar, A Midsummer Night's Dream, Pollyanna, Bir Evlenme Teklifi, Ayı gibi) çeşitli oyunlarda yarı amatör rol almış biri olarak böyle zorlanacağım hiç aklıma gelmezdi. İlk şaşkınlığım Cahit ATAY’ın Nisan 1966 basımı Pusuda piyesinin daha ilk sayfasında Dursun’un repliği; “…. Amanın, sen bu urbalarla mı çıkacan?” Urba, giysi anlamında. Hele bir de o dönemde yabancı dilde eğitim aldığımı düşünürsek, neden yabancı sözcükleri Türkçe’ ye çevirmekte zorlandığımı fark ettiğim an. Bu bir uyanıştı benim için. Artık biliyorum ki iyi bir çevirmen olmak için çevireceği dili iyi ama çok iyi bilmeli insan. Sözcük dağarcığın üst seviyede olmalı. Bir de konularına göre çeviri söz konusu olunca, işin ne kadar zor ve çetrefilli olduğu inanılmaz. Tabi ben yaptım oldu demeyecek iseniz. Bunun sağlamasını çeviri dersinde şu tümce ile örnekledi hocamız; “The smallness of minute elements are asthonishing”. Small, minute ve element’in ne olduklarını bilmemize rağmen o an bunların Türkçe karşılığını tümce içinde sıralamakta zorlandığımızı utanarak söylemeliyim.
Tüm bu yazıp anlattıklarım, Türkçe biliyor olmamızla ilgili değil, Türkçeyi koruyup kollamamız ve geliştirmemiz için. Dil yaşayan bir varlıktır. Kişiliğinizin oluşması, çevreye bakış açınız, anlama yeteneği ve görebilme sezgisi arttıkça gelişecek ve anladıkça soracak, araştıracak, yenileme, geliştirme yanı sıra üzerine koyarak yepyeni buluşlara imza atabileceksiniz. Hayal edebilmek için çok okumak gerekir. Yine de sizler hayal edin, sorun, soruşturun ama mutlaka Türkçenizi geliştirecek kitaplar okuyun.
Yukarıdaki fotoğraf, seyretmek üzere gittiğim bir oyunun baş rol oyuncusunu 41 derece ateşle kuliste yatarken bulduğumda, elime tutuşturulan okuma provalarında kullanılmış ek ve düzeltmelerle yoğrulmuş Pusuda oyununa itilme ve kakılmalarla çıktığım, elimde tüfek ve piyesin metni (tekst) ile sahnede göstermekte.
"Silah geçmişini halletmek içindir, kitap ise geleceğini. Bu yüzden kendini eğitmeli, kitap okumalısın."
Said Mahran
Ve en önemlisi kitapların şarjı bitmiyor.!
Yorumlar