Bazen "ne haliniz varsa görün" demek geliyor insanın içinden. Tabandan gelen bir insan olarak her daim çalışanın yanında yer almama rağmen "körü körüne çalışanı destekle" istekleri de bıktırıcı hale geliyor.
Geçen hafta yazdığım yazıya binaen gelen yorumlardan rahatsız olduğum için böyle yazarak başlamak zorunda kaldım. Zira zaman zaman bizleri üzecek yorumlarla karşılaşmak ne demek istediğimizi anlayıp da anlamamazlıktan gelinmesi, anlayışla karşılayacağımız bir durum değil.
"Sektör ölüyor diyorum daha ne diyelim" başlıklı yazımda EASA'nın uçuş görev sürelerini düzenleyecek kararının 2017 yılında uygulanacak olmasının Türkiye'de 2020 yılına ertelenmesini öneriyorum.
Sebebini de açıklıyoum. Şirketler ekonomik yük altında diyorum. İşler kötü, turizm yerlerde, uçaklar boş uçuyor, şirketler cepten yiyor, borç yiyor, patır patır personel çıkartılıyor diyorum. Ek maliyet binerse, ya iyice küçülüp yüzlerce personel daha kapı dışarı atılacak ya da diyorum.
Bakın örnekleri uygulamalarla sabit. Şirketler giderleri bir şekilde sübvanse etmek, minimize etmek için çeşitli uygulamalar devreye sokuyorlar.
Örnek mi vereyim. Sıcağı sıcağına o halde.
Daha üç gün önce THY 330 pilotlarına ne dedi? "Ücretsiz izin kullanın" dedi. Niye dediğini de sorarsınız şimdi. İşte bu yüzden. THY'nin arkasında koskoca Türkiye Cumhuriyeti olmasına rağmen, sinekten yağ çıkartmaya çalışıyor.
Özel şirketlerden uyanık Pegasus, hostesleri işten çıkartıp sonra ücretli hostes kursu açarak bir taşla iki kuş vurup, ekonomik düşündüğünü söylemeye bile gerek yok. Pegasus cinliği diyebiliriz buna.
Hala anlamak istemiyorsanız işsiz kaldığınızda ağlamaya hakkınız yok. Bizim işten çıkartılanlara verdiğimiz desteği hem haberlerimizde görebilirsiniz hem de köşe yazılarımızda. Gayemiz şirketleri yaşatmak ve daha çok personel istihdamını sağlamak.
Unutmayın biz her daim çalışanın yanındayız. Dolu örnekler verebilirim. Mesela, THY'de yapılan FETÖ operasyonları kapsamında yüzlerce kişi aynı torbanın içine atıldı ve biz buna karşı çıktık. Nitekim söylediklerimiz hep doğru çıktı. Üniversitelerde aldatılan çocuklara biz sahip çıktık. Pegasus'ta kahvaltı masalarında atılan hosteslere biz sahip çıktık. THY Teknik'te atılan teknisyenlere biz sahip çıktık. Kısacası biz haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan değiliz. Yarın sizler de atılırsanız sizin de sesiniz olacağız.
Gelelim Sabiha Gökçen Havalimanı satışı meselesine.
Savunma Sanayi Müsteşarlığı'na ait Sabiha Gökçen Havalimanı. Müsteşarlığın alt şirketi HEAŞ tarafından yönetilen havalimanının terminal kısmı zaten özel şirket tarafından işletiliyor. Burada söz konusu satış apron ve pist olsa gerek.
Apron ve pist satılsa bile iki adet alternatifiniz var. Ya mevcut işletmeci şirkete vereceksiniz ya da bu işin gerçek sahibi Devlet Hava Meydanları İşletmesi'ne devredeceksiniz.
İhale kanununa aykırı olduğu için doğrudan terminal işletmecisine veremeyeceğinize göre tek şık kalıyor. Bu işin ehli olan DHMİ'ye devredeceksiniz.
Nitekim Savunma Sanayi Müsteşarlığı'ndan bir yetkili bu konuyla ilgili DHMİ ile görüşüyor. Lakin henüz bir yol katedilmiş değil. Sadece düşünce paylaşılıyor ve nasıl olması gerektiği üzerinde fikir jimnastiği yapılıyor.
Gelen teklif şöyle; DHMİ pistleri, apronu ve diğer alanları alsın terminal gelirleri yine HEAŞ'a kalsın.
Olabilirliği var mı? Hayır.
Ya tam teşekküllü bedeli karşılığı devredeksiniz ya da bu şekilde devam edeceksiniz. Devam etmesi de mümkün değil. HEAŞ bu konuyu bilmiyor. Daha ikinci pistin ihalesini bile yapamamış bir kurum, ileriye dönük planlama yapamayan bir kurum havalimanı işletme kültürünü geliştiremeyen bir kurum sıkışan hava trafiğini yönetecek alternatifler üretemez.
Sabiha Gökçen Havalimanı'nı daha efektif çalıştırabilecek sistemi DHMİ gerçekleştirebilir. O sebeple SSM, devir işlemini makul bir öneri ile DHMİ ile uzlaşmalı.
Başka türlü satış söz konusu olamaz. En azında tablo böyle gösteriyor. Gerisi kamuoyunu meşgul etmekten başka bir şey değildir.
Yorumlar Tüm Yorumlar (37)