“Gerçeğin sadece 'gerçek' olması yeterli değildir; aynı zamanda anlaşılmalı ve pratikte uygulanmalıdır. İkisi arasındaki fark önemlidir çünkü insan kolayca, 'gerçek' olan ancak uygulanamayan bir gerçeği hayal edebilir; bu durumda gerçekten anlaşılmamış ve dolayısıyla hiçbir şekilde gerçek olmayan bir gerçek olur.”
(Jean-Paul Sartre, "Eleştirel Diyalektik İnceleme," Bölüm 4, Bölüm 1, "Yöntemsel Düşünceler.")
“Devrimci durum, egemen sınıfın eski toplumsal ilişkileri korumaya ve onları kurtarmaya yetecek kadar gücü olmadığı, toplumun alt tabakalarının ise eski toplumsal ilişkileri yıkmak ve onları kendi toplumsal ilişkileriyle değiştirmek için yeterli güce sahip olduğu tarihsel dönemdir.”
(Lenin, V. I. (1917). Devlet ve Devrim.)
Toplumu oluşturan unsurlar arasındaki maddi ve manevi farklılıklar arttıkça doğal, adım adım gelişmenin yerini sıçramalı, ani değişim ihtiyacı alır. Ülkemiz tarihinde devrim ve darbeler bu açıdan değerlendirilebilir.
Çelişkiler maddi ve manevi farklılıklardan kaynaklanan menfaat çatışmalarıdır. Çelişkiler reformlarla aşılamayacak aşamaya geldiğinde toplumun bazı unsurları devrimci yöntemlere başvurur. 60-70’ler sonrasında Türkiye’de devrimci yöntemler makro ve mikro seviyelerde sık sık uygulanmıştır.
Devrimci yöntemler yapıcı yaklaşımlarla durumu iyileştirmek değil aksine durumun iyileşmesinin mümkün olmadığını göstermek üzerine yoğunlaşır. Örneğin son seçimlerde Millet cephesi yeni kabul edilen Cumhurbaşkanlığı sistemini geliştirmeye yönelik değil onu yıkıp geriye parlamenter sisteme dönmesi için çalışmıştır.
Türkiye’de önemli bir kültürel sorun 60-70’lerden kalan mücadele yöntemlerinin, devrimci yaklaşımların hala etkin olmasıdır. Ülkemizin uzlaşmaya dayanan, sorumluluk alan, al-ver ilişkilerine dayanan yaklaşımlara ihtiyacı vardır.
Türkiye’de toplumda var olan çelişkiler devrimci yaklaşımları başarılı kılacak kadar güçlü değildir.
Ali Rıza SARAL 27 Ağustos 2023
Toplumsal yaşantımızda söylemler ile yapılanların zıtlığı ahlaksızlığı doğurmuştur. Bunun yadsınamaz nedeni, bu zıtlığın kişisel getiri için kullanılması ve bireyselliğin öne çıkmasıdır. Toplumda zaten var olan çıkarcılık ister düşünce ister din isterse de toplum uğruna söylenmiş tüm sözlerin aksine birilerinin zenginleştiğini görmek, bu çıkarcılık ve ahlaksızlığın açık reklamı olmuştur.
Jean-Paul Sartre ve Lenin, bu gerçeğin pratikte uygulanıyor olması açık ve net ifade etmişlerdir.
Şafak NAKAJİMA şu soruyu soruyor;
“Toplumu bir arada tutan saygı, dayanışma, kültür, etik, adalet gibi değerler yok edildikçe neler yitirdiğimizi görebiliyor musunuz?
Giderek daha fazla insan, hayattan hiç zevk almadığını, yaşamak ve bir şeyler yapmak için motivasyonu kalmadığını söylüyor.
Sayısız genç, geleceğe dair hiçbir umut beslemiyor. Böylesi sıkıntıların kaynağı yalnızca bireysel becerisizlikler değil! Bu durumun çok önemli toplumsal bir boyutu da var!
Sosyoloji biliminin kurucularından Emile Durkheim, birey ya da toplumun, doğruyu yanlıştan ayırmaya yarayan ölçütlerinin kaybolduğu, norm ve değerlerinin çöktüğü, yeni norm ve değerlerinse henüz benimsenmediği kuralsızlık durumuna “ANOMİ” adını verir. Anomi, bireylerin ve toplumun anlam kaybına uğraması demektir.
Bizleri bir arada tutan ortak ahlaki değerler ve hukuk kuralları işlevsiz hale geldiğinde normlar dağılır. İnsanlar normlarını, içinde yaşadıkları toplumlardan alırlar.
Anomide kurallar, birbiriyle çelişir.
Bir gün alınan karar veya söylenen söz, ertesi gün inkâr edilir. Kanun ve kurallara uymamanın yaptırımı olmaz. Uygulamalar keyfidir, akıl erdirilemez! Giderek ilkesiz, sorumsuz davranmak sıradanlaşır; kuralsızlık yerleşik kültür halini alır. Ortak değerlerin kaybı, insanların birbirine olan duyarlılığını ve saygısını da azaltır. Dayanışma ortadan kalkar. Bencillik artar, paylaşım duygusu yok olur. Şiddet tırmanır.
Cehalet kendinde, akla ve aydınlığa fütursuzca saldırma cesaretini bulur. Çünkü böylesi toplumlarda ileriye ve aydınlığa yönelik ortak bir utku yeşeremez. Bilginin önemi azalır. Eğitimin amacı, yaşamın bilinmezlerini keşfetme heyecanı olmaktan çıkar; para kazanma amacı olarak bir diploma edinme telaşına dönüşür.
Anomi pusulasız gemi gibidir. Anomik toplumlar; yönünü yitirir. Her tür toplumsal örüntü, zamanla değişecek hatta çözülüp gidecektir elbette ama anomide çözülüp gidenin yerine yenisi inşa edilemez. Toplumsal doku gevşer. Kitle iletişim araçlarının, değersizliğin temsilcilerini sözde “uzman” olarak sürekli ekranlara ve basına taşımasıyla, yaşanan tuhaflıklar normalleştirilir. Böylece bireyleşememiş eğitimsiz kitleler, mantıksız ve ilkesiz davranışlarını meşrulaştırır.
Hayatın anlamsızlaşması, değersizlik duygusu, heyecan yitimi, hedef belirleyememe, umutsuzluk ve çaresizlik, hiçbir şeyin hiçbir zaman düzelmeyeceğine olan inanç, görünmeyen zehirli bir gaz gibi yayılarak bireyi ve toplumu yavaş yavaş öldürür.
Şafak NAKAJİMA
Şöyle bir düşünürsek, toplum olarak Asya kökenli olsak da Ortadoğulu tavır içimize işlemiş. Bu cehalet denizinde kaybolmamızın elbet özlü sözlerle de ilgisi var. Sonuç olarak bu sözler de bizim. Her ne kadar çelişkili olsa da,
Damlaya damlaya göl olur / Taşıma suyla değirmen dönmez
Söz gümüşse, sükût altındır/ Sükût ikrardan gelir
İki gönül bir olunca samanlık seyran olur/ İki çıplak bir hamama yakışır
Korkak tilki çok yaşar / Sakınan göze çöp batar
Zararın neresinden dönersen kardır/ Battı balık yan gider
Eğri otur doğru söyle/ Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar
Düşenin dostu olmaz/ Dost kara günde belli olur
Erken kalkan yol alır /Acele işe şeytan karışır
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır / Lafla peynir gemisi yürümez
İyilik yap denize at/ Merhametten maraz doğar
Zararın neresinden dönülse kârdır/ Gelen gideni aratır
Harama el uzatılmaz /Üzümünü ye bağını sorma
Yukarıdaki fotoğraf, fotoğrafçılık eğitiminde sık sık verilen bir derstir. Ne vücudun ne de yüzün simetrisi birbirini tutmaz. Bir yüzün sol yarısına, sol yarının aksini eklediğinizde ve/veya bunun tersini sağ tarafına yaptığınızda, çok değişik sonuçlar elde edersiniz.
Bundan dolayı fotoğrafçılık alet, bilgi ve ekipman işi değil, bir yetenektir. Bilgi ve ekipman sadece sizin yeteneğinizin yansıtılmasına yardımcı olur. O nedenle gerçek, görmeyi bilen, görmek isteyenler için başka anlamlar ifade eder. Bu nedenle “herkesin gerçeği kendine” sözü ünlüdür.
Ayrıca insanlar kendilerine fısıldanarak söylenen her şeye inanırlar. Bu nedenle gelin kulağınıza bir söz fısıldayayım;
“Para az değil, hırsız çok.”
240527
Yorumlar