Sultan Abdulhamit bile CEHALET’in sebebi olarak Arap harflerini sorumlu tutmuş.
Türk tarihinde Latin harfleriyle yazılan ilk Türkçe metin, 3.Selim döneminde görülür. Fransız Devrimi'nin yapıldığı 1789 yılında tahta çıkan 3.Selim, saray hizmetinde görevlendirmek için Fransız mimar Antoine Ignace Melling'i, bilinen adıyla Melling Paşa'yı himayesi altına aldı. Kısa sürede Türkçeyi söken yetenekli mimar, hiçbir zaman Arapça harfleri öğrenmedi. İstanbul'daki ilk işi padişahın kız kardeşi Hatice Sultan'ın Ortaköy'deki sarayını restore etmekti. Ancak ortada bir sorun vardı; namahrem olduğu için Hatice Sultan'ın karşısına geçip yüz yüze görüşemezdi. O da düşüncelerini sultana Türkçe olarak Latin harfleriyle kaleme aldı. Hatice Sultan da Melling'in mektuplarına yine Latin harfleriyle yazılmış Türkçe yanıt verdi. Bu sıra dışı tecrübe, çok geçmeden Osmanlı aydınları arasında dilde reform ve yeni alfabe tartışmaları su yüzüne çıkardı. Osmanlı'da modernleşme ve yenileşme hareketinin başladığı Tanzimat Dönemi'nden (1839-1876) Cumhuriyet'e kadar geçen sürede alfabede reform yapmak için çok farklı görüşler ortaya çıktı. Macit Paşa gibi Ermeni alfabesini kullanmayı önerenlerden, Orhun ve Uygur alfabesine dönmeyi teklif edenlere kadar çeşit çeşit görüşler boy gösteriyordu.
Alfabe ile ilgili Fitili ilk ateşleyenler olarak Ahmet Cevdet Paşa ve Münif Paşa’yı gösterebiliriz. Onlar, Arap alfabesinin Türkçe ’deki bazı sesleri ortaya çıkarmada yetersiz kaldığını ve bunu aşmak için birtakım iyileştirmeler yapılması gerektiğini ilk savunanlar. Münif Paşa, 1862 yılında verdiği bir konferansta Avrupalı 6-7 yaşındaki çocukların okuyup-yazmayı kolaylıkla öğrendiklerini, böylelikle toplumun her tabakasının kendilerini ifade edecek kadar iyi yazabildiğini dile getiriyordu. 1863 yılında İstanbul’a gelen Azeri yazar Mirza Feth Ali Uhundof, aslı Kiril alfabesine dayanan ama Latin el yazısına benzeyen, bir yazı dizgesi ortaya attı. Önerisi, farklı bir alfabeye yönelimin ilk örneklerinden olması bakımından önem taşıyordu.
1869 yılında “Eski ve Modern Türkler” kitabında Türklerin, Turan ve Aryan ırklarının karışımı olduğunu iddia eden Nâzım Hikmet'in dedesi Polonya kökenli Mustafa Celaleddin Paşa da Latin alfabesine geçilmesini savunuyor, hatta kızına Latin harflerle Türkçe mektuplar yazıyordu.
1869’da Terakki Gazetesi yazarı Hayrettin Bey, “Maârif-i Umûmiye” adlı makalesinde doğrudan doğruya Latin alfabesini almaktan söz ediyordu. Hayrettin Bey’e göre toplum, Latin harfleri sayesinde yüzde 3’ü geçmeyen “okur-yazar” oranının artacağına inanıyordu.
Yine 1869 yılında Türk milliyetçiliğinin ilham kaynaklarından olan Namık Kemal bir yazısında “İslamlar alfabelerini ıslah etmedikçe talim ve terbiyede kolaylık, dolayısıyla Avrupa medeniyeti seviyesine yükselebilmek imkânsızdır.” ifadelerini kullanmıştı...
Birinci Meşrutiyet'i 1876'da ilan ederek anayasal düzeni kabul eden Sultan 2.Abdülhamit'in de Arap harfleriyle okuma ve yazmanın zorluğunu dile getirdiği bir sır değildi. Ali Vehbi Bey tarafından Fransızca çevrilerek yayımlanan SİYASİ HATIRATIM isimli kitabında Abdülhamit “Halkımızın büyük cehaletine sebep, okuma yazma öğrenimindeki güçlüktür. Bu güçlüğün nedeni ise harflerimizdir,” der ve bu soruna çözüm olarak “Belki bu işi kolaylaştırmak için Latin alfabesini kabul etmek yerinde olur,” ifadesini kullanır.
1884’te Ebuziya Tevfik, Şinasi gibi devrin önemli simaları basımda 500’ü aşan harf sayısını 112’ye indirme denemelerinde bulunmuş ve kendi matbaası için harfler döktürmüştü. Pek başarılı sonuç alınamasa da yaptıkları, bu konuda atılmış en somut örneklerden biri sayılabilirdi.
1908 yılında ilan edilen İkinci Meşrutiyet sonrası Latin harflerine dayanan bir Türk alfabesi fikrini savunanların sayısı da çoğalmıştı.
1909 yılında Maarif Nezareti’nin “İmla, Dilbilgisi ve Kelime Komisyonları” kurması bu konudaki ilk resmi girişim olarak tarihe geçti.
Trablusgarp genel valisi Ali Kemalî Paşa’nın Bâbıâli’ye gönderdiği telgraflardan bir kısmı Lâtin harfli Türkçe telgraflardı. Valilerin bir kısmı telgraf işlemlerinde “Türkçe Mors Alfabesi”ni kullanır olmuşlardı.
Latin harflerini savunanların başında Celal Nuri (İleri) geliyordu. Önce “Tarih-i İstikbal” kitabında “Latin harflerini alalım.” diyen İleri, daha sonra “Tarih-i Tedenniyât-ı Osmaniye ve Mukadderât-ı Tarihiye” adlı eserinde, “Bunu yalnız biz kabul etmiş olmayacağız. Bundan evvel Romanyalılar da “Kiril” harflerle yazı yazarlardı; bilâhare Latin harflerini kabul ettiler, Almanlar yavaş yavaş “Gotik” harflerini bırakıp, Latin harflerini alıyorlar.” dedikten sonra başka örnekler de sıralıyordu
1910 yılında Arnavutluk Lâtin alfabesine geçmek için Saray’a başvurur. Padişah başvuru yazısını Şeyhülislâmlığa havale ederek konuyla ilgili fikrini sordu. Şeyhülislâm Sinop Mebusu Müftü Hasan Fehmi Efendi de bunun hiç biçimde olamayacağını, Kuran’ın Latin harfleriyle yazılamayacağını, dolayısıyla Latin harfleriyle hiçbir Latin ülkesinde kullanılamayacağını belirten fetva vermişti.
Alfabe tartışmasına dahil olan Ziya Gökalp de, Lâtin alfabesine geçişi savunanlardandı. Gökalp, Arap alfabesinin Türkçeye uygun olmadığını dile getirmişti.
1911 yılında Kılıçzâde Hakkı ile Hüseyin Cahit fırsat buldukça Lâtin yazısını savunmayı da ihmal etmemişlerdir. Tanin Gazetesi’nde 1913’te her gün birkaç yazısını Latin harfleriyle okuyucularına sunmuştu. Ancak bu girişim yeni yönetimin ilgisini çekmeyi başaramadı. Dikkati çeken Serbest Fikir dergisi oldu. Latin harflerini destekleyici yazıları bulunan Kılıçzade Hakkı ve Celal Nuri’nin çıkardığı dergi, bir süreliğine yönetim tarafından kapatıldı.
Enver Paşa da dil konusuyla yakından ilgilenen isimler arasındaydı ve bu konuda bir uygulamaya imzasını atmıştı. Birinci Dünya Savaşı’ndan (1914-1918) aylar önce telgraf haberleşmelerini basitleştirmek adına harflerin ayrık yazılması (huruf-ı munfasıla) sistemini uygulamaya koydu. Enver Paşa, ordu içi yazışmalarda kullanılmasını istediği bu yazıyı savaşın başlaması üzerine ertelemek zorunda kalmıştı. Söz konusu yazıya “Ordu Elifbası”, “Hatt-ı Cedit”, “Enver Paşa Yazısı”, “Alman Alfabesi” gibi isimler takılmıştı.
Alfabe konusu savaşların oluşturduğu havadan ötürü birkaç yıl geri plana itildi.
1922 yılında Azerbaycan’da yapılan alfabe tartışmaları konuyu ülkemizde yeniden gündeme taşıdı. Yapılan tartışmaların bir sonucu olarak Lâtin alfabesinin kabulü teklifinin en somut şekli 21 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde ortaya çıktı. Kongrenin işçi delegelerinden İzmirli Ali Nazmi ve iki arkadaşı tarafından Latin Harflerine geçilmesi için teklif verdi. Oturumu yöneten Kazım Karabekir Paşa tarafından “Lâtin harflerinin İslam birliğini bozacağı” gerekçesiyle gündeme alınmadı.
Alfabe konusunda en önemli gelişme Dünyadaki Türk Devletleri 1926 yılında Bakü’ da 1’inci Türkoloji Kongresi’nde buluşmuşlar. Türkoloji Kongresinin en önemli kararı ise hiç şüphesiz tüm Türk devletlerini Latin harflerine geçirme kararını almasıdır.
Görüldüğü üzere Arap Alfabesinden Latin Alfabesine geçiş bir gecede öyle gökten zembille iner gibi inmedi. Olayın arkasında Osmanlı aydınlarının 70 yıllık mücadeleleri vardı. En çok da Türk devletlerinin Latin Alfabesine geçme kararlılığı vardı.
Adnan Güllü 06.08.2024 - 09:31
Arap Alfabesi ile Latin Alfabesinin 130 yıllık serüveni.
Romalılar cumhuriyetlerini genişlettikçe Avrupa'ya yayılan Latin alfabesi olmuştur. Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra, alfabe entelektüel ve dini çalışmalarda varlığını sürdürdü. Latince'den ve Batı ve Orta Avrupa'nın diğer dillerinin çoğundan türeyen Roman dilleri için kullanılmaya başlandı. Bugün, dünyada en yaygın kullanılan yazıdır.
Tevhid-i Tedrisat güzel de %90’ı okuma-yazma bilmeyen halka eğitim seferberliği adı altında ne öğretilecek, bunca asır eğitilmemiş bu halk, şimdi hangi nedenle eğitime katılacak bir moral etkene sahip olacaktı? Bakanlık, önceden hazırlatıp Heyet-i İlmiye’ye onaylattırdığı, ilköğretimin, altı yıldan beş yıla indirilmesi kararını da 1924-1925 öğretim yılından itibaren tartışmalar içinde uygulatmaya başladı. Bakan, mecburî öğretim süresindeki bu azalmayı, yeni kurulacak “Hayat Mektepleri”yle kapatacağına dair söz vermişti. Gerçekten de bu okulların kurulma hazırlıklarına hemen başlanıldı. Öğretim süresinin beş yıl, öğretim dilinin Fransızca olması kararlaştırıldı. Başlangıçta yoğun bir Fransızca dil bilgisi verilecek, sonra da eğitim yavaş yavaş Türkçeden Fransızcaya kaydırılacaktı. Makinist, şoför, elektrikçi, sinemacı, otelci, rehber vs.. yetiştirilecekti. Amaç, çocukların yabancı okullara gitmemesi idi.! (Bakınız: Neden Harf Devrimi)
1-20 Mayıs 1925'te Konya'da toplanan Maarif Müfettişleri Kongresi'nin gündeminde de Bakanlıkta bir “Köy Mektebi Dairesi”nin kurulması istendi, böylece köylüyü köyden ayırmayacak, üretimden ayırmadan çağdaşlaştıracak bir okul istiyorlardı. Bu arada Maarif Vekâleti’nin daveti üzerine Türkiye'ye gelip gayet önemli bir rapor veren John Dewey, köy okullarına öğretmen yetiştirecek çeşitli tipte öğretmen okulları kurulmasını öneriyordu.
1926 yılında çıkan Maarif Teşkilâtı Kanunu’nda, İlk Öğretmen Okullarının yanı sıra bir de “Köy Muallim Mektepleri” kabul edilmişti. 1927-28 öğretim yılında da Kayseri-Zencidere’de bir Köy Muallim Mektebi kuruluyor, Denizli Erkek Öğretmen Okulu da bu amaç için düzenleniyordu. Diğer öğretmen okulları beş yıl iken, bu okullar üç yıllıktı. Buradan mezun olanlara köyde, okulun yanında bir ev ve bahçelik verilecekti. Öğrenciyi köy hayatına hazırlamak için, Köy Enstitülerinde olduğu gibi, yan kuruluşları da vardı. Bu okullar için köy öğretmeni yetiştirmeye yönelik bir program hazırlanmıştı.
Türk dili için Arap harflerinin yetersizliğine ve ıslah edilmesi gerektiğine ilk işaret edenler 1862-1863'lerde Münif Efendi (Paşa) ve Azerbaycanlı Ahundzâde Feth-Ali'dir.
1927’deki ilk sayıma göre nüfusun 13 milyon 648 bin 270 kişi olduğu açıklandı. Bu nüfusun kadınların %4’ü, erkeklerin ise ancak %17’si okuma-yazma biliyordu. Okuma-Yazma bilen bu %10'un büyük bir kısmı, zaten yabancı okullarda öğrendiği Arap harfleri yanı sıra, Latin harfleri ile de okur-yazardı.
1928 yılında TBMM de, Türkiye'de artık uluslararası rakamların kullanılması yasasını çıkarıyordu. Böylece yazının önemli bir kısmını oluşturan rakamların Latince olması, yazı devriminin önemli adımlarından biri oldu. Bu alfabe değişiminin asıl amacı, I. Dünya Savaşı ile ortaya çıkan sanayi ve bilimdeki gelişmelerin takibi ve ilerlemesine olanak sağlayacak her türlü bilgiye kolay ve doğrudan erişmeyi amaçlamaktı.
Eğitim seferberliği yapılacak ise, bilimde çok yol almış olan batı ile aramızdaki fark giderilmeliydi.
Şu cahiliye seviciliği ve çıkarcılığını da atlatırsak, devrim tamamlanmış olacak.
Yorumlar