İstihdam şekil ve şartlarının belirlenmesi ve yönetilmesi konusunda “BAŞ NEREYE GİDERSE AYAKLAR DA ORAYA GİDER.” sözünün ne denli doğru olduğunu iki şirketimizin de uygulamalarından görebilmek mümkün. Tabii ki bunu “ TENCERE VE KAPAĞI” gibi bazı sözlerle de ifade edebilmek mümkün.
2001 yılı sonunda Türk Hava Yolları kendi yer hizmetini bizzat yapma kararı almıştı. Ruhsatlar alınmış alt yapıyı tamamlama çalışmaları üzerinde çalışılıyordu. Apron teşkilatı için istihdam temini bu işin en önemli kısmıydı. Bulunan çözüm ise, konunun o anda apron ağırlıklı olarak yer hizmetlerinde görev yapan personel ile birlikte kotarılmasıydı. Neticeten personel ile toplantılar yapıldı ve THY’de işe girmek isteyen akraba, yakın ve komşularını bize yönlendirmeleri istenildi. Bir şart konmuştu. Örneğin Çetinin ağabeyi Metini iş için önermesi halinde, Çetin bağlı olduğu İstasyon Başmüdürlüğüne bir kefalet yazısı verecek ve bu yazıda Metinin yapacağı her türlü olumsuz davranış ve tutumun sorumluluğunu birlikte üstlenecekti. İş bu çerçevede halledildi ve iş başı yapacak olan personelin bir yandan apron kartları hazırlanırken, diğer taraftan havalimanı dışında bir yerde iş başı yapabilmeleri için gerekli olan eğitime alındılar. Bu oluşum bizzat İstanbul İstasyon Başmüdürünün takibi ve Yer İşletme Başkanlarının bilgisi gözlemi altında yürütülmüştü. Konu ile ilgili gelişmenin aynen böyle olmasına karşın, her dönemde faaliyetini sürdürmeyi beceren bozguncu neşriyat uzmanları tarafından “ istihdamı sağlanacak olan personelin ( x ) partinin İl Başkanlığında, o siyasi teşekkül tarafından hazırlanan listeler dikkate alınarak belirlendiği” bilgisi etrafa yayıldı. Hani sık sık teşekkür ettiğimiz bir Genel Müdür vardı ya. İşte o Genel Müdür görev başındaydı. Projeyi tam olarak desteklememesine rağmen bu konuda yapılan ihbarları dikkate almadı. Ve işimizi bildiğimiz şekilde yürütmemizi sağladı. İşe alınan arkadaşlarımızın arasında ne Yönetim Kurulu Başkanının ne Genel Müdürün ne de Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu üyelerinin bir akrabası, yakını veya hemşerisi vardı. Böyle bir durum olsaydı bile, yöneticilerimiz bu isteklerini talimaten değil, ilgilenilmesi ricası ile bizlere bildirecek nezakete sahip yaradılışlardı.
Evet, şimdi gelelim bu günün Türk Hava Yollarına ve TGS’ ye. Bu kuruluşlarımız 1000 kişilik yeni bir istihdam yapma durumunda olup gerekli izinleri almış olsalar personelin seçimi ve işe kabulünde İki Başkan ve bir İstasyon Başmüdürü bu kadar etkin olabilirler miydi? Cevap evet olabilirler ise neden bu şirketlerimizin Yönetim Kurulu Başkanının hemşerilerinin istilasında olduğu söyleniyor? Neden şirketlerdeki tayin ve terfilerin sizden, bizden ayırımı ile yapıldığı anlatılıyor. Evet, iki aşağıda yer alan paragrafı da göz önüne alırsanız şikâyete neden olan tüm konulara ilişkin sual sormanın gereksizliği ortaya çıkıyor. Üzücü ama realite bu.
Çalıştığım şirketlerin patronlarından biri eskiden tanıdığım bir arkadaşımın bizimle beraber olduğu takdirde hangi konuda bize faydalı olabileceğini sormuştu. Öyle ya, şirkette kendi konularını iyi bildiğini düşünen birçok insan vardı. Çoğunluğu iyi konumdaydı. Ve bunların büyük bir kısmı tepe’ye veya onların çok güvendiği bir insana yakın kimselerdi. Başka bir deyişle onlar zaten dışarıdan gelecek birini köreltmeğe hazır olduklarını belgelemişlerdi. Hayli düşündüm cevaplamak için. En sonunda “ İşinizi bilir, hem de iyi bilir, ancak en büyük meziyeti kendisine imkân tanınması halinde kalabalık bir topluluğu bir ekip, takım haline getirebilme özelliğidir ki, bu beceri birçoğumuzda yoktur. Ve de bizim buna çok ihtiyacımız var. “şeklinde cevapladım. Ve de yaşanmışlardan bir iki örnek sundum. Muhtemelen bana inanmadıkları için veya tesadüfen bir araya gelmiş bir topluluğu, birbirine güvenen bir takım haline getirebilecek özelliklere sahip birinin cephede kendilerine ne tür belalar açabileceğini, çalışanı rahatsız edecek uygulamalara çalışanın takım halinde karşı çıkışı da organize edebileceğini düşünerek bu arkadaşı değerlendirmediler. İyi düşünürseniz kendi açılarından belki de haklıydılar. İnsan başına bela açma ihtimali olan birine ödeme yapmak ister mi?
Şimdi etrafa iyi bakınca, özellikle yapısında devlet hissesi bulunan kurumların birçoğunda bu mantığın çok değişik bir versiyonunun yerleştiğini görülüyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde normalde bulunmayan bu şeklin varlığından bahsetmek abesle iştigal olur. Ancak, bizimkiler biraz daha ileri gidip bu çatı altında birkaç takım kuralım diye düşünmüşler sanki. Bu takımlar çok kısa bir süre sonra birbirine karşı cephelere dönüşmüş. Malum cephe kelimesi belli bir düşünce ve istek çevresinde sağlanan beraberliği ifade ediyor. Daha sonra ise cephe mensupları birbirlerine olan düşmanlıklarını açık bir şekilde ortaya koymalarının kendilerine getireceği artıları hesap ederek ona göre bir tavır belirlemişler. İşveren taraftarı olanlar, dolayısı ile iktidar partisini destekleyenler, karşı siyasi görüşte olup işverenin icraatlarını desteklemeyenler. Tabii ki bu arada makul miktarda olması halinde yaşamın doğal seyri içerisinde kabulü mümkün olan bazı ilaveleri, büyük ölçüde abartılarak sistem içerisinde müstakil bir cephe haline dönüştürmüşler. Patronla aynı şehirde doğmuş olanların takımı. Ve de hemşeriliğin kendilerine sağladığı iş imkânını ve sağlayacağı yan olanaklarını kaybetmemek için yapılan uygulama hatalarını bilmelerine rağmen destekçi olanlar ve öyle görünenler. Bu arada öyle görünenlerin toplam içindeki oranlarını da küçümsememek gerekir. Evet, bu tablo işyerlerinde çalışanlar arasında iş barışı tesis etmeye çalışmanın ne denli beyhude olduğunu ortaya koymuyor mu? Bir anlamda politize olmuş iş yerlerimizin görünümü işte böyle.
Bunlar hep son dönemde tanıştığımız “şimdi de sıra bizde” zihniyetinin eseri. Yaşımız itibarı ile yaşamımız boyunca epeyce siyasi parti iktidarına şahit olduk. Üşenmeyip saydım. 1924 – 2014 yılları arasında 61 hükümet kurulmuş Türkiye’mizde. Doğduğum tarihten bu güne kadar ise 46 hükümet görev almış. İktidara gelen değişik siyasi görüşlerin sayısı ise 16. Bu güne kadar hiçbir siyasinin kadrolaşma ile ilgili kendisine yöneltilen suali “ Onlarda başa geçince bizimkileri işten atsınlar “diye cevapladığını duymadım. Belki de bu tür sözler sizden ve bizden şeklindeki ayırıma yol açan ve de bu ayırımı yapma durumunda olan tepe yöneticilere yakılan bir yeşil ışıktı. Sonuç o ki bildiğim ve gördüğüm kadarı ile sıra bizde zihniyeti bu güne dek hiç bu kadar faal ve cevval olmamıştı.
Artık, sormamak gerek. Yanlış okumadınız. Başka bir deyişle sormak boşuna olur ve nafiledir. Neden TGS’ de vardiyalar konusunda istasyonların çektiği sıkıntı ile kimse ilgilenmez? Neden bazı personele daha az izin kullandırılır? Neden bir kısım çalışan 08.00-11.00/12-24 ve de yeni başlatılan 21.00/08 veya 00.00-12.00 vardiyalarında ezilirken, diğerlerine en avantajlı vardiya nöbetleri yazılır? Neden bazı personel havuza atılıp sürekli gece çalıştırılır? Neden bazı personele mobbing uygulanır, saygıdeğer yöneticiler bu personele istemezseniz çıkın gidin, bir günde 2000 adam bulurum diye neden bir yerlerini yırtarcasına bağırır, İzinsiz çalışan personelin durumunu, vardiya servislerinin nöbet bitiminden bir saat sonra kaldırılmasını, sürekli, rapor alan personele neden bir şey yapılmadığını vb. hiç ama hiç sormamak gerek.
Türk Hava Yolları için ise fazla bir şey söylemek istemiyorum. Yazılarımdan birine gelen yorumu sizlerle paylaşıp bir iki kelime ilave edeceğim. Yorum şöyle. “ (….) senedir görevde olan bir TK personeliyim. Çalıştığım şirketle her ne kadar gurur duysam da, üzülerek söylemeliyim ki içerideki kokuşmuşluk midemi çok bulandırıyor. Siyasi torpille atanan yeni mezun çocuk yaşta Müdür ve Başkanlar her ay hiçbir emek sarf etmeden on binlerce lira kazanıp kurumun tüm VIP standartlarını yaşarken, şirketin eskileri, tecrübelileri o departmandan bu departmana itilip duruyorlar. Bizler ise yönetimin istediği muhafazakâr bir yapıda olmadığımız için geleceğimizle ilgili bir kariyer hedefi oluşturamıyoruz. Bizim gibiler için sığınacak bir liman da yok. Tabii ki bunlar buzdağının görünen tarafı. İse içeride belli grupların ( falan filan cemaat mensubu, filan şehirli, iktidar partisi mensubu veya sempatizanı vb..) oluşturdukları çeteler.Bunların siyasi ve dini inanışlarına uymadıklarından ötürü sevmedikleri, kendileri açısından tehlikeli gördükleri yeni / eski personele yapmadıkları eziyet kalmıyor”
Hiç bir siyasi iktidar, atanmışların kendilerince öngörülen hususlar dışındaki uygulamalarla itibarının sarsmasına müsaade etmez. Yazılı ve sözlü basında konu edilerek ayyuka çıkmış olan hatalı uygulamalara geçen uzun sürede bir müdahalede bulunulmaması yapılan her şeyin, her uygulamanın tepelerin izni ve müsaadesi ile yapıldığının bir göstergesi değil mi? Tıpkı saygıdeğer Genel Müdürün “ falan seneden sonra şirkette 2003’ den önce işe başlayan hiçbir kimse kalmayacaktır “ sözüne Yönetim Kurulu Başkanının müdahalede bulunmaması gibi. Doğru veya yanlış bu bir takım kararı. Ancak nedenini bilemem, yapmayı planladıkları bu işlem için koydukları date-line hayli gerilerde kaldı.
Zor ama temenni ediyorum ki insafa gelmiş olsunlar. İş yerlerinde istihdam konusunda filizlenmiş olan düşmanlıklar daha da büyümesin. Büyürse ne mi olur? Grubun biri dağılır gider. Kuvvetli olan kalır. Bizden, sizden ayırımı da yok olur Hani Albino diye adlandırılan bir yılan türü var ya. Yiyecek bulamayınca kendini kuyruğundan yemeğe başlayan. Acıkınca kendi yavrusunu yiyen timsahı da bilirsiniz. Dileriz ki kimse birbirine düşmeden bu “ Şimdi sıra bizde “ düşüncesi sonlansın. Ve de biz denince akla tüm THY ve TGS çalışanları gelsin. Yoksa nasıl oldu anlamazsınız, bir gün bakarsınız ki sıra hakikaten size gelmiş. Üstelik size bakıp sırıtarak çatala bıçağa uzanan da yabancınız değil. Onlar grubu yok olmadan biz’ler grubunda beraberdiniz ya. Bilmem anlatabildim mi?
Yorumlar Tüm Yorumlar (29)