Evet, ben olsam bu yazıyı okumam. Mademki okumayı bu denli sevmiyoruz. On bin de bir olan okuma sayısı içinde bulunan o orana uygun payımı daha iyi, faydalı bir şeyler okumaya ayırırım. Karar sizin.
Bir köşe yazının “ İyi “ olarak tanımlanması için o yazının okuyana bir şeyler katıp katmadığına bakmak gerektiğini okuldayken öğretmişlerdi bize. O zamanlar bu tarifleme bana o kadar doğru gelmişti ki, Airporthaber’ deki yazılarımı mümkün olduğunca bu tür, okura katkı sağlayabilecek konulara ayırmayı uygun buldum. Sözüm ona işimi “ iyi ” yapacaktım ya. Ancak günlük yaşamdan, ücretlerden, sendikadan vb. bahseden, yazılara rağbetin daha fazla olduğunu bir iki örnek yazı denemesi ile de anladım ki bu tür yazılara argüman olacak alt yapıya sahip olduğumu düşünmeme rağmen şu an için konu seçimlerimle ilgili olarak aynı yolda yürümeyi sürdüreceğim. Bir önceki yazı için 3000’ni bulmayan okur sayıma rağmen.
Son yazımdan sonra bazı serzenişler aldım. Şaşırdım. Bir kısım arkadaşlar “ okumama “ hususunda kararlılar. Anlayamadığım şu ki; okumalarının bana faydalı olacağını zannediyorlar galiba. Okumama gerek yok çünkü çalıştığım iş yerinde bilgiye itibar edilmiyor, haksızlık yapılıyor, adaletli davranılmıyor, işi bilip bilmemem sonuçta hiç bir şeyi değiştirmiyor, torpil, yalakalık vs. Tüm bunların kişinin bir şeyler öğrenmesi ile ne ilgisi var, anlayabilmem çok zor. Öğrenmenin bunlarla hiç bir ilgisi yok. Başkaları için değil, yalnız kendiniz için öğrendikleriniz size faydalı olacaktır. Malum “ sel basınca, kürek çekmeyi bilen herkes kendisine bir sandal’ da yer bulur” derler. Bir diğeri de “ Öğrenmeyi akıntıya karşı yüzmeye benzetmiş, öğrenmezseniz ilerleyemezsiniz ve gerilersiniz“ diyor. Bunlar benim sözlerim değil.Çinliler ve Afrikalılar bu sözleri benimsediklerine göre, hayli güngörmüş kişilerin sözleridir mutlak.
Yapılan istatistikler gösteriyor ki, üzerimize düşenleri yeteri kadar yapmıyoruz ve okuma oranımız ilerleyen zamana nispeten geri düzeyde. İşte ülkemizin bu konudaki acınacak haline ilişkin rakamlar. Bunlara ilaveten bir de sektörümüzdeki işçi arkadaşlarımız dışındaki istihdamın eğitim seviyesinin asgari lise mezunu olduğunu düşünün.
Toplam nüfusu sadece 7 milyon olan Azerbaycan'da kitaplar ortalama 100.000 adet basılırken, Türkiye'de bu rakam 2000 - 3000 civarında. Gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen yıllık kitap alımı, ortalama 100 ABD doları, Türkiye'de ise 10 ABD dolarının altında. Türkiye'de her 100 kişiden sadece 4,5 kişi kitap okuyor. Japonya'da yılda 4 milyar 200 milyon kitap basılıyor. Türkiye'de sadece 23 milyon. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu'nda, kitap okuma oranında Türkiye, Malezya, Libya ve Ermenistan gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülke arasında 86. sırada. Japonya'da kişi başına düşen kitap sayısı yılda 25, Fransa'da 7. Türkiye'de ise yılda 12 bin 89 kişiye 1 kitap düşüyor. Türkiye'de yüksek öğrenim görenlerin oranı 1965'e göre 14 kat arttı. Ama Yüksek Öğrenim mezunlarının kitap okuma oranı 1965 rakamlarının da altında. UNESCO tarafından yapılan araştırmaya göre, Türkiye'de okuma alışkanlığı yok denecek kadar az. Avrupa'da yüzde 21 olan kitap okuma oranı, Türkiye'de sadece on binde bir.
Geçmiş yazılarımdan birinde Continental Havayolları eski Genel Müdürü Gordon Bethune’nin “ Bataktan Zirveye “ isimli kitabından bahsetmiştim. Batmak üzere olan havayolunun zirveye nasıl çıkartıldığını anlatıyordu bu kitap. Kaç bin kişilik sektörden o yazımı okuyan (epeyce zaman geçtiği için tam hatırlayamıyorum ) yaklaşık 3500- 4000 kişiden kaç kişi benden bu kitabı talep etti biliyor musunuz? Yalnız 97 kişi. Biz işte bu kadar öğrenmeğe açık olmayan bir toplumuz değil mi? Oysa konuşurken veya yorum yazarken terfilerin adil yapılmadığından, başka bir deyişle çok açık olmasa da bir şeyler olmaktan bir yerlere gelmekten bahsediyor.
Ne diyebilirim ki, benim sadece 43 senelik iş tecrübem var ama imkân buldukça, hatta imkân yaratarak yine okuyorum ve de yine bir şeyler soruyorum benden iyi bildiğine inandığım kimselere. Kaldı ki eksikliklerimi görüyor ve de zaman zaman şaşırıyorum.
Siz çalışma hayatınızın bu gün çalıştığınız şirkette sonlanacağını mı düşünüyorsunuz? Ben çalıştığım sürede THY’ den ayrılmam, ancak emekli olurum derdim kendi kendime. Başka bir iş yeri düşünemezdim bile. Ben ayrılmadım ama ayırdılar. Ayrıldıktan sonra birinde iki kez olmak üzere üç ayrı şirkette daha çalıştım. İş yaşamı planlandığı veya istenildiği gibi sürmüyor. Hiç beklemediğiniz olumlu veya olumsuz şeyler yaşıyorsunuz. Bunlara hazırlıklı olmak gerek.
Bir kardeşimiz mail atmış. Bir senelik iş tecrübesinin olduğundan bahsediyor ve de anlatıyor neden okumasının, öğrenmesinin gereksiz olduğunu. Nasihate gerek yok diye de bitirmiş mailini. Mail adresi çakma. Ancak, hayli uzun ve de çirkin bir anlatımdan sonra hangi şirkette çalıştığını da sözüm ona kimsenin anlamayacağı şekilde belirtmiş. Türkiye’mizin en eski havayolu derseniz akla THY gelir, 56 senelik Yer Hizmeti Şirketi derseniz de Çelebi. En son kurulan diye başlarsanız söze TGS’ yi düşünür insanlar. Hepimizin bildiği üzere sektörde herkes birbirinin aldığı maaştan, çalışma şartlarından haberdar. Bunları adı yorumda olsa bir şekilde tekrarlamanın ve isimle insanlara saldırmanın anlamı yok. Hiç biri sır değil. Nasihate gerek yok diyorsun ama bu hikâye benim değil. “ 1802 – 1870 yılları arasında yaşayan ünlü Fransız Edebiyatçısı Alexender Dumas gençlik yıllarında tarihi roman yazma konusunda hayli hevesliymiş. Bir gün seyrettiği bir tiyatro oyununun ardından piyesi yazarı ile tanışma fırsatı bulmuş. Bunu fırsat bilen Dumas yaşlı yazara hevesinden bahsederek kendisine tavsiyelerde bulunmasını istemiş. Üstadın Dumas’a öğüdü şu olmuş. Genç adam, önce dol ki, sonra rahatça taşabilesin.” Bir senelik iş tecrübenle ne kadar “ dolmuş “ olduğunu otur ve düşün. Bırak birkaç sene daha geçsin, sonra kabından taş. Daha çabuk taşmak istiyorsan sızlanmayı bırak ve bu işe devam edeceksen önce işi tam öğrenmeye bak. Şunu hiç unutma ki, Herbert N. Gasson’un söylediği gibi okumaya ve öğrenmeye ayrılan zaman, size daima kendisini ödeyecektir.
Dünyanın yakından tanıdığı mucitlerin birçoğuna okudukları kitaplar esin kaynağı olmuş. Tabii ki bizler mucit değiliz. Okuduklarımızdan direk fayda sağlayabiliriz. Telefonu icat eden Alexender Gramm Bell, 1876’ da Alman yazar Helmholtz’un “ ses “ hakkında yazdığı bir kitaptan esinlenmiştir. Henry Ford otomobil yapma fikrini bir Fransız yazarın makalesinden almış olduğu bilinmektedir. O makalenin bir ziraat dergisinde yayınlandığını bilmek insanı iyice şaşırtıyor.
Evet, sizler okumayın, bazı şirketler de eğitimin üzerine eğilmesin. Sonuç yeterince eğitilmemiş personel ile iş yürütülsün. Bu sunulan hizmeti ne kadar etkiler? Onu hizmeti alan düşünmeli. Anlamadığım ise onlarında ucuz hizmet almaktan başka bir düşüncelerinin olmaması. Sektörün bir bölümü bu nedenle iyi durumda değil.
Bazı şirketlerin çalışanlarının eğitimine ne denli önem verdiğini biliyoruz. Hani İşleriniz iyi gidiyorsa eğitim giderlerinizi iki katına, kötü gidiyorsa dört katına çıkartın diye bir söz var ya, bu sözün doğruluğuna inanan kuruluşlardır herhalde. Mutlak bizim sektörde de mevcuttur böyle kuruluşlar. Bazı şirketlerimizde ise eğitim göstermelik. Var mı? Var gibisinden. Oysaki çalışanların bilgi seviyesinin yükseltilmesi şirketlerin de görevi değil mi? Havayollarının uçucu personelinin ve teknisyen çalışanlarının dışındaki sektör çalışanlarının gerektiği kadar eğitildiklerini söyleyebilir miyiz? Başka bir deyişle gördükleri eğitimin denetimi uluslararası kuruluşlarca yapılan iş grupları için bu konuda aksaklık olmaması gerekir. Doğrusunu isterseniz teknisyenlerin eğitimleri konusunda da fazla bilgili değilim. Ancak hayati fonksiyonlarını dikkate alarak böyle olması gerektiğini düşünme ve temenni etme durumundayım. Tabii ki personel devir hızı % 50’ nin belki de 60’ın üzerinde olan şirketlerde eğitim gideri ile baş edebilmekte hayli zor. Hele hele personelin bir bölümü de on ayını doldurmadan sözleşmeye uygun olarak şirketten ayrılıyorsa. Devir hızının yüksek olma nedenlerine bakarsanız, çalışanların standartlaşmış şikâyet konularından oluşuyor.. Ücret, çalışma şekli vb. Bir neden diğerine bağlı, öbür neden ise bir başka diğerine. Ve neticeten bu nedenler ve de patronların istihdam üzerinden de kazanma arzuları birleşince tabii ki devir hızını tetikleniyor. .
Buyurun eğitimle ilgili bir anlatım daha. Bunu kitaplarda da okumanız mümkün. Biz de böyle bir şey olsa, ne yaparlar acaba diye düşünmeyin. Fazla lüks olur. Kaldı ki bizde o denli büyük hatalar olması mümkün değil. Tabii ki, bunun bizdeki yöneticilerin kabiliyetleri ile ilgilisi yok. Patronlar hariç hangi yöneticinin bu seviyede bir yetkisi var ki, belirtilen boyutta bir hata yapsın? Bir de bu anlatımdaki olayın IBM’in kuruluş yıllarında ( 1911 ) yaşandığını düşünürseniz, o zamanki 10 Milyon USD tutarındaki harcama veya o tutardaki bi işin yapılmasına karar verme yetkisinin bu gün ne boyutta olabileceğini düşünebilirsiniz. Bizim için aşırı lüks dedim ya. Nedeni budur.
IBM’ in kurucularından Tom Watson’un yardımcılarından biri şirkete on milyon dolara mal olan büyük bir hata yapar. Derhal patronun odasına çağırılır. Odaya girer girmez “ Sanırım istifa etmemi istiyorsunuz “diye soran yardımcısına Watson yapılan hatalardan alınacak dersin en iyi eğitim olduğunu anlatan şu cevabı verir. “ Şakamı yapıyorsun? Sadece eğitimin için 10 Milyon dolar harcadık. Ve eğitimine bu kadar para harcadığımız birinin işten ayrılmasına asla izin vermem “
Tüm sektöre, iyi haftalar olsun.
Yorumlar Tüm Yorumlar (39)