Yalakalık ve de dalkavukluk. Bunların bir meslek olduğunu iddia edenler var. Kimileri de bu iki özellik için kötü konuşurlar. Kabul etmek gerekir ki, İşler kendi aralarında şerefli veya şerefsiz diye ayrılmazlar. Yapılışlarındaki maksada göre işler ve o işleri yapanlar bu unvanlardan birini seçer, kendilerine yakıştırır ve ömür boyu taşırlar.
Daha önce de konunun bu kısmına değinmiştim Eskileri eizim dönemin dalkavukları ile kıyaslama imkânı vermesi açısından bir iki maddeye tekrar değinmek isterim. Dalkavukluk ve soytarılık mesleği ilk önce Avrupa’daki krallıklarda ortaya çıkmış. Osmanlılarda Avrupalılardan geri kalmamış tabii ki. Devr-i Osmanide Otuz altı Osmanlı padişahından Tanzimat dönemine kadar sadarette bulunanların her birinin bir soytarısı varmış. Bu genel bilgi.
Evet, bu iş zamanımızda hayli maharet isteyen bir meslek haline dönüştü. Mesleğin ne denli ustalık istediği özellikle son dönemlerde iyice ortaya çıktı. Malum. İşin gereğini insanı olmadığı kadar yücelterek, methederek yapmaktan öte kişiyi öyle olduğuna inandırmak gibi önemli bir fonksiyon üstlendi bu beyinler. Ve de Allah biliyor ya, inanılmaz başarılılar da. Zamanımızda üst kademede olanların bu müstesna beynin ne zaman dalkavukluk yaptığını ne zaman ise hakiki duygularını dile getirdiğini anlamaları pek mümkün olmuyor herhalde. Ama insanın yapısında tabii ki kendileri için iyi ve güzel olana inanmak var. Evet, çok doğru kim söylemiş ise. Bazı halimize Melek'ler imrenir. Bazen de halimizden Şeytan bile iğrenir.
Ben çalışma yaşamımda bu türün birçok örneği ile karşılaştım. Özellikle bu eşsiz sanat erbabının söyledikleri yalanlardan dolayı şeytanın bile onlara "eyvallah ablamsın / ağabeyimsin " dediğine eminim. Burada takılan bir nokta var. İyi Yalan söylemek akıllı ve zeki olmayı gerektirir. Birine iki ay önce söylediği bir konuyu nasıl ifade ettiğini unutup aynı konuyu, aynı insana bir süre sonra değişik bir formatta anlatan biri bu tür şeytanlıklarda nasıl başarılı olabilir ki? İşte bu anda devreye başkalarının zafiyeti üzerine bina edilen bir takım yan faktörler devreye giriyor.
Masal bu ya, bulutlar üzerinde oturup dünyayı seyreden ŞEYTAN uyuklarken rüzgâr sertleşmiş. Şeytanın üzerinden üç tüy düşmüş dünyaya. Biri PARA’ ya diğeri MEVKİ’ e, üçüncüsü İHTİRAS’a konmuş... Para ve Mevki’e konan tüyler kime ne fayda sağlayacağını zaten bilirmiş. İhtiras tüyünün konduğu insan sonuçta diğer iki tüye de sahip olacağına eminmiş. Üremiş ve çoğalmışlar. Zamanla âlemde bu üçlü YALAKA veya DALKAVUK diye anılmaya başlanmış. O gün bu gün şeytan’a dünyada yapacak hiç bir iş kalmamış. Aklına gelince, aşağıya, bizimkilere bakıp “ Beni daha çok arayacaksınız dermiş. Eh boynuzlar kulağı geçmiş. Elden ne gelir?
Neticeten Türkiye’mizde başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde Soytarılık ve Yalakalık. İnsanın içerisinde bulunduğu sistem içindeki etkinliğini artıran iki olgu haline dönüştü.. Şeytanın üç tüyüne ama öyle veya böyle sahip olmanın ve bu avantajları muhafaza etmenin bir teminatı haline dönüştü.
Ve de bu soytarıların içinde herhangi bir şekilde öldürülmüş olanı yok. Hepsi ecelleri ile nakli mekân etmişler kimse onlara saldırmamış ve kötülük yapmamış. Nedeni basit. Bunların hiç biri, izzet, ikbal gördükleri bu soytarılık sürecinde kendilerinin “hükümdar yarısı” oldukları düşüncesine kaptırmamış, öyle hareket etmemiş ve hiçbir zaman kraldan daha çok kralcı da olmamışlar. Daha kısa bir ifade ile “Soytarılar her zaman hadlerini bilmişler ve sonuçta bir soytarı olduklarını hiçbir zaman unutmamışlar” Gelelim bizim Dalkavuklara. Hiç ilişkiniz olmasa, uzaktan izleseniz bile onların her konuda mal sahibi gibi, fütursuz hareket ettiklerini görürsünüz. Padişahlarımızın soytarılarını istedikleri gibi dövdükleri ve de gönüllerince sevdikleri de bir gerçek bu nedenle de bu soytarıların başka devlet erkânına karşı dokunulmazlıklarının da bulunduğunu ifade etmek mümkün. Bizim dalkavukların biri ile ilgili olarak bir aile mensubuna “ yahu patron bu insana nasıl tahammül ediyor “ diye bir sual yöneltmiştim. Cevap enteresandı. “ Patron onu istediği zaman dövüyor, istediği zaman ise seviyor. Buna rıza gösterecek kaç kişi var ki. Bu noktada eski ile yeni arasında bir fark yok gibi.
Sonuçta, Osmanlı kültürünün eğlendiren ve hatta kimsenin beceremediği bir şeyi yaparak padişahı eleştiren soytarısı, bizde kendisine çıkar sağlayacak olan kimselere yapmacık bir sevgi, sahte bir saygı ve buram buram yağ kokan bir hayranlık gösteren kişiliklerine dönüşmüş olduğunu söyleyebilmek mümkün.
Cazip mesleğin her devirde, her kıtada, insanın bulunduğu her noktada geçerli olduğu kanıtlanmış Tanzimat döneminin başlangıcında yok olmalarına rağmen soytarıların / dalkavukların yine sahne almaları ve de bu günle deformasyonla da olsa ulaşmaları da belli ki bundandır.
Bir konu daha var ki, ibret-i âlem. Epeyce araştırdım. Bir padişahın soytarısı, o padişah bu görevden ayrıldıktan sonra tahta oturan diğer hükümdara soytarılık yapmış mı? Kayıt bulamadım. O dönemde, böyle bir durumun varit olmadığını kabul etmek gerek.
Ya bizim yalakalar? “ Gelen ağam, giden paşam.” Genel Müdür öldü. Yaşasın yeni Genel Müdür. Mesleğin gereğini yapmaya aynen devam. Bunlardaki karakter zafiyeti ortada da, bunu kabul eden ve soytarıyı kanatları altına alan patronlara ne demeli.
Osmanlı saraylarındaki soytarıların sarayın hiçbir işine müdahil olmadıklarını konuyu incelemiş olanlar söylüyor. Gelelim şimdikilere. Senelerce önce görev yaptığım bir şirketin hayati derecede önemli ve gizli bir konusu ile ilgili olarak şeytan’ın uzantısı bir karakterin yaptığı bir iletişim hatası nedeni ile fazladan bilgi sahibi oldum. Hoş bu dalkavuğun şanı şöhreti şirket sınırlarını aşmış, belirli özellikleri ile sektörde çok iyi ( ? ) tanınan ve şirketin yüzde sekseninin kendisi ile ilgili nefret ötesi duyguları beslediği ancak hislerini ve içlerinden geçeni bu insanın her zaman tahtın yanı başında oturmasından ötürü ifade edemedikleri biliniyordu. Tabii ki detaylı olarak inceledim bu kanıtı. Ve bu işin ne denli tarafgir ve keyfi bir şekilde yapıldığını açıklıkla gördüm. Belli ki kendisine ölçütler verilmiş ve uygulama yapması istenmişti. O kadar sadık biriydi ki onun yaptığı bir işi kontrol etmeğe gerek duyulmamıştı. Yapılan işlemde ayrı tutulanlar ve kendisine yakın da olup kayırılanlar hemen göze batıyordu. Sabaha kadar uyumadım. Bu insandan şirketi kurtaracak bir delil geçmişti elime. Bu düşünce ile uyuyakalmışım. Sabah yataktan kalkınca bu kanıtı kullanmaktan vazgeçtim. Zira o karakter giderken peşinden kim bilir kaç kişiyi de sürükleyecekti. Belki de kendisini kurtaracak ve de suçu başkalarına atacaktı. Söz konusu karakter konumuzun başrol oyuncusu olan şeytana ve uzantılarına rahmet okutabilecek bir yaradılıştı. Ve de bu şirket o dönemde neleri, kimleri kime emanet etmiş. Bu da tepedekilerin zafiyetinden öte bir şey değildi. Eskinin padişahı eğlendiren dalkavukların bazıları bu gün hâkim-i mutlaklar iş yerlerinde. Dört yol ağzı gibiler. Her konu onlardan geçiyor. Kabahat tabii ki işyerlerinde bu türleri söz sahibi yapan Genel Müdürlerde ve patronlarda.
Patronların kapı kulu olmakla övünen ve büyük özverili çalışmaları ile işleri iyice içinden çıkılmaz hale koyan, getirip götürdükleri taşıdıkları laflarla bir çoğumuzun önünde engel olan ve onların günahını taşıyan değerli dalkavuklarımız; Saygıdeğer patronlarımız sizleri korusun ve Allah onlara sizlerin eksikliğinizi göstermesin.
Amin
Yorumlar Tüm Yorumlar (16)