“Atasözlerimiz içerisinde saklı birikim (kültür), bizi derinden düşündürüyor.
Kol kırılır, yen içinde kalır.
Başka bir örnek.
Ürünlerimizde ya da kullanılan malzemede GDO yoktur.
Kanun gereği GDO kısıtlamasına uyduğunu bildiren bir marka, bol bol GDO’lu ürün kullananların mahkeme kanalı ile “haksız rekabet” nedeni saydırıp bu ibareyi kaldırtmaları.
Kanuna kanunla karşı gelip yanlışı başaran bir birikim, geçmiş ile bağını koparmış, geleceği umursamayan bir birikim içerisinde yaşamaktayız.
Biz havacılar bu birikimi gündemden çıkarmak zorundayız.
-İlk adım, şirketinizdeki anlayışı ölçmek.
Tercihan şirket dışı bir uzman kuruluşa yaptırmakta yarar var. Deneyimler göstermektedir ki, şirket dışı kişilerle daha rahat ilişki kurabilmekte çalışanlar.
-İkinci adım ise kavramı pekiştirici talimatlar hazırlamak, el kitaplarındaki bazı maddeleri değiştirmek ve yenilerini ilave etmek.
Tüm çalışanlar, beklenen şekilde davranış birliği gösterdiklerinde, idarenin ne yapacağını önceden bilmeleri ve hukuken de korunuyor olduklarını anlamaları.
-Üçüncü adım ise ortaya konulan ve yazıya geçirilenlerin kavramsal etkilerini, doğru kelime ve cümleler kullanarak ne kadar etkilendiklerini, inandıklarını ve kabullendiklerini ölçmek.
Yine aynı ölçme yöntemini kullanarak durum tespiti yapmak, kaybedilecek süreyi engelleyecektir.
-Dördüncü adım ise varsa şirketinizden, şirketinizde olmasa bile dışarıdan örnekler ile doğruyu söylemenin hayat kurtardığı gerçeğini vurgulayan bilgilendirme yayınlarını sık sık şirket içerisinde paylaşmak.”
(SMS) (GYS) 2010 Aralık’da yayınladığım yazımdan bir alıntı.
Yine döndük geldik ICAO Ek-19’a.
Şimdi bu yukarıdaki dört madde yerine getirilmedi ise, yine her şey, “gibi” olacak ve yine kendimizi kandıracağız.
Bilindiği üzere, senelerdir FDM verilerini birileri değerlendirmektedir.
İki asır önce söylenmiş bir sözü hatırlatmakta yarar var:
QUIS CUSTODIET IPSOS CUSTODES
Denetçileri kim denetleyecek.
Hala görmezden geldiğimiz ve tezgahından geçtiğimiz eğitim sisteminin kısırlığı ve yetersizliğini dile getirmiyoruz ve bunun bizlere nelere mal olduğunu ve/veya olacağını hesaba katmıyoruz.
Her işin eğitimi, okumayı bilen herkes tarafından verilebilir. Elektrik Mühendisi CRM dersi verebilir konu üzerinde çalıştı ise. Hele üniversitelerimizde Üzerinde çalışmış olmasa da verir. Nedir ki CRM? Atla deve değil ki. Zaten veriyorlar.
Pilotlarımızı artık asker değil siviller yetiştiriyor. Burada da karşımıza başka bir sorun çıkıyor. Disiplin.
Bilgi ile meslek sahibi olunmaz demiştim yıllar önce.
Bir meslektaşın vereceği eğitimi o meslek dışında kimse veremez demiştim.
Her dersi ve eğitimi, o meslekten olmasanız dahi verebilirsiniz ama o birini asla veremezsiniz.
Tavır eğitimi.
Buna mesleki tavır demek en doğrusu
Mesleki tavır ise bir eğitim disiplini çerçevesinde verilir.
İşte sadece bu nedenle Mesleki Yetkinlik üzerine 2011 Aralık’da Eğitim ve Havacılık yazımı yayınlamıştım.
SMS ve CRM gibi konuların çeşitli kültürlerde temellerinin atılması, belli bir aşamaya gelindiğinde istenilen kalıba sokulmasını zorlaştırdığı görülüyor.
Türkiye PPL alanın, ABD’nde alanla, ADB’de alanın da AB ülkelerinin birinden alanla eşleşmesinde sorunlar yaşandığı kısaca her bir kültürün birbiri ile çeliştiği, forumlarda yıllardır bu konu işlendiği halde bir türlü ortak noktaya gelinemediği, bu kargaşa halinin daha da devam edeceğinin bir göstergesidir.
Disiplin, işte bu ilk eğitimde hedeflenmeden verilir ve verenin imzasını taşır. Askerin içerisinde bile Pilotluk farklılık gösterir (Havacı, Denizci, Karacı diye).
Bizler ise sadece kağıt üzerinde yazana bakar olduk. Kendimize göre yeterli gördüklerimizi sınavlara soktuk ve kendimize uygun olduğuna inandıklarımızı yetiştirilmek üzere bir başka disipline emanet ettik.
Aslında yapmamız gereken, ülkemizde yaygın ve köklü disiplin üzerinden yeni bir disiplin yaratmak olmalı idi.
Ama bizler öyle davranmadık ve yeni bir disiplin oluşturmak üzere yola çıkıp kökü olmayan bir disiplin yaratma yolunu seçtik.
Bu yolun adı da yok, çünkü ne THK, ne Eskişehir, ne Florida, ne de Latvia bu eğitimi vermekte. Sanırım ilk hatayı, SMS-CRM kavramını anlayamamakla yaptık. Burada etkin bir havacılık politikasının olmayışı da önemli bir etkendi.
Şimdi durumumuz daha da içinden çıkılmaz bir duruma geldi.
FDR’ları değerlendirecek olan pilot bir başka disiplinden gelme, uçan arkadaşı apayrı bir disiplinden gelme, onun ikinci pilotu ise daha başka bir disiplinden. Doğal olarak yabancı pilotların kültür birliği sayesinde kendi aralarında pek farklılık göstermiyor olmaları, ilave disiplinlere bir yenisini eklemiş oluyor.
Sonuçta bizim diyebileceğimiz ve üzerine bina edeceğimiz bir kültür yaratamadık ve hatta olanı da yok etmek üzereyiz.
Biz Türk’lerin eşsiz “gibi” davranma özelliğimiz ve yeni seri uçakların kendilerini pilotlardan koruyan sistemlerin mükemmellikleri sayesinde şimdilik bir sorun yaşanmıyor gibi görünmekte.
Yakında FDR verileri paylaşılmaya başlanınca, yorumların da çeşitlenerek, baskın bir kültür oluşturacağımıza ve ancak ondan sonra mesleki tavır birliğine ulaşacağımıza inanıyorum.
Şu an, uçağı çok iyi bilen ve kullanan ama iletişimden hiç anlamayan bir gençlik ile karşı karşıyayız. Türkçe bilgisi çok az, mesleki terimleri ve anlamlarını sindirememiş bu Gençlik, kendilerini ifade etmede güçlük çekiyor. İçlerinde bulundukları ortamı tespit edip bunu en azından yanındaki ile paylaşabilmesi ya da doğru ifade edebilmesi, Hz.Mevlana’nın deyişi ile sınırlı olacaktır; “Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabileceği kadardır!”.
CRM-Adil Kültür-SMS, işte bu dengeyi kurabilmek için vardır.
Bu sizce abartılı bir tespit diye nitelendirilebilir.
İsterseniz bir deneyin. Alın size çok basit bir çeviri sorusu;
“The smallness of minute elements”.
Bu çeviri için çok iyi Türkçe bilmeniz gerekir.
“Kazın ayağı ise hiç de öyle değil!”.
Bu çeviri için ise, çeviri yapacağınız dili çok iyi bilmeniz gerekecektir.
Bilmekten vazgeçtim, kelime dağarcığınız çok fazla olsa bile, ifade yeteneğinizin de ileri düzeyde olma şartı devreye girecektir.
Bilgisayar başında evt, hyr, slm, mrb, a.e.o, ii, bn, cnm, 2moro, 2nite, 4ever, abt, afaik, asl, vs.. yazmak ile kendini ifade edebilmek arasındaki fark, iletişimin aracısız yapılabilme başarısı ile orantılıdır. Bu da çok okumak, sonra da karşılıklı çok yorum alışverişi ile sağlanır ancak.
Bu birikime “kültür” deniyor.
Önce an’lamak, sonra da ifade becerisinin gelişmişliği.
Bu iletişim sağlandığında önce saygı oluşuyor, sonra da mesleki tavır.
Böyle bir temel üzerine kurulan CRM-Adil Kültür-SMS, geleceğimizi şekillendirecek ve bu tavır, bizlerin ortak davranış biçimi olduğunda da buna “école” denilecek.
Hem de Türk ekolü. Kulağa ne hoş geliyor değil mi?
Uzun zamandır işini yaparken beğendiklerime şunu soruyorum hep: “Senin hocan kim?”. Belli ki mesleki tavrı disiplinli birinden edinmiş.
Gönül ister ki mesleklerde bir ortak tavır hakim olsun ve biz buna ekol diyelim.
Uzun zamandır sivil havacılıkta üç ekol ön planda idi.
Pilot; Askeriye,
Teknisyen; THY,
Dispatch: THY,
ATCo: DHMİ.
Şimdi bu ekolleri geliştirmek ve canlandırmak yerine yerlerine başka bir şey koymak istediler. Bunun sonucu ülke yabancı pilot ve teknisyenle doldu.
Pek çok ve bir o kadar da eğitimsiz ama lisanslı Dispatcer mevcut piyasada. Dispatch deki THY ekolü ise iflas etmiş durumda (İflasını da dışarıdan Dispeç alarak ilan etti).
ATCo ise seviyesini koruyor diye biliyorum.
Ne de olsa ben de bir DHMİ ekolünden gelmekteyim.
Yerlerine bir şey koymadan yıkarsanız, bindiğiniz dalı kesmiş olursunuz.
Bu dal ayrıca geçmişiniz ile geleceğiniz arasında köprü ise, geleceğinizi de kaybetmişsiniz demektir.
Çare mi? Çok kolay.
Temeli ve dış görünümü koruyarak, içini yenileyelim.
Viyana’da 10 sene evveline kadar bir Türk kiralık ev aradığında ne yapacağını şaşırıyordu. Çok güzel apartman dairesi, geniş bir salon, harika düzenlenmiş yatak odaları ve mutfak. Güzel de banyo yok, tuvalet yok!. Nerde? diye sormanıza şaşıran ev sahibi.! Nerde olacak, koridorun sonunda.! Yani ortak banyo ve tuvalet.
Şimdi ise o görüntü bozulmadan dairelere eklenen banyo ve tuvaletler. Kimi odanın birini bu değişime ayırmış ya da feda etmiş, kimi odanın metrekaresinden feda ederek bunu gerçekleştirmiş. Bazıları başarılı, bazıları ekonomi kurbanı. Olsun, artık herkesin kendine özel banyo ve tuvaleti var Viyana’da.
Bizde ise, oda daha büyük görünsün diye banyo ve tuvalet hacminin odaya katılması.
Böylece daha büyük ve gösterişli bir odamız oldu.
Ne mutlu bize. Gören bayılıyor. Havamızdan geçilmiyor.
Ha, banyo ve tuvalet nerede mi? (Zeki Müren’in Plağını satmayan eczane misali.!)
Bakarız…
Sevgiler
Yorumlar