Evet; dünyayı tanrı yarattı.
Dünyanın ve yaşamların başlangıç düzenini o ilahi kudret şekillendirdi.
Ama bu günümüzün dünyasında birçok şey iyi gitmiyor.
Tanrı acaba insanların bu denli egoist, başkalarını hiç dikkate almayan ve yalnız kendilerini düşünen yaratıklara dönüşebileceklerini varoluşun ilk aşamasında öngörmedi mi?
İnsanlar kendilerinden mutlu değil,
İnsanlar birbirinden mutlu değil,
İnsanlar yaşamlarından mutlu değil,
Peki, bu mutsuzluğu kim hazırlıyor?
Bu mutsuzluğu kim kime uygun görüyor?
Mutsuzluğun nedeni, hazırlayıcıları apaçık ortada değil mi?
Evet; genelleme yapmadan ifade etmek gerekirse, değişmeceli anlamı ile dünyayı şeytanlar, kötü düşünceli ve kötü niyetli kimseler yönetiyor demek yanlış bir yaklaşım değil.
Bu durumda; dünyayı kasıp kavuran, yönü ve kuvveti her an değişen rüzgârların, yaşamın iyilik tohumlarını taşıyıp bizlerin arazisine bırakması ne kadar zor değil mi?
Zor, zira marifetli şeytanlar rüzgârları da kendilerine göre estiriyor.
Evet; kaptanı usta olmayan gemi için her rüzgâr kötü.
Kaptan kim mi? Herkesin içinde bulunduğu geminin kaptanı başka değil mi?
Rumuz veya unvan kaptan ama anıldıkları, çağırıldıkları isimler birbirinden farklı.
Yanılmıyorsam Can Dündar beş altı sene önce bir hikâyecik yazmıştı köşesinde.
Onu anımsadım. Tabii ki onun gibi anlatmam mümkün değil ama yinede fikir verebileceğine inanıyorum.
“ Anne, baba ve çocuktan oluşan mutlu bir aile yapısı içindeki tek eksiklik aile reisinin, babanın işi ve gücü nedeni ile altı yaşındaki oğluna fazla zaman ayıramaması. Ve de ebeveynler bir araya gelip bu önemli eksikliği haftanın Pazar günlerini çocuklarına ayırarak ve o günlerde onun istediklerini yaparak giderme konusunda anlaşmışlar. Ve de bu uygulama ile herkes mutluymuş. Babanın hayli keyifsiz olduğu bir Pazar günü, küçük afacan, koltuğa uzanıp gazetesini okumakta olan babasına “ çocuk sinemasına gitmek istediğini söylemiş.” Hakikaten keyifsiz olan baba, çocuğuna “ bu gün olmaz” demek istememesine rağmen, kendisinde de kalkıp, giyinip dışarı çıkabilecek gücünün olmadığının farkındaymış. Bir orta yol bulmak istemiş. O anda gazetenin arka iç kapak sayfasında üzerinde dünyanın duruş noktasına göre tüm ülkelerin ve reklam veren şirketin teşkilatlandığı tüm şehirlerin belirginleştirildiği tam sayfa bir tanıtım görmüş. Tam sayfa kocaman bir dünya ve” dünyanın iki kıtasında sizleri bekliyoruz “ gibi bir slogan. Baba elindeki gazetenin o sayfasını yırtarak kırk parçaya ayırmış ve oğluna “ seninle bir oyun oynayalım, sen bu yırttığım gazete parçalarını bir saat içerinde birleştir ve dünyayı yeniden şekillendirerek bana getir. Bunu yapabildiğin takdirde seninle önce sinemaya sonra da Mac Donalds’ a gidelim, diyerek çocuğunun isteğine fast food’a götürme gibi bir bonus koymayı ihmal etmemiş. İçinden de çocuğunun nasıl olsa bunu yapamayacağını düşünerek, gazetenin kalan sayfalarını okumaya devam etmiş. Aradan yarım saat geçmiş veya geçmemiş afacan elinde yırtılmış gazetenin üzerinde tabak gibi dünya resmi olan yapıştırılmış sayfası ile babasının yanına gelmiş. Baba yırtıkların şeffaf bant ile yapıştırılmış olduğunu görmüş. Eksiklik veya yanlış yapıştırılmış bir parça olup olmadığını kontrol etmiş. Hiçbir yanlışlık görememiş. Dünya olduğu gibi karşısındaymış. Çocuğuna bunu nasıl yaptığı sormuş.
Minik afacanın cevabı ise şaşırtıcıymış. “ Sen sayfanın üzerindeki dünya resmini yırtıp bunu yeniden şekillendirmem için bana verirken gazetenin arka dış kapak sayfasında ne olduğuna bakmadın. Bu gün Pazar ilanlar genelde tam sayfa. Ben dünyaya bakmadım bile. Tüm arka kapağı kaplayan ilandaki koskoca insan resmini yeniden şekillendirdim. Çok daha kolay oldu. Gördüğün üzere İnsan düzelince, dünya’da düzeldi, haydi şimdi sinemaya ve arkadan da Mac Donalds’ a gidelim “ Baba oğlunun zekâsına hayran olarak uzandığı kanepeden kalkmış, giyinmiş ve küçük afacanın elinden tutarak onun isteğini yerine getirmek üzere birlikte dışarı çıkmışlar.
Evet; teknoloji her gün ilerliyor, Aya gittik yetmedi, Mars’a indik. Kuşlar gibi uçuyoruz artık. Denizlerin altında yüzüyoruz, balıklar gibi. Bu önemli yetileri kazanırken bir şeyleri unuttuk. İnsan neslini sevmeyi. Ve de herkese insan gibi davranmayı. Kimsenin hakkını yememeyi ve de herkese hakkını vermeyi.
İnsanların ne kadar kötü olduğunu görmek beni hiç şaşırtmıyor, fakat bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce hayretler içinde kalıyorum demiş Goethe. Bu söz unuttuğumuz önemli bir şeyi daha hatırlatıyor bizlere. Başka insanlara yaptığımız kötülüklerden ötürü utanmadığımızı. Başka bir deyişle “ utanmayı da unuttuğumuzu “
Şimdilik tek teselli; kötülüğe maruz kalanların acılarının ne kadar derine gömülürse gömülsün bir gün mutlak açığa çıkacağına olan inanç. Siz umursamadıklarına bakmayın. Kötüler bundan korkar.
Ne yaşanıyorsa yaşansın, onu durdurma imkânımız yoksa yapacak bir şey de yok. Bu durumda o ilahi güce sığınıp kötülüklerin açığa çıkacağı günü beklemekten öte. Siz umursamadıklarına bakmayın. Kötüler bundan korkar.
Evet, kolayını bulduk yine, her şeyin sorumlusu kaptan.
Kaptan bir tek kişi. İkinci kaptanı da sayarsak etti iki kişi. İyi de bu kaptana seyrüsefer bilgilerini veren görevli, geminin hayati unsurlarını daimi çalışır vaziyette tutması gereken Baş makinist ve makinist, kaptanın verdiği rota’daki deniz ve hava şartları ile ilgili kaptanı bilgilendiren seyir görevlisi, Kamarot’ dan Yağcıya, Yağcıdan vardiya zabitine kadar sıralanabilecek tüm görevliler vb. Ne kadar da çoklar değil mi? Bunların hepsi insan değil mi?. Kaptan tek başına ne yapar ki? Şimdi düşünmek gerek. Geminin sakin bir limana gitmesini Kaptan tek başına sağlayabilir mi? Kaptan mı önemli, yoksa yukarıda unvanları belirtilen taşeronlar mı?
Peki; şeytan kim bu durumda? Kaptan mı? Yoksa tamamlayıcı unsur sayılabilecek yardımcılarımı?
Tabii ki şimdi yapacak bir şey kalıyor bizlere. Oturup sektörümüzün şeytanlarını belirlemek için çalışmak. Bunun için bedelsiz, karşılıksız ( ? ) bir fazla mesai çalışması yapmaya gerek yok herhalde. Nasıl olsa herkes kendi kaptanlarının yardımcılarını çok iyi tanıyor.
Küçük afacan haklı.
İnsanlar, çımacı, makinist, Serdümen, seyir görevlisi vb. düzelmez ise, bu geminin fırtınada sakin bir limana sığınabilmesi zor.
Siz siz olun, kaptanlarınıza yol gösterin beyler.
Doğru bir yol gösterin.
Unutmayın ki, siz de aynı gemidesiniz.
Fırtınaya girdikten sonra, Kaptan o ben ne yapabilirim ki?
Biz söyledik o kabul etmedi.
Bizi dinlemedi vb.
Bu sözler boş.
Sizlerde denizin altına gideceksiniz.
Kötülüklerinize, düşmanlıklarınıza maruz kalanlarla birlikte.
Onlar fazla gelire, alışık değil.
Kurtaracak biri çıkar belki onları.
Peki; ya sizi kim kurtaracak?
Hazıra dağ dayanmazmış.
Yorumlar Tüm Yorumlar (35)