Yargılama Yeteneğimizin Doğuşu Her bireyin, kendi içinde bir "yargıç" taşıdığı gerçeği: Vicdan kişinin adalet olgusu karşısındaki duruşunu belirler. Bu özelliği nedeniyle çoğu kimse vicdanı, içimizdeki yargıç, adaleti bulmamıza yarayan pusula olarak görür. Vicdan, davranışların ahlaki/etik bir nedene dayalı olarak yürütüldüğünün, kişinin bir adalet ölçütüne sahip olduğunun göstergesidir.
Bu yargıç, bizim iç sesimiz, vicdanımız veya toplumsal değerlerle şekillenmiş bir kontrol mekanizması olarak tanımlanabilir. Vicdan, konunun davranışlarının ahlaki değeri veya genel olarak çeşitli davranış tarzları hakkında hüküm verme ve yargıda bulunma melekesidir. Vicdan, “Bir kişinin ahlaki değerler sistemi veya kişiliğin ahlaki değerleri ifade eden kısmı olarak gördüğü parçasıdır.
"Kendi kendimizi sorgulama" ve "doğru ile yanlışımızı ayırt etme" becerisinin insanın gelişimindeki önemi. Sokrates’in temel felsefesi “Kendini bil!” cümlesinde yatıyordu. Ontolojik manada özümüze kör bir varlık olduğumuz için kendimizi bilmek yerine sıklıkla başkalarını eleştirmek ve onlara tavsiyelerde bulunmaktan hoşlanırız. Ancak önce kendi “söküğümüzü” dikmemiz gerekmez mi? Bunu yapabilmemiz halinde kendimizi sorgulama ve doğru ve yanlışlarımızı ayırt etme amacımıza ulaşmış oluruz.
Etkileyici Unsurlar
Aile ve Çevre: Küçük yaşta kazandığımız değerler ve ahlaki kurallar vicdanımızın değerli yol göstericileridir.
Toplum: Toplumsal normlar ve beklentilerin iç sesimizi şekillendirme şekli vicdanımızın kararlarını etkileyecek olan unsurlardır.
Kültür ve Medya: Yaşamda dinlediğimiz şarkılar, seyrettiğimiz filmler ve okuduğumuz kitaplar ve diğer kültürel öğeler farkında olmasak bile içimizdeki yargıç tarafından dikkate alınan ve değerlendirmeye esas olan unsurların bir kısmıdır.
Adalet Duygusu ve Empati/ Duyarlılık: İnsanın kendi hataları fark ederek öğrenme fırsatı yakalaması inanılmaz ölçüde önemlidir. Başkalarının hislerini daha iyi anlamaya yönelik bir içgörü geliştirme avantajına sahip olan kişi, kendisine karşı adil olmanın, başkalarına karşı adil olmanın temelini oluşturduğuna inanır. Ve bilir ki, yargılama mekanizmasını kontrol edemediği takdirde başkalarına zarar verme riski her zaman mevcuttur. Buna meydan vermemek için, Hatalarımızın ışığında öğrenmeye açık olmamız, sert eleştiriler yerine yapıcı geri bildirimler kullanmamız ve becerilerimizi geliştirerek gereksiz yargılardan uzaklaşmamız şart.
SONUÇ
İçimizdeki yargıcın hem bireysel gelişimimizi hem de toplumsal uyumu sağlamak için çok önemli olduğunu ve dengeli bir yaklaşımla, bu mekanizmanın hem kendimiz hem de başkaları için yapıcı hale getirilebileceğini önemle dikkatlerinize sunuyorum.
İçimizde bir ses var. Bizi hata yaptığımızda uyaran, doğru yolu bulmamızı sağlayan ve bazen de şefkatle bize destek olan bir ses. Bu ses, aslında bir yargıç; bizim en çok ihtiyacımız olduğu anlarda bize şekil veren, bizi eleştiren ya da motive eden bir parçamız.
Ancak, bu yargıç bazen hatalarımızı şişiren, kendimize olan inancımızı zedeleyen bir eleştirmen haline dönüşebilir. Bu nedenle, içimizdeki yargıcın dost mu yoksa düşman mı olacağı, bizim onunla nasıl bir ilişki kurduğumuza bağlı.
İçimizdeki bu sesi daha yapıcı hale getirmek, kendimize şefkatle yaklaşmamızı öğrenmekle başlar. Unutmayalım ki, her birimiz hem kendi hayatımızın yargıcı hem de savunucusuyuz. Dengeyi bulduğumuzda, ışığımız mutlak daha parlak yanacaktır. Buna inanmamız yaşanan birçok şeyi bu ışığın altında değerlendirmemiz gerek.
Bir konuyu işlerken aynı konuda kaleme alınmış diğer yazıları da haliyle gözden geçiriyorum. Şu esinlenme denilen “faydalanmayı” nedense beceremiyorum. Herhalde 100 yaşımı görebilirsem bu işi öğreneceğim. Neyse okuduğum yazarların çoğu konuyu benden iyi işliyorlar. Evet, Sn. Rasim Özdenören’ in “Vicdan Aynasını Ters Çevirmek” başlıklı yazısı aşağıda. Esinlenme vs. demeden, güzelliği yazıyı bozmadan, olduğu gibi paylaşmakta fayda gördüm. Sn. R. Özdenören’ e teşekkür ediyor, izinsiz paylaşım için özür diliyorum.
Kandırmanın en onulmazı kendi benine karşı işlenmiş olanıdır. İnsan kendini kandırmaya yönelince öyle bir gayyaya yuvarlanmış olur ki, oradan çıkma umudunu ona kimse veremez. Kendi bile…
İnsan kendini kandırmaya ihtiyaç duyar mı? Bu soruyu abes buluyorum. Çünkü insan kendini kandırır. Kandırıyor. Kendini kandırması için elinde bazı nedenler bulunduruyor. Belki en başta kendi vicdanını yatıştırma güdüsü yatıyor Vicdan başkaldırıyor. Vicdan kişiye kendi hal diliyle konuşuyor. Yapamazsın, böyle yapmamalısın buyruğu (kategorik emperatif) birden öne çıkıyor. Burası vicdan ile çıkar arasında çekişmenin başladığı alandır. Vicdan, insanın son müracaat merciidir. Yasalar, mahkemeler onun hakkında bazı hükümler vermiş olabilir. O, kimi mercilerden yapıp etmeleri için fetva istihsal etmiş olabilir. Ne ki, bütün bu yargıların, fetvaların nihai temyiz mercii vicdan aynasında ortaya çıkar. Vicdanın aynası yalan söylemez. O durumda ne yapılabilir? Kendini kandırmak isteyenin yapabileceği bir tek şey kalıyor geriye: aynayı yüzüne kapatmak. Vicdanını susturmak. Vicdanıyla yüzleşmekten kaçmak. İşte burası, her türlü ilkenin çiğnendiği yerdir. İnsan, kendi ilkesini çiğnerse, bu yüzsüzlüğü bir kez icra ederse, yani kendine olan saygıyı hiçe sayarsa, onu yokluğa mahkûm ederse, geriye kendi de kalmaz. Geriye belki yaşayan bir gövdenin gölgesi kalır. Ne ki yaşadığı sanılan gövde artık yürüyen bir cenazeden başka bir şey değildir. O zaman insan ikizleşir mi? Her vicdan bir insanı temsil ediyorsa, orada kaç insan kalır veya orada bir insanın kaldığı ileri sürülebilir mi? Tarkovski' nin bir belirlemesi var, tam da değinmek istediğimiz noktayı on ikiden vuruyor: "İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayat ile olan saf ilişkisini yitirir. Bir insanın kendine karşı hile yapması, onun, filminden, hayatından, her şeyinden vazgeçmesi demektir. Burada altı çizilmesi gereken ibare kişinin hayat ile olan saf ilişkisini yitirmesi durumudur. Çünkü yitirilen değer dürüstlüktür. Doğruluk nesneldir. Yargılarımızın doğru olup olmadığını nesnel ölçütlerle deneyimlememiz mümkündür. Dürüstlükse özneldir. Onun tek denetleyicisi varsa o da kişinin kendidir. Kişi kendini kandırmadan, kendine ihanet etmeden dürüstlük dairesinin dışına çıkamaz. Bir kez dürüstlük dairesinin dışına çıkınca da bir daha aynı daireye avdet etmesi imkânsız kalır. Dürüstlük dairesinin dışına çıkıldığı anda vicdan da felç olur. Bir daha onarılmaz olarak, bir daha iflah bulmaz olarak… Bütün aynalar ters çevrilir. Ters çevrilmemiş olan da o yüzü artık tanımaz hale gelir.
Hayat, inişli çıkışlı bir yolculuktur. Bu yolculukta zaman zaman pusulanın yönünü kaybettiğimiz, hangi patikayı izleyeceğimizi bilemediğimiz anlar yaşarız. Yolumuzu şaşırmamak, varacağımız yere güvenle ulaşmak için dikkat etmemiz gereken pek çok unsur bulunur.
Öncelikle, insanın yolunu şaşırmaması için net bir hedefinin olması gerekir. Nereye gitmek istediğimizi bilmek, atacağımız adımları anlamlı kılar. Tıpkı bir harita gibi, hedefimiz bize yön gösterir ve karşılaştığımız sapaklarda doğru kararlar almamıza yardımcı olur. Bu hedef, kariyerimizde bir başarı noktası, kişisel gelişimimizde bir aşama veya manevi dünyamızda ulaşmak istediğimiz bir olgunluk seviyesi olabilir. Önemli olan, bu hedefin içten gelmesi ve bizi motive etmesidir.
Ancak sadece hedef belirlemek yeterli değildir. Yolculuk boyunca değerlerimize sıkı sıkıya bağlı kalmak da hayati önem taşır. Dürüstlük, adalet, sevgi, saygı gibi temel insani değerler, yolumuzu aydınlatan fenerlerdir. Karşımıza çıkan zorluklar, ayartıcı teklifler veya kısa vadeli çıkarlar, bizi bu değerlerden uzaklaştırmaya çalışabilir. İşte tam bu noktalarda, iç pusulamız olan değerlerimiz devreye girer ve bizi doğru yolda tutar. Değerlerimizden ödün vermek, belki kısa vadede bazı kazançlar sağlayabilir ancak uzun vadede iç huzurumuzu kaybetmemize ve yolumuzdan sapmamıza neden olur.
Yolculuğumuzda karşımıza bilgi ve deneyim sahibi rehberler çıkabilir. Ailemiz, öğretmenlerimiz, mentorlarımız veya hayatın farklı alanlarında başarıya ulaşmış insanlar, bize değerli öğütler verebilir, potansiyel tehlikeler konusunda bizi uyarabilirler. Bu rehberlerin deneyimlerinden faydalanmak, benzer hatalara düşmemizi engelleyebilir ve yolculuğumuzu daha bilinçli bir şekilde sürdürmemizi sağlar. Ancak unutmamalıyız ki, rehberler sadece yol gösterir, yürümek ve kararları almak bize aittir.
Yolculuğun kendisi de önemli bir öğretmendir. Karşılaştığımız zorluklar ve engeller, bizi güçlendirir, dayanıklılığımızı artırır ve yeni beceriler kazanmamızı sağlar. Bu tür anlarda pes etmek yerine, hatalarımızdan ders çıkarmak ve yeniden denemek, yolumuzu bulmamıza yardımcı olur. Unutmamalıyız ki, en karanlık anlar bile, yeni bir başlangıcın habercisi olabilir.
Son olarak, insanın yolunu şaşırmaması için iç sesine kulak vermesi gerekir. Kalbimizin derinliklerinden gelen fısıltılar, bize doğru yönü işaret edebilir. Toplumun beklentileri, dış dünyanın dayatmaları veya anlık hevesler, iç sesimizi bastırabilir. Ancak, sessiz anlarda kendimize dönmek, meditasyon yapmak veya doğayla iç içe olmak, iç sesimizi duymamıza ve kendi hakikatimize uygun bir yol izlememize yardımcı olabilir.
Unutmayalım ki, hayat bir varış noktası değil, bir yolculuktur. Bu yolculukta önemli olan, sadece hedefe ulaşmak değil, aynı zamanda bu süreçte kim olduğumuzu keşfetmek, değerlerimize sahip çıkmak ve anlamlı bir yaşam sürmektir. Yolumuzu şaşırdığımızı hissettiğimiz anlarda bile, yeniden başlama ve doğru yöne dönme gücüne sahip olduğumuzu hatırlayalım. İçimizdeki pusula her zaman oradadır, yeter ki ona kulak vermeyi bilelim.
Yorumlar