Değerli dostlar; geçen hafta sizlerden ayrı kaldım. Kısa yazımda da belirttiğim gibi babamın ağır rahatsızlığı dolayısıyla yazımı yazamadım. Halen devam eden bu sürecin sonunu Rabbim hayırlı eylesin. Bu zor zamanlarımda yanımda olan başta yazarları ile birlikte AirportHaber ailesi ve okurlarımla birlikte tüm dostlarıma teşekkürü bir borç bilirim.
Biz Anadolu çocuğuyuz. Dertte, kederde dostların dertleri ile hemhal oluruz. Maneviyatını yüksek tutmak için yanında yer alırız. Aile, anne-baba kıymeti bilmeyenlere onların Allah indinde ne kadar kutsi olduklarını anlatırız. Mobese kameralarından şehri seyreder gibi odalara konulan kameralarla anamızı-babamızı seyretmek bize yakışmaz. Böyle yapanlara ana sevgisini aşılarız. Rahmetlisine Fatiha okumasını bilmeyenlerin yerine Fatiha okuruz. Demem o ki insan olduğunu sananların önce anne-babasına ne kadar hürmet ettiğine bakın. O zaman insan mıdır müsvette midir iyi anlarsınız?
Bu satırlarımın havacılık ile ilgisi ne? diye sorarsanız haklısınız. Lakin insanoğlu zaman zaman duygularına yenik düşer. Bunu böyle kabul edin.
İki hafta önce ben kilometreleri hızla tüketirken, bütün Türkiye de özellikle sportif havacılığa gönül vermiş ve ilk havacılık eğitimini Türk Hava Kurumu'nda almış yüzlerce insanın gözü-kulağı gibi benim de kurumu kurtaracak bir genel başkanın seçileceği THK genel kuruluna kilitlenmişti.
Kürşat Atılgan ile Mustafa San arasında yapılan seçimde "Kim galip gelecek" sorusu bir yana, kurum yine iki başlı mı kalacak sorusu vardı benim kafamda.
Açık söyleyeyim, Vacit Öktem seçildiği vakit hem THK başkanlığına hem de THK Vakfı başkanlığına getirildiğini sanıyordum. Kurumun içinden çıkmış bir başka kurumu farklı kişilerin yönetmesi kadar aptalca bir durum olamaz.
Çok geçmeden anlaşıldı ki THK'nın mallarını vakfettiği THK Vakfı başka eller tarafından yönetilecekti.
İşte bu açmazlar içinde yaşanan kavgalar Vacit Öktem'in istifası ile sonuçlanarak yeni seçimle karşı karşıya kalındı.
Ama ne var ki; kavganın yerini uzlaşma kültürü alacak diye beklerken maalesef asker-sivil tartışması gündeme damga vurdu.
Bir formül üretilip "Kurum mu koltuk mu" sorularının cevabı bulunamadı. Binlerce havacılık sevdalısına eğitim vermiş olan bu kurumun var ettiği vakfın bünyesinde kurulan üniversite rektörünün bile asker-sivil tartışmasına girerek "sivil idare olsa iyi olur" sözleri halen ötekileştirme kafalarının var olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Bir rektörün divan yönetimini sivil adayın desteklediği kişinin seçilmesinden sonra yaptığı bu konuşma korkaklık düşüncesinin ön plana çıktığının göstergesidir.
Oysa unutulmamalıdır ki; bu kurumun kuruluşunda asker de vardı sivil de vardı, imam da vardı köylü Mehmet ağa da vardı. O yüzden asker-sivil ayırımından çok "Bu kurumu en iyi kim yönetir, içine girmiş olduğu bataktan kim kurtarır" sorularına verilecek cevaplara göre aday seçimi yapılmalıdır.
Birkaç sözüm de şube başkanlarına olacaktır.
Bu kurum korkak şube başkanlarının, soru soramama, eleştiri yapamamaları sebebiyle bu hale gelmiştir. Eğer şube başkanları kurum aleyhine giden yönetim şeklini sorgulayamıyorsa, sadece yerel devlet ricalinde protokol yerim olsun, üç beş kuruş para kazanayım derdinde ise yazıklar olsun onlara.
Seçimde de gördük ki, açıkça tavır alan olmamış. Her şube başkanı koltuk kaybetme korkusu nedeniyle eften püften konuları konuşmaktan öteye gidememiştir.
Oysa bu kurum halkın paraları, bağışları, kurban derileri ile ayakta duruyorsa ve bugün gelinen noktada o bağışlar nakte çevrilerek borçlar ödeniyor, maaşlar yatırılıyorsa bu vebalin altında kalmaktan korkun.
O halde sivili askeri bırakın ve bu kurumun bir bütün olarak tek elden yönetilmesini sağlayın.
Nokta...
Yorumlar Tüm Yorumlar (26)