Budizm, acıyla, kötülükle ve mutsuzlukla baş etmede aslolan şey; acının nedenini kavramak ve bununla mücadele etmektir. Ahlaki anlamda bu mücadelenin vaz geçilmez şartı ise ahimsa kuralına bağlı kalmaktır. Böylelikle ahimsa, yani “hiçbir canlıya zarar vermeyeceksin” prensibi Budizm’in ahlak öğretisinin temelini oluşturur. Ahimsa ilkesine rağmen bu dinlere mensup kişilerin ve halkların, tarih boyu şu ya da bu sebeple kendilerine muhalif olarak gördüklerine yönelik şiddete başvurmaktan kaçınmamaları ise ciddi bir paradoks olarak karşımıza çıkar.
Hıristiyanlık şiddet ortamında doğmuştur; şiddet yalnızca Tanrı oğlu olarak değerlendirilen İsa Mesih’i ve erken dönem Hıristiyanlığın önemli ilahiyatçılarından ve misyonerlerinden Pavlus ve Petrus gibi kişileri etkilemekle kalmamış, ilerleyen dönemde Hıristiyan cemaati Greko-Romen emperyal siyasetinin mağduru olmuştur. Benzer şekilde İslam da bizzat Hz. Peygamber’in Mekke döneminde ciddi bir saldırı ve takibatın etkisi altında kalmıştır. Aynı durumu Yahudilik, Budizm, Maniheizm vb. çeşitli dinsel gelenekler için de söylemek mümkündür.
Paradoks, Yunanca kökenli bir sözcük. Para (dışında, ötesinde) eki ile dokein (düşünmek) sözcüğü birleştirilerek paradoxos sıfatı türetilmiş. Bu sıfat ise “beklenti ile çelişen” anlamına geliyor.
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre sözcük “aykırı düşünce; çelişki, düşünceler arasında tartışmaya açık, kesin bir yargı içermeyen karşıtlık” anlamlarında kullanılıyor.
Tarihte bilinen ilk paradoks örneklerini Epimenides vermiştir. Giritli olan Epimenides:
-“Bütün Giritliler yalancıdır!” diyerek bizi çelişkiye götürür. Şöyle ki; eğer gerçekten Giritliler yalancı ise kendisi de Giritli olduğuna göre o da yalancıdır. Yani söyledikleri yalandır (yukarıdaki cümlesi). Bu cümle yalan olduğuna göre doğrusu şu olmalı:
-“Bütün Giritliler doğrucudur, doğru söyler.” O halde söylediği doğrudur.
Yani “bütün Giritliler yalancıdır......!”
Timsah, Nil kenarında çamaşır yıkamakta olan bir kadının bir anlık gafletinden yararlanarak onun çocuğunu yakalar. Kadın çocuğunu geri vermesi için timsaha yalvarır. Timsah,
“Çocuğuna ne yapacağımı doğru olarak tahmin edersen, onu sana veririm, aksi halde onu yerim”
Kadın, “Ay! Yavrumu yiyeceksin” diye bir çığlık atar.
Timsah, “Pekala, artık onu sana veremem, çünkü böyle yaparsam sen yanlış tahminde bulunmuş olursun. Halbuki sana yanlış tahminde bulunursan onu yiyeceğimi söylemiştim.”
“Tam tersine, yavrumu yiyemezsin, çünkü onu yersen doğru tahminde bulunmuş olurum ve doğru tahminde bulunduğumda onu bana vereceğini söylemiştin.”
Kral ülkenin yalancıları arasında bir yarışma açar. “İşte bu yalan” diyebileceği bir yalan uydurana bir küp altın vadeder. Yalancılar akın akın saraya gelip yalanlarını söylerler ama yalanlar ne kadar akıl almaz olursa olsun kral hep, “olabilir, niye olmasın ...” gibi cevaplar vererek hem eğleniyor hem de bir küp altından olmuyordu. Derken kahramanımız elinde boş bir küple huzura çıkar ve: “-Rahmetli dedeniz bir savaşa çıkacaktı, ancak o günlerde hazinede yeterli para yoktu. Dedeniz dedemden bu küple bir küp altın borç aldı ve 'bu borcu torunun torunuma ödeyecek,' diye söz verdi. Şimdi, dedenizin borcunu bana ödemeniz için buradayım.”
Kral, “işte bu kuyruklu bir yalan!” deyince adam,
“O halde ödülümü alayım” der.
Kral, “ımm şeyy doğru da olabilir” deyince adam,
“O halde borcunuzu ödeyin” der.
Üç genç bir otele girer ve orada bir gece kalmak isterler. Otel sahibi toplamda 30 TL istemektedir. Gençlerin her biri eşit olacak şekilde 10 TL verir ve odalarına çıkarlar. Otel sahibi daha sonra o hafta için yaptığı özel indirimi unuttuğunu anlar ve gerçek fiyatın 30 TL değil 25 TL olduğunu hatırlar. Bunun üzerine gençlerin yanına giderek 5 TL geri vermek ister, ancak bu 5 TL'nin nasıl 3'e bölebileceğini bilmediğinden 2 TL'yi cebine koyar ve kalan 3 TL ile her bir gence 1 TL verir. Hesap edildiğinde gençlerin her biri 10 TL yerine bu sefer 9 TL vermiş oluyorlar, böylece 3 genç de toplamda 27 TL vermiştir ve otel sahibin cebinde de 2 TL bulunmaktadır, bu da toplamda 29 TL eder. Toplamın 30 TL olması gerekir iken, bu 1 TL nereye kaybolmuştur?
Protagoras, avukat olmak isteyen Euathlus’a hukuk dersi vermeyi kabul eder. Ancak tek şartı vardır: İlk davasından elde ettiği bütün parayı eğitiminin karşılığı olarak kendisine verecektir. Eğitim bittiğinde Euathlus anlaşmayı haksız bulduğunu, ilk davadan kazandığı parayı Pratogoras’a vermeyeceğini açıklar. Pratogoras sorunu mahkemeye taşır. İki davalı duruşmada hâkimin karşısına geçtiğinde Pratogoras şöyle der: “Sayın hâkim, bu davayı uzatmaya gerek yoktur; çünkü eğer ben kazanırsam zaten parayı alacağım, eğer kaybedersem yine alacağım, çünkü anlaşmamıza göre o ilk davasından kazandığı parayı bana vermek zorundadır.” Hâkim tam Protagoras’ı haklı bulacakken bu kez Euathlus söz alır ve şöyle der: “Sayın hâkim, evet Protagoras haklıdır, bu duruşma gerçekten gereksizdir, ama benim lehime; zira eğer ben bu davayı kazanırsam zaten ona bir şey ödemeyeceğim. Eğer kaybedersem, anlaşmamıza göre ilk davayı kaybettiğim için ona yine bir şey ödemeyeceğim.”
Her ikilem, mantıksal, matematiksel, geometrik ve/veya felsefi olabilir. Tüm bu ikilemleri çözmeye akıl ve mantık yetmez, işin ahlaki boyutunu devreye sokmadan bir sonuç elde etmek de olası değildir. Ortada bir emek vardır, bir de emeğe saygısızlık.
Hakim ise kararını ahlaki kavramların yardımıyla sorunu çözecek ve Euathlus, borcunu ödemek zorunda kalacaktır.
“İnsanlık bir din değil bazı insanların ulaştığı yüksek bir mertebedir”. Sokrates.
“Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.”-Sokrates
Bu ikilemi de siz çözün..!
Yorumlar