Merhabalar Sn. Okurlar. Geçen hafta sayfamda misafir ettiğim İsmail Yüksektepe arkadaşımız yazıları uzun bulan okurların anlatımı dinlemeleri için aşağıdaki sistemi uygulamıştı. Ondan gördüm ve öğrendim. Türk Hava Yolları Logosunu veya yukarıdaki resmi tıklarsanız yazıyı dinleyebilirsiniz.
Bir okurumuz iki üç’ dür benden Türk Hava Yolları ile ilgili bir anımı yazmamı istiyor. Bunu yorum olarak ve mail ile bana duyurdu. Ben hangi konuyu yazımda işlememden sonra bu talebi aldığımı düşündüm. Ve de o gün işlediğim konunun bana geçmişteki neyi, hangi yaşanmışı hatırlatacağı hususunda da kafa yordum. Kolay değil, üzerinden 22 seneden fazla zaman geçmiş. Evet, okurum benden anı istemişti. Her ne kadar istedikleri konuda değilse de bu anlatımda iki yaşanmışı dile getireceğim.
İstanbul Atatürk Havalimanında bir Charter (işçi) terminali vardı. Her ne kadar internette bu terminalin 1974 yılında açıldığına ilişkin not varsa da bizler 1971-1972 yılında orada çalışıyorduk. Almanya ile 1961 yılı sonunda akdedilen iş gücü sözleşmesini takiben bu ülkeye havayolu ile işçi olarak giden vatandaşlarımızın beklenilenin / tahmin edilenin üzerinde yoğunlaşmasını takiben Atatürk havalimanında ayrı bir terminal ihtiyacı duyulması nedeni ile açılmış olsa gerek. Senesini tam hatırlayamadım
Evet, internette bu terminalin resmi de yok. Herhalde bir havalimanı yolcu terminaline benzetemedikleri için koymamışlardır. Burayı umuma yolcu terminali olarak tanıtmak istememişte olabilirler. Ama oradan milyonlarca yolcu uçtu. Ve bizler o terminalde senelerce görev yaptık ve tüm işçi vatandaşlarımızı sevgi ile yolcu ettik.
İşte aşağıda söz konusu terminale ilişkin unutulmuş bir iki görsel. Yolcu terminaline pek benzemiyor değil mi? Yine de bizim İş yaşamımızın en güzel günleri orada geçti. Yapılan işle bağdaşmayan uyumsuz tüm fiziki şartlara rağmen mutluyduk.
Evet, insanın iş yaşamını yönlendiren biraz da şans ve talihmiş. Hoş benim ilk adımım bu birazdan da fazla oldu ama. Okuyacağınız ilk anı da sizlere bunu vurgulayan bir yaşanmışı anlatacağım. Talihim bana yar oldu. Bu açık. Ama durduğum yerde kafama konan bu talih kuşunu orada tutma becerisini “kendimden daha iyi insanlarla çalışmaktan çekinmeyerek, kafamda bunlar yarın benim yerime geçer düşüncesini yeşertmeyerek, başka bir ifade ile bundan korkmayarak” gösterdiğimi söylemeliyim. Evet her zaman kendimden iyi insanlarla çalıştım. Bu tür çalışma arkadaşlarını bulabilmekte benim en büyük şansımdı. Bana hiçbir zaman büyük hatalar yaptırmadılar. Nasıl mı? İtiraz haklarını ve üstlerine uyarıda bulunma görevlerini gerektiği şekilde yerine getirerek. Şimdilerde böyle astları bulabilmek hayli zor galiba.
Malum, bugünde uygulandığı gibi Türk Hava Yolları uçuşları iptal edilen veya geciken yolcuları için eskiden de otel/ konaklama imkânı sağlıyordu. Tabii ki bu durum, genellikle uçakların gecikmeli olması ve yolcuların havalimanında uzun süre beklemek zorunda kaldıkları hallerde geçerli. Türk Hava Yolları’ da tüm diğer havayolları gibi, yolcuları için uygun bir konaklama düzenleyerek, seyahatlerinde yaşadıkları gecikme ve aksaklıklardan kaynaklanan sıkıntı ve yorgunlukları minimuma indirmeye çalışır. Ancak, söz konusu hizmetin kapsamı ve koşulları uçuşun gecikme süresine ve yaşanmış olan aksaklıklara göre değişiklik gösterebileceği açık.
Evet, bu konuları kapsayan iki Türk Hava Yolları yaşanmışı aşağıda. Bunlardan otel hikayesinin menfi yönlerini Türk Hava Yollarına atfetmek tabii doğru olmayacaktır. Bu konu bizlerin, çalışanların marifeti. Diğer anlatımda yer alan “Tercihini saçı başı dağınık olmayan Çetin Özbey’den yana kullanan” yöneticimiz ise aramızdan ayrılalı seneler geçti. Rahmetler olsun. Bu anlatımı da rahmetli kardeşimiz Oktay’ı rahmet, sevgi ve hasretle anma vesilesi olarak değerlendirmek gerek.
İNSANIN İŞ YAŞAMINI YÖNLENDİREN MEĞER BİR KUŞMUŞ: OKTAY EŞBE VE ÇETİN ÖZBEY.
İş yerinde şansın önemini vurgulamak için sizinle bir hatıramı paylaşmak istiyorum. Bilgi tabii ki çok önemli. Meğer şans veya talih bazen daha da önemli olabiliyor ve insanın yaşam çizgisini değiştirebiliyormuş.
Bir sabah, Charter’da otururken ertesi gün Yer İşletme Başkanı ve İstasyon Başmüdürü ve 3 diğer yöneticiden teşekkül eden bir ekibin beni ve rahmetli Oktay Eşbe’ yi mülakata çağırdıklarını söylediler. Oktay Eşbe İngiltere’ de bulunmuş, sivil havacılık konusunda çalışmış, haliyle İngilizce lisanını çok iyi bilen ve de havacılık konusunda bilgi ve eğitimli bir arkadaşımızdı. İçimden şansa bak, iki kişi çağırıyorlar biri ben biri ise Oktay. Aramızda çok çok büyük fark var diye geçirmedim değil. Oktay işimiz konusunda çoğumuzdan hatta hepimizden baskındı ve kendisi o gece nöbete gelecekti. Telefonla görüştük, hayırlı olsun vb. sözlerden sonra usulen de olsa mecburen mülakata geleceğimi söyledim. Kıştı. Ve Oktay o soğuk ve fırtınalı kış gecesinde 23.00 /07.00 nöbetine gelmişti. Gece nöbetinde olanları sabah mülakat öncesi bana anlattı. Oktay, saçı az olup, kafasının yanındaki bir tutam saçını önden kıvırıp şekillendirerek bir şeyler yapmaya çalışan, kısa boylu çok esmer bir arkadaşımızdı. Vakıa bunun çaresini bulmuştu ama. Pos bıyıkları kendisine ayrı bir tarz yüklüyordu. Bilgisi, insanlığı ve diğer tüm vasıfları ile boyu ters orantılıydı. Her ne ise o soğuk kış gecesinde Oktay aprona bir uçağın yolcu alımını yapmak üzere çıkmış. Bir taraftan yağmur, diğer taraftan fırtına saçını başını iyiden iyiye dağıtmış ve de Oktay’ı iyice tanınmaz bir hale sokmuş. Uçağa yolcu alımının sonunda Oktay koşa koşa terminale gelmiş ve uçağın park ettiği pozisyona en yakın terminal girişi olan (Bagaj arabalarının terminalden aprona çıkartıldığı) kapıda kime rastlamış dersiniz? Ertesi sabah mülakata iştirak edecek olan en üst unvanlı şahsa. Meğer uçuştan dönermiş. Bir pilot olan rahmetli Uçuş İşletme Başkanımıza. Meğer Oktay daha saçını başını düzeltmeden Başkanın kendisine (O senelerde unvan Müdürlük müydü tam hatırlayamadım) “bu ne biçim saç baş, bu vaziyette yolcunun karşısında nasıl çıkıyorsunuz Vb. “benzeri bir şeyler söylediğini gülerek anlatmıştı.
Her ne ise, mülakata girdik. Ben anlayamadım ama, İngilizce olarak sordukları suale Oktay kardeşimin verdiği cevabı onlar anladı mı bilemiyorum. Bana sordukları suali ise İngilizce olarak “ltf. Bana Fransızca sorun “sözü ile cevaplamıştım. Doğrusunu isterseniz mülakata girmeden bunu İngilizce olarak nasıl ifade edildiğini de Oktay’a doğrulatmıştım. Bir şeyler daha konuşuldu. Türk Hava Yolları’ na ne zaman girdiniz vb. Odadan çıktık. Tabii ki Oktay’ı tebrik ettim, öpüştük ve o yatmaya eve gitti. Ben ise Charter’a. Tabii ki sordular ve bende anlattım herkese. Sonuçta iyi bir kardeşimiz terfi ediyordu. Ertesi gün Yer İşletmeden çağırıldım ve mülakatta başarılı olduğum bildirildi. Ve ilk terfii mi işte böyle aldım. Bundan sonra rahmetli Oktay’ a inşallah tüm terfiler için ikimizi bir arada önerirler diyordum ve birlikte gülüyorduk. Allah kısmet etmedi. Ancak şunu da ifade etmeliyim ki, rahmetli her sıkıştığımda, desteğe ihtiyaç hissettiğim de her zaman yanımda, yakınımda oldu ve desteğini hiç esirgemedi. Oktay benim üstüm olsaydı bundan inanılmaz zevk duyar ve mutlu çalışırdım onunla.
Oktay Eşbe kardeşimizi ve eşini 19 Eylül 1976’da vuku bulan Isparta uçak kazasında kaybettik. Bu kazadan bir sene kadar önce kendisi de bir saat beğenmişti. O gün ağabeyim yurt dışına çıkacaktı. Oktay’ın isteği üzerine ağabeyimden o saati Oktay için almasını rica ettim. Sarı bir Seıko. Aynı saatten iki tane varmış vitrinde. Ağabeyim diğerini de benim için almış. Kötü bir anı ama kaza sonrası Oktay’ın kimliği bu saatten tespit edildi. Bugün 18.09.2024. Seıko halen tıkır tıkır çalışıyor. Kullanıyorum. Kullandıkça da Oktay Eşbe kardeşimize ve eşine sonsuz rahmet dileklerimi tekrarlıyorum. Işıklar içindeki yatışları daim olsun.
Evet; gelelim anlatıma. Şans çok önemliymiş. Gördük. O gün rahmetli Oktay 23.00 / 07.00 nöbetinde görevli olacak, hava esip gürleyecek, o kapıdan Yer İşletme Başkanı, uçuş dönüşü gecenin bir yarısında charter’a gelecek ve bu da bu yetmezmiş gibi belki de ilk kez girdiği bagaj arabalarının çekildiği o apron kapısından terminale giriş yaparken aprondaki uçaklara bakmak için o kapının önünde duracak ve Oktay o anda saçı başı darmadağınık olarak ve de koşa koşa apron’ dan terminale aynı kapıdan girecek ve de ertesi sabah Oktay ve Çetin bu yöneticinin başkanlığını yaptığı komisyonun önüne görevde yükselme mülakatı için çıkacak. Ve biri şef olacak. vs.
Tabii ki iş şansla bitmiyor. Ve yine anladım ki saç başta bir o kadar, en azından şans kadar önemliymiş. O gün bugün sprey kullanırım ve miktaren az ve seyrek olan saçlarım uçuşmasın diye saçımı kaskatı hale sokarım. Ne olur ne olmaz.
TÜRK HAVA YOLLARI’ NIN RÖTAR ÖZRÜ. OWBK YOLCULARIN FULL HİZMET (?) OTELİNDE AĞIRLANMASI.
Siz, Okurlarımı Gülümsetmesi Dileği ile. “Nöbetçi Müdürümüz Rahmetli Mustafa Şimşek beyin elinde bir fatura vardı. Ciddiyetini zor muhafaza ettiğini anlıyordum. Gülmemek için kendisini zor tutuyor gibiydi. Bir gün önceki uçuş için o dönemde adet haline getirmiş olduğumuz üzere koltuk adedinden hayli fazla bilet satılmıştı. Köln,
Veya Düsseldorf uçuşuydu yanılmıyorsam. Otellerde sezon itibarı ile hiç yer yoktu. Yolcuların bir kısmını Aksaray civarında bulunan otellere göndermiştik. Diğer küçük bir bölümünü ise tesadüfen boş odası bulunan E-5 yolu üzerinde havalimanına yakın bir otele göndermiş arkadaşlar. Mustafa beyin elindeki gülerek salladığı fatura işte yolcuların o oteldeki konaklamalarına aitti. Fatura detayında ise 9 oda 4 konsomasyon yazıyordu. Evet yanlış okumadınız 4 adet konsomasyon. Bu hizmetin bedeli de ayrıca belirtilmişti faturada. Bizim işçi yolcularımızdan 4 tanesi eşlerini odalara yerleştirdikten sonra Türk Hava Yolları hesabına felekten bir gece geçirmek istemişler ve otelin konaklama dışında müşterilerine sunduğu tüm (?) hizmetlerden yararlanmışlardı belli ki. Bu faturanın işleme konulup ödenmesi mümkün değildi tabii ki. Ve de aslına bakarsanız Sn. Müdürümüz de bundan çok hoşnuttu. Zira eline hepimizi tefe koyacak bir koz geçmişti.
Yaptığımız işin profesyonel anlamda nasıl isimlendirilebileceğini uzun uzun örnekleri ile anlatıyordu bizlerle. Kötü bir unvan yakıştırarak hem de. Esasen rahmetli Mustafa Bey konuyu nöbet boyunca tüm havalimanına, herkese anlatmıştı. Meğerse anlatımı havalimanı dışına da çıkmış. Bunu sonra anladık? Nöbet bitince faturayı bize verdi ve otele gidip konsomasyon bedelini konaklama bedeli ile birleştirip yeni bir fatura aldık. Ertesi gün faturayı ödeme evrakına bağlayarak muhasebeye gönderdik. Ama iş bitmemişti zira Mustafa Bey ilk faturadan bir fotokopiyi kendisi için almıştı. Türk hava Yolları insanları çok uzun süre bunu unutmadı. Genel Müdürlükte özelikle Teftiş Kurulu Üyeleri dâhil herkese bu konu anlatılmıştı. Bizi her gören, bir iş konusu için telefonla arayan herkes konuşmadan önce gülüyorlardı. Sağ olsunlar bu konuyu hiç açmıyorlardı ama gülmelerinden ne kastettiklerini anlıyorduk. Neticeten maaşımız artmamıştı, görev de herhangi bir yükselmemizde söz konusu değildi. Unvanımızda da değişiklik yoktu. Başka bir deyişle terfi etmeden başta ben olmak üzere tüm ekibimiz “yeni bir unvan sahibi olmuştuk” ve de uzun süre bu unvanla yaşadık.
Müdürümüz Mustafa Şimşek beyi ve aramızdan ayrılmış olan dönemimizin tüm yöneticilerini rahmet, özlem ve saygı ile anıyoruz.
Yorumlar