Futbol konusunda dünyanın en iyilerinden biri olan CRİSTİANO RONALDO’ nun takımının antrenmanlarını hiç kaçırmadığını ve hafta da iki kez de özel çalıştırıcı nezaretinde bir buçuk saat süren tek başına antrenman yaptığını ayrıca taktik derslerine de iştirak ettiğini biliyor muydunuz? O bunları neden yapıyor dersiniz? Tepelerdeki yerini muhafaza edebilmek için. Tabii ki o tepelere çıkana kadar nasıl çalıştığını bilmiyoruz.
Ronaldo’yu bir kenara bırakıp iş yaşamına dönersek hayatın bu kesitinde fark edilebilmek ve yükselebilmek için düzgün ve bilinçli konuşmanın öneminin ön planda yer aldığını görürüz. Bunu teminen sizde iş konunuzla ilgili çalışmanız, okumanız gerekir. İyi konuşmada, okumanın rolü büyük. Evet sizde okuyun, öğrenin ve Ronaldo gibi antrenman yapın. Yoksa maça yedek olarak bile soyunamayacağınız kabulü zorunlu olan bir gerçek.
Ben işimin konusuna hakimim diyenlerimiz tabii ki olacaktır. Bilgi birikimimizin fazla olması görevde yükselmek için yeterli değil. Bilginizi karşı tarafa en düzgün ve en anlaşılabilir şekilde aktaramadıktan sonra mevcut bilginizden istifade de edilmesi zor gibi. Bunu düşünün lütfen.
Evet; iş yerinde tepedekiler ve çalışma arkadaşları tarafından fark edilmenin ve hatta görevde yükselmenin en önemli unsurlarından biri güzel konuşmak. Hele hele bu özellik güzel yazı yazmakla da destekleniyorsa aranan biri olacağınız garantiye yakın.
Uzmanlar, terfi zamanlarında benzer eğitim ve deneyime sahip kişiler arasında seçim yaparken kendini iyi ifade eden çalışanın tercih edildiğini belirtiyorlar. Ve de etkili konuşabilen, ses tonunu doğru kullanabilen kişilerin de özellikle iş yaşamında her zaman bir adım öne geçtiği bir gerçek diyor Selen Güler.
GÜZEL KONUŞMANIN VE GÜZEL YAZI YAZMANIN OKUMA İLE İLİNTİSİ VAR MI?
İnsanın beyni okuyarak beslenir ve güçlenir. Okumak insanlara olaylara farklı açıdan bakma imkânı tanır. Okuyan insanların kelime dağarcıkları yüksek olup genel kültür açısından da farklı bir seviyededir. Ve de kabulü zorunlu olan bir gerçek ise genel kültürün toplumca önemsenen ve hatta saygı duyulan bir özellik olmasıdır.
PİSA BOZGUNUMUZ.
Hepimizin bildiği üzere, PİSA, OECD tarafından üçer yıllık dönemler için uygulanan, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri gözlemlemek amacı yapılan bir Uluslararası öğrenci araştırma ve değerlendirme projesidir. Ve maalesef Türkiye’ miz 2016 yılında yapılan bu araştırmada sınıfta kaldı. Değişik kaynaklarda farklı değerlendirmeler yer alsa bile, tablo genelde farklı değil.
PISA Projesi’nde zorunlu eğitimin sonunda örgün eğitime devam eden 15 yaş grubundaki öğrencilerin; Matematik okuryazarlığı, Fen Bilimleri okuryazarlığı ve Okuma Becerileri konu alanlarının dışında, öğrencilerin isteklendirmeleri, kendileri hakkındaki görüşleri, öğrenme biçimleri, okul ortamları ve aileleri ile ilgili veriler toplanmaktadır. Projede kullanılan “okuryazarlık” kavramı, öğrencinin bilgi ve potansiyelini geliştirip, topluma daha etkili bir şekilde katılmasını ve katkıda bulunmasını sağlamak için yazılı kaynakları bulma, kullanma, kabul etme ve değerlendirmesi olarak tanımlanmaktadır.
OECD tarafından yapılan açıklamaya göre; 72 ülke ve ekonomik bölgede 15 yaşındaki 540 bin öğrenci arasında yapıldı. Bu 72 ülke ve ekonomik bölgeden 35'ini Avrupa Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı'nın (OECD) ülkeleri oluşturuyor. Türkiye 72 ülke arasında 50. sırada yer alırken, önceki senelerde yapılan testlere göre de performansı geriledi.
ÇOCUKLARIMIZ BÜYÜDÜKÇE KİTAPTAN UZAKLAŞIYORLAR,
Bu bir varsayım değil. Aşağıdaki tabloya bakınca öğrenci başına okunan kitap sayısının yaş ilerledikçe azaldığı net bir şekilde görünüyor. İlkokul tahsili sonrası en fazla kitap okuyan grup İmam Hatip Ortaokul ve Anadolu İmam Hatip Liselerinde tahsil yapan öğrenciler. Okunan kitap sayılarına bakınca İmam Hatip Ortaokullarındaki tahsil esnasında okunan kitap adedinin, Anadolu İmam Hatip liseleri seviyesindeyken ne kadar azaldığı açık olarak görünür olmasına rağmen bu kıtap sayılarının olması gerekenin çok altında olduğu da ortada. Tabii ki bu tabloyu değerlendirirken okunan kitapların türlerinin de bilinmesi gerekir. Eminim ki PISA organizasyonu bu çok önemli hususu da dikkate alıyor ve değerlendiriyordur.
İletişim uzmanı ve düşünür Dale Carnegie: ‘Her gün yirmi otuz sayfa okumakla kısa bir zaman içinde kültürünüzü yükseltip kitaplıklar devretmiş olursunuz. Kitap okuduğunuz zaman bir tek kelimeyi bile anlamadan geçmeyiniz, sözlüğünüz daima yanınızda bulunsun, .okumayan insan, zihnini çalıştırmıyor, fikir jimnastiği yapmıyor demektir. Bütün boş zamanınızı gazeteye ve televizyon ekranlarına bağlamayın.
İŞTE HAL’İ PÜRMELÂLİMİZ
Türkiye’deki halk kütüphanelerinin sayısı 1.350 civarında ve kütüphaneye kayıtlı üye sayısı 427 bin (sanırım çoğunluğu öğrenci). Toplam okuyucu sayısı 20.706.526. Türkiye’de 50 bin kişiye bir kütüphane düşerken, Almanya’da 7 bin, İngiltere de 13 bin, Finlandiya da 4 bin, AB ortalaması 7 bin 558.
Türk toplumunun düzenli kitap okuma oranı %0,1, kitap toplum yaşamında 235 sırada, toplumun %75’i kitap okumuyor, % 40 hiç kütüphaneye gitmemiş. Kütüphaneye gidenlerin önemli bir kısmı da okul kitabı veya ders kitabı için gitmiş.
Gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen yıllık kitap alımı, ortalama 100 ABD doları, Türkiye’de ise bu rakam 10 ABD dolarının altındadır. Diğer rakamlar olmasa, hadi ülkemizdeki alım gücü vb. gibi şeyler söyleyeceğim ama…
Japonya’da yılda 4 milyar 200 milyon kitap basılıyor. Türkiye’de sadece 23 milyon.
Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu’nda, kitap okuma oranında Türkiye, Malezya, Libya ve Ermenistan gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülke arasında 86. sırada.
Japonya’da kişi başına düşen kitap sayısı yılda 25, Fransa’da 7.Türkiye’de ise yılda 12 bin 89 kişiye 1 kitap düşüyor. Japonya’da 1 kişi yılda ortalama 25 kitap okurken, Türkiye’de bu oran komik: 6 kişi 1 kitap okuyor.
Eğitim sistemimizde, ilkokuldan üniversitesine kadar öğrencileri sorgulamaya teşvik eden, analitik düşünme ve bilinçli eğitimin önünü açan, problem çözme konusunda herhangi bir gelişme görülemediği uzmanlar tarafından ifade ediliyor. Evet, bu tatsız durum ülkemizin en fazla önem vermesinin gerektiği konunun eğitim olduğunu net ve açık bir şekilde ortaya koyuyor.
NASIL BİR GENÇLİĞE İHTİYACIMIZ VAR..
Mustafa Zülküf Altan beyin görüşüne göre; “ Eğitim sistemimiz mevcut haliyle modası geçmiş, eski yüzyıllara ait ve artık günümüzde geçerliliğini yitirmiş becerilerin sergilendiği iş alanlarına kötü yetişmiş eleman yetiştirmekten ve mutsuz, amaçsız ama diploması olan bireyler mezun etmekten başka bir işe yaramıyor. Oysa girişimci öğretim sayesinde gelecek nesillerin mutlu olmaları, başarılı olabileceklerine inanmaları ve kendi rüyalarını gerçekleştirebilmeleri sağlanabilir. Unutulmamalıdır ki yaşamında kendi rüyalarını gerçekleştiremeyenlerin başkalarının rüyalarının hakikat olması için çalışmaktan başka çareleri yoktur. .
Türkiye'nin artık tek yönlü düşünen ve hareket eden yani tek tip yetişen nesillerden ziyade daha yaratıcı, daha yenilikçi düşünebilen, çağın ve geleceğin sorunlarına çözüm bulabilecek bireylere ihtiyacı bulunmaktadır. Bunun da yolu girişimci öğretim ve girişimci öğretmenlerden geçmektedir. ( BKNZ Türkiye’nin Eğitim Çıkmazı Yazarı M. Zülküf Altan./ Pegem Akademi Yayıncılık ) Evet; bu görüşlere katılmamak mümkün değil.
Yorumlar