Evet; hiç kimse denemeden neler yapılabileceğini bilemez. AUG ayı başında AirportHaber’ de ’:MÜJDE: 2013 YILI ÇALIŞMA SAATLERİNİN UZUNLUĞUNDA AVRUPA BİRİNCİSİYİZ. başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu yazı ile ilgili olarak fazla olmamakla birlikte 3 adet mail ve 10 kadar yorum aldığımı hatırlıyorum. Mailleri APH’ ın yorum köşesine taşımadım. Nedeni ise okuyunca insanların yorumlayanın hangi şirkette ve daha önemlisi hangi ünitede çalıştığını anlamalarına imkân veren bazı sistemlere verilen özel isimleri metinde kullanış olmalarıydı. Bu maillerden birinin son kısmını aşağıya almak istedim. “Verdiğiniz örnekler hem güzel hem eğlenceli. Hepsi iyi de bizlerin bu durumdan kurtulmak için nasıl davranmamız gerektiği hususuna hiç dokunmuyorsunuz. Sizin deneyiminizi, konulara yaklaşımınızı daha iyi anlamamız için bizi bu konuda aydınlatmanızın doğru olacağını düşünüyorum. Arkadaşlarımızdan …………. İsimli birinin sizinle temas ettiği bilgisini aldım. Bu arkadaşımız yaptığınız görüşmeden fayda edinmiş ise de çok mutlu olmamış. İnanıyorum ki bu desteği daha açık sağlamalısınız” diyordu.
Arkadaşınızla Ağustorun ilk haftasında görüştüm. Amacım onu mutlu etmek değildi. Doğruyu anlattım kendilerine. Temenni ederim ki bu yazıyı okusunlar, belki daha anlaşılır olur. Aşağıda yer alan 3 küçük hikaye ile birlikte. Demekki dostumuz anlatımımı yorumlayamamış veya ben yeterince anlatamamışım. Bir yoruma verdiğim cevapta “ Her konuda çözüm bulabilmek zor da olsa imkansız değil. Ancak bunun için birlikte düşünmek, birlikte hareket etmek, vb.. bizim toplulumuzda uygulanması zor olan faktörlerin yerine getirilmesi gerek. Herkes ayrı telden çaldığı sürece tabii ki şikayetçi olduğumuz bu uygulamalar aynen devam edecektir.” demiştim. Evet bizim sektörümüzde insanları bir araya getirmek hayale yakın “ Arkadaşınıza da söylediğim budur. Bu tür konularda bir iki kişi öne çıkar vede önde yalnız kalır. Biri patrona eğilir, diğeri onun yamağına. Her türlü uygulamaya sessiz kalan ve rıza gösteren insanlarla böyle konularda sonuç almak mümkün değil. Alışkanlıkları kırmak ise dünyanın en zor işi. Sektörü ve sistemi toparlayacak bir sendikal yapı da görünmüyor ortalıkta.
Evet şimdi aşağıdaki 3 anlatımı okuyunuz lütfen.
Bildiğiniz üzere bir fil hortumu ile bir tonluk yükü kolaylıkla kaldırabilir.Ama siz bir sirkte bu dev yaratıkların sessizce küçük bir kazığa bağlandıklarını gördünüz mü? Bir fil küçük ve güçsüzken ağır bir zincirle bir demir kazığa bağlanır.Ne kadar zorlarsa zorlasın zinciri kıramayıp kazığı yerinden oynatamadığını keşfeder. Sonradan fil ne kadar büyürse, ne kadar kuvvetlenirse kuvvetlensin yerde yanı başında duran kazığı gördüğü sürece hareket edemeyeceğine inanmaya devam eder. Bir çok akıllı ve bizler gibi yetişkin insanda sirkteki fil gibi davranır. Mevcut düşüncelere, hareketlere ve sonuçlara hapsolmuşlardır. Asla kendi koydukları sınırın ötesine geçemezler. İşte bizim durumumuz da böyle.
Boş bir kavanozun içinde zıplayıp duran pireler. Bir de bakarsınız ki için de pirelerin zıpladığı bu kavanozun kapağı yoktur. Tabii ki insan bu pirelerin neden kavanozun dışına zıplayıp özgürlüklerine kavuşmadıklarını düşünür. Yanıt basittir. Deneyi yapan kişi önce pireleri içinde koyduğu kavanozun kapağını kapatır. Pireler sıçrar ve sıçradıkça kafalarını kavanozun kapağına vururlar. Birkaç kez baş ağrısı çektikten sonra o kadar yükseğe zıplamaktan vazgeçerler. Deney yapan şahıs artık kavanozun kapağını kaldırsa da pirelerin kapak seviyesine zıplamaktan “ bu çok yüksek artık yeter diyen “ bir düşünce tarzı ile vazgeçmiş oldukları görülür. Buda canlının kendisini düşünce tarzına hapsetmesinin diğer bir örneğidir.
Akvaryumda vahşi bir Barracuda balığı uskumrulara saldırmaya çalışmaktadır. Ama aradaki bölme buna engel teşkil etmektedir. Barracuda burnunu akvaryum içindeki bu separatör bölmeye defaatle çarptıktan sonra uskumduya saldırmaktan vazgeçer.Sonra aradaki şeffaf cam bölme kaldırılır. Ama Barracuda yalnız bölmenin önceden durduğu yere kadar yüzer ve sanki separatöre takılmışcasına durur. Aslında bölmenin halen aynı yerinde durduğunu düşünüyordur.
Evet insanoğluda böyledir. Sektörümüz insanları da farklı değil. Hayali olsun olmasın bir engele ulaşana kadar ilerleriz. O noktadan sonra kendi kendimize dayattığımız sınırlayıcı tutumumuz yüzünden durur kalırız. İş yerlerimizde yaşadığımız olumsuzluklara direnç gösteremiyoruz. Nedeni basit. İşten çıkartılma korkusu. Ve de ülkemizdeki işsizlikten ötürü çalışanların önünü görememeleri ve yarılarından emin olmamaları.
Bizim kavanozdaki kapak, ayağımızdaki zincir işte bu. İçinde bulunduğumuz sanal kavanozda kapak yok. Ama zıplayamıyoruz. Kavanozun ağzında kapak yerine kemikleşmiş düşüncelerimizden, korkularımızdan oluşan katı bir cisim koymuşuz elimizle. Başımızı ona çarpıp kavanozun dibine düşüyoruz. Kendi koyduğumuz sınırın ötesine geçmeme konusunda iddialıyız. Oysa ki bu sanal sınırı da yanlış yere koymuşuz. Bu katı cismi eritmenin, bu sanal zinciri kırmanın tabii ki yolu var. Ama yola çıkmanın ön şartı birlik olmak ve zinciri olabildiğince, uygun zemin ve zamanda gevşetmeğe çalışmak.
Bir çoğumuz doğru olsa bile bazen istediklerimizi yapmaktan korkuyoruz. Çünkü bu risk almayı ve başarısızlığa dayanabilmeyi gerektirir. En büyük korkumuz risk almak ve de en büyük yanlışımız ise bunu hiç denememek. İstihdamı fazla olan şirketlerde işten personel çıkartmak için tabii ki her zaman kaşının üzerinde gözü var türünden maazeret bulunabilir. Ama 750 veya daha fazla özellikle ve vazgeçilmesi zor olan, kilit işleri yapan eski personeli aynı anda işten çıkarmak ekonomik açıdan da hayli zordur. Geçmişteki THY uygulaması bu konuda kendi parasını sarf etmeyen yöneticilerin bunu daha rahatlıkla yapabileceğini gösteriyor ama bahis konusu oluşumu genele taşımak ticari yaşamda mümkün değil. Tabii ki başkasının parasını harcamak daha kolay.
Önce birlik olup, daha sonra uygun zaman ve zemini bekleyip, Çalışma Bakanlığı nezdinde gerekli bürokratik önlemleri de aldıktan sonra harekete geçmek suretiyle mevcut uygulamaların harfien kanuna uygun hale getirilmesini talep etmek mümkündür..
Biz İş güvenliği yasasına uygun olmayan ( x ) uygulamaya karşı çıkarsak, işten atılırız düşüncesi kavanozun üzerinde bir zamanlar konulmuş bu gün için sanal formatta olan bir kapaktır. Gerekli önlemleri alıp bunu takiben zıplarsak kafamızın hiç bir yere çarpmadığını görürüz.
Tabii ki şirketlerimizin hepsi böyle bir tarz içinde değil. Bu kuruluşlarımızı can-ı gönülden tenzih ediyorum. Ama diğerleri de işyerlerini düzgün yönetmeleri gerektiğini biraz pahalı bir şekilde de olsa anlamalıdırlar.
Bilmem şimdi bir şeyler anlatabildim mi? Eğer genç olsaydım böyle bir hareketin başını çekmekten kesinlikle kaçınmaz ve de bunu sektöre katkı olarak görürdüm. Sonuç alırmıydım? Bilmem.
Evet veya hayır demek için de bunu bir kez denemiş olmak gerek.
BİR DE BU LİSANLA DENEYELİM
Evet, bu zarfının üzerinde adres yazmayan bir mektup. Bu mektubu almak isteyen alır. Ve de alması gerekenler kendilerini bilir. Aslında bu mektup hızır@ adresinden bana mail gönderen kardeşimiz için yazılmıştır.
Din, Müslümanlık konusu açılınca mangalda kül bırakmayan ve yüce dinimizi namaz kılmak ve oruç tutmaktan ibaret sayan ve dinimizin diğer uyulması gereken üstün şartları ve özellikle kul hakkı yeme ile ilgili hiç bir konuyu hiç bir şekilde dikkate almadan çalışan her seviyedeki yöneticilerimize bir de bu lisanla sesleneyim istedim. Dikkate alırlar mı derseniz, okusalar bile, bir şey ifade edeceğini zannetmem. Mazeretleri var. Senelerce bizim hakkımızı yediler, şimdi sıra bizde, dolayısı ile bu uğurda yapılanlar günah sayılmaz gibi bir düşünceleri var. Bunu ifade eden de şu anda aynı sistem içinde çalışan bir arkadaşımız.Ve de doğru konuşan bir kardeşimiz. Kim, kimin hakkını nasıl yedi onu bilmiyorum ama buda onların düşüncesi.
Tabii ki bu duyguyu paylaşmamakla birlikte mesai arkadaşlarına karşı aynı haksız, yersiz ve insafsız davranışlar için de bulunan ve de insanların önüne adeta aşılması mümkün olmayan duvarlar örerek onları inciten diğerleri de mevcut. Bir ikisi bir insanı yaşamında en fazla üzecek bir şeylerle karşılaştılar. Allah tekrarını göstermesin. Acaba yaşamlarında olup biteni aşağıdaki şekilde düşündüler ve tarttılar mı hiç?
Kader eninde sonunda günahlarımızın bedelini önümüze koyar ve yaşamın bir kesitinde herkes günahlarının bedelini öder. Ektiğini biçer. Başkalarının haklarını engellemenin ve insanların ekmek parası ile oynamış olmanın ağırlığı onu ezer. Bu insanlar karşılaştıkları aksiliklere şaşmamalı ve önüne çıkan maddi-manevi sorunların kendi günahlarından başka bir şey olduğunu bilimelidir. Yine de dua edelim ki sevdikleri ve çocukları kendi yaşamlarında bu düşüncesiz bir büyüğün kefaretini ödemesin.
Evet dilerim ki, yüce yaradan şayet varsa hem bu çalışanlara geçmişte ayırımcılık yaparak davranan ve hemde bu gün kendilerine yapılanın karşılığını vermiş olma gibi bir maazeretin arkasına sığınarak insanları her konuda engelleyen yöneticilere layığını versin.
Bu bir beddua değil. İnsani bir dilek. Vicdani bir istek. Bir adım öte bir yakarış.
İsterim ki takdiri ve değerlendirmeyi yapmak üzere bizleri yukarıdan gözlemleyen yüce allah bunu duysun.
Yorumlar Tüm Yorumlar (18)