Hani yeni bir iş buldunuz diyelim. Müracaat ederken, sizin doğumunuzdan firmaya başvurduğunuz güne kadar ki yaşamınızı özetleyen hazırladığınız bir belgeyi de beraberinizde götürür veya işine talip olduğunuz kuruluşa yapacağınız görüşmeden önce gönderirsiniz ya. İste konumuz o doküman. Özgeçmiş diyorlar, aynen o.
Her ne kadar internette yüzlerce örneği bulunuyorsa da madem ki bu konuyu işliyoruz detayları bir kez de biz dikkate sunalım. Hani belki birine gerekli olur, eksikliklerini tamamlar diye.
Unutmamak gerekir ki özgeçmiş yazmaktaki amacın bu zamana kadar yaptığınız her şeyi sergilemek değil; başvurduğun iş için belli bir alt yapıya, tecrübeye ve bu iş için gerekli olan tüm becerilere sahip olduğunu göstermektir.
Evet bu doküman genelde doğduğunuz yer ve sene ile başlar konuşmaya. Adresiniz iş yerine yakınlığı veya uzaklığı ortaya koyacaktır. Telefon, mail adresi vb. tamamlayıcı bilgiler de yer alacaktır hali ile. Medeni durumunuz önemlidir. Sürücü ehliyetiniz de. Arzu ederseniz bu bilgileri blok halinde dokümanın sonuna da kaydetmeniz mümkün.
Bu durumda dokümanın ilk başında EĞİTİM yaşamınız yer alacaktır. Mezun olduğunuz Fakülte / Üniversite ve Lise tahsilinizi hangi okullarda ve hangi senelerde yaptığınız. Bu takiben İŞ DENEYİMLERİ bölümü yer alır ki, bu belki de en önemli bölümü olacaktır hazırladığınız dokümanın. SERTİFİKALAR bölümünde ise talip olduğunuz işle ilgili olarak almış olduğunuz belgelerin adı ve edinim tarihleri yer alacaktır. BECERİLERİNİZ bölümüne bildiğiniz lisanlar dereceleri kaydedilecektir. Bilgisayar kullanım seviyenizin de bu bölümde yer alması gerekir. İLGİ ALANLARINIZI öğrenmek müstakbel yeni işvereninizi memnun edecektir. REFERANSLAR bölümün de ise sizi tanıyan ve hizmetine talip olduğunuz şirketin yönetimine hakkınızda bilgi verebilecek kişi ve kurumların isimleri ve iletişim bilgileri yer almalıdır. Bu bilgilerin bahis konusu dokümanın laikiyle hazırlanması için yeterli olacağını düşünüyorum.
ŞAŞIRTICI BİR İSTATİSTİK.
Buna inanmak her ne kadar şaşırtıcı olsa bile yapılmış olan bazı araştırmalar (Genelde yabancı ülkelerde yapılmıştır) işyerlerine sunulan özgeçmişlerin 50 %’ sinin yanıltıcı veya şişirilmiş bir içeriğe sahip olduğunu göstermektedir. Bunun bir kısmının yalan boyutunda bilgiler olduğunu düşünmek zor değil.
Özgeçmişinizde yalan söylemek şu üç şekilde incelenmesi mümkündür: eğitim ve iş deneyimi yalanları ihmal yalanları ve abartı/süsleme.
TÜRKİYE’ DE ÖZGEÇMİŞTE YALAN BEYANDA BULUNMAK YASA DIŞI OLARAK TANIMLANMIYOR.
Ülkemizde özgeçmiş yasal bir belge olmadığı için bu doküman üzerinde yalan söylemek yasa dışı olarak tanımlanmamaktadır. Bununla birlikte, özgeçmişinizde yalan söylemek ceza gerektiren bir suç olmasa bile, bu yalanın müstakbel işvereniniz tarafından öğrenilmesi halinde müracaatta bulunduğunuz iş, daha çalışmaya başlamadan hızla kaybedebileceğiniz kuşkusuzdur. Bu işi almanızı engelleyecek bir bilginin işverene sunmak üzere hazırladığınız dokümana sehven bile olsa kaydedilmemiş olmasının (bilginin saklanmasının) hukuki sakıncaları varsa sorumluluk doğuracağı tabii.
EVET BAZI CV’LERDE YANLIŞ BİLGİ VAR MI ACABA? YOKTUR HER HALDE, AMA EKSİK BİLGİ MEVCUT (?)
Geçmişte hazırladığımız özgeçmişlerde mezun olduğumuz liseyi iftiharla belirtmemize rağmen bazı yöneticilerin internette yer alan özgeçmişlerinde Doğum tarihinden hemen sonra eğitim gördükleri ve mezun oldukları fakültenin zikredildiği görülüyor. Arası boş. Kendilerine bu denli seçkin bir eğitimin alt yapısını sunan lise tahsilinden ve bitirdikleri lisenin isminden kelime bahsetmiyorlar. Lise tahsillerine özgeçmişlerinde yer vermemeleri, okulun adını zikretmemeleri bu insanların ortak uygulamasına dönüşmüş. Bunun nedeni anlamak mümkün değil.
Özgeçmişime yaptığım her işi eklemek zorunda değilim. CV hazırlamadan önce bilginizi en doğru düzeyde yansıtacak iş deneyimlerimi bir araya getirip onları sergilemeye çalışmam mantılı olacaktır. Küçük çaplı ve gereksiz işler özgeçmişimin karmaşıklığına ve yanlış bir izlenim bırakmasına sebep olabilir. Düşünün ki ben bir üniversitede öğrenim üyeliği yaptım. Üstelik yöneticilik görevim de vardı. Ancak özgeçmişimin iş deneyimlerim bölümünde bu seçkin görevimden hiç bahsetmiyorum. İnsanlardan saklıyorum bunu. İftihar edeceğime, özgeçmişimde bu görevi gururla belirteceğime neden saklıyorum bu bilgiyi (?)
GÜZEL BİR SÖZ HER KİLİDİ AÇAR.
Meşhur piyanist Arthur Rubisnstein konserlerinden birinde Küçük bir kızın kendisine getirdiği hatıra defterini imzalamakta tereddüt ediyormuş. Ellerinin çok yorulmuş olduğunu ileri sürerek, küçük kızı başından savmaya çalışmış. Kız, hiç tereddüt etmeden şöyle demiş: "Ellerinizin ne kadar yorgun olduğunu biliyorum ama inanın benim ellerimde, sizinkiler kadar yorgun." Arthur Rubinstein anlayamamış ve nedenini sormuş küçük kıza; "Alkışlamaktan." demiş küçük kız. Bu cevap karşısında Rubinstein defteri imzalamaya mecbur olmuş. Hem de sevgilerimle ibaresini de yazarak.
Evet bazen düşünerek söylenmiş bir güzel söz birçok kapıyı açar. Yaşamın her kesitinde de böyle iş yaşamında da.
İnsanlar sosyal bir canlı oldukları için çevrelerindekilere değer vermeleri ve onlardan değer görmeleri son derece önemli olup hayatına anlam katmak isteyen herkes, çevresinden gelen değeri görmek ister. Çoğu zaman insanlar çevrelerindeki kişilere ne kadar değer verdiğini göstermek için anlamlı ve güzel sözler söyler ve de bunu vurgulayacak davranışlar sergiler. Bir insana değer vermek, özen göstermek, onun kıymetini bilmek de bir
Kültürdür. Bunun eğitimi yok, kitaplarda yazmaz. Yolu insan olmaktan geçer.
BU GÖRSELLER İLE NEYİ İFADE ETMEK İSTEDİĞİMİ ANLAMADIĞINIZA EMİNİM.
Bu konudaki ilk yazıyı 12 Haziran tarihinde yazmıştık. Bundan altı gün önce 6.6.2023 günü Bay Bolat Teftiş Kurulu Başkanının bu konuyu tetkik etmek üzere aynı günkü seferle Tokyo’ya gideceğini söylemişlerdi. Yani bundan tam 47 gün önce. Ve halen çıt yok. İki hafta yazılarımda bu duyuru yer alacak. Acılı bir anneyi oyalamanın hoş görülmesi mümkün değil. Lütfen.
Bu yazıyı bilgisayarımın bir köşesinde buldum. Okudum, çok sevindim. Ne de güzel anlatmışım diye düşündüm.
Okumayı ilerletince cümleler yabancı gelmeğe başladı. Çektiğim yabancılık anlatımın çok güzel olmasından kaynaklanıyordu. Keşke böyle anlatma kabiliyetine sahip olsam diye de düşünmedim değil. Araştırdımsa da yazının kime ait olduğunu bulamadım. Bir yerde KİGEM Kişisel Değişim Merkezinin isim benzerliğine rastladım. O anda kavradım ki yazıyı kaleme alan büyük bir ihtimal ile kitaplarından tanıdığımız Mümin Sekman Hoca. O niyetle sizinle paylaşıyorum. Belki de Hocanın “Her Şey Seninle Başlar Kitabındandır.” Kitap Ataköy deki evde olduğu için kontrol edemedim. Yazarı her kimse izinsiz yayınladığım için özür diliyorum.
Ahlak ve kalite birbirinden ayrı düşünülebilir mi? Ahlak ve etik dışı üretim süreçleri ürünün kalitesini etkiler mi? Üretim sürecinin birincil sorumluluğu daha iyisini mi yapmaktır, yoksa hiç kimseye zarar vermemektir?
Ahlak, Ürün Kalitesinden Daha Önemlidir
Yemek yapan bir aşçı, eğer hijyen kurallarına uymazsa, insanları zehirleyebilir. Şoförün bir anlık dikkatsizliği, insanları öldürebilir. Sadece tek başına çalışanlar değil, işletmeler de insanlara zarar verebilir. Her şirketin ürettiği ürün veya hizmet, insan sağlığına ya da çevreye zararlı olabilir. Doktorların Hipokrat yeminindeki, “önce zarar verme!” ilkesi aslında, iş yapan her insan, her şirket için geçerlidir. İş yapmanın birinci koşulu, zarar vermemektir. İş yapan herkes, bu sorumluluğu üstlenir.
Bunun için uygar toplumlar, bir ürün veya hizmetin üretimde kullanılan yöntemlerin, ham maddelerin ve nihai ürünlerin olumsuz etkilerini en aza indirmek için sürekli bir çaba içindedirler. Avrupa Topluluğu, üye olmak isteyen her ülkeye, kendi üretim standartlarına uymayı bir koşul olarak getirir. Aynı anlayış, Amerika Birleşik Devletleri, Japonya gibi ülkelerin hepsinde vardır.
Ama şirketleri yönetenlerin sorumluluğu, insan sağlığı ve çevre konularıyla da sınırlı değildir. Şirketler, yatırımcıların parasını kullanır, insan çalıştırır, tedarikçilerinin ürünlerini girdi olarak kullanırlar. Her şirket, kendi çevresinde bir etki alanı oluşturur. Bir şirketi iyi yönetememek, sadece o şirketin sahiplerinin para kaybetmelerine değil, o şirkette çalışanların işsiz kalmalarına, tedarikçilerin işlerini kaybetmelerine, müşterilerin zarar görmelerine yol açabilir.
Şirketler, her geçen gün hayatımızda daha büyük bir yer kapladığı için, üstlendikleri sorumluluklar da aynı oranda arttı. Bundan yüz elli sene önce, en büyük şirketin çalıştırdığı insan sayısı iki-üç yüz kişiyken, bugün büyük şirketler, milyonlarca insana dokunan bir etkiye sahipler. Amerikan perakende zinciri Walmart’ın çalıştırdığı insan sayısı iki milyonun üzerinde. Bu şirket, yirmi yedi ülkede, on bir binden fazla mağazaya sahip ve her gün on milyonlarca insanın hayatına giriyor, on binlerce şirketten satın alma yapıyor. Böyle bir büyüklüğü yönetmenin sorumluluğu, bir devleti yönetmenin sorumluluğu kadar büyük.
Son yıllarda, sık sık, şirketlerin sosyal sorumluluk üstenmeleri, toplumdan kazandıklarını topluma geri vermeleri gereğinden bahsediliyor. Pek çok büyük şirkette, bu talebe cevap vererek, “iyi işler yapan şirket” algısını yaratmak için, eğitim, sağlık, çevre gibi konularda “sosyal sorumluluk” projeleri üstleniyor.
Ben, bu tür “sosyal sorumluluk” işlerine zaman ve kaynak ayırmaya gelene kadar, her şirketin önce kendi müşterilerine, kendi çalışanlarına ve tedarikçilerine; içinde bulundukları topluma ve çevreye karşı sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğine inanıyorum.
Şirketler de bireyler de elbette toplumun sorunlarına duyarlı olmalı ve bu konularda gönüllü olarak çaba göstermelidirler ama bunlardan önce, faaliyet gösterdikleri alanda, önce üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidirler. Adil, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim sergilemeleri, “kurumsal sosyal sorumluluk” projeleri üstenmelerinden çok daha değerlidir. Bir şirketten beklenen, çevre ya da eğitim konusunda kurumsal sosyal sorumluluk projesi yapmaktan çok, aslında kendi yaptığı işi, doğru, düzgün yapması; insana ve çevreye zarar vermeden faydalı bir faaliyet sürdürmesidir.
Şirketlerin bu anlayışla yönetilmeleri, sadece “iyi yönetişim” konusu değil, özünde bir ahlak konusudur. Çünkü, bir şirketin çevreye ve topluma zarar vermemesini, kanunlardan çok, o şirketi yönetenlerin ahlakı belirler.
İster bireysel ilişkilerimizde ister iş hayatında, isterse siyasette olsun, ahlak kuralları hep aynıdır. Ahlaklı olmak demek, yalan söylememek, aldatmamak, çalmamak, rüşvet alıp vermemektir. Hangi ülke, hangi sektör olursa olsun, geçerli olan, bu ahlak kurallarıdır. Bu kurallar kişilere ya da kurumlara göre değişmez. İş hayatıda, siyasi hayatta, günlük hayat da aynı ahlak kurallarına tabidir. Nasıl özel ilişkilerimizde dürüst olmak zorundaysak, iş hayatı ve siyasette de dürüst olmak zorundayız. Yalan söylemek, gerçeği gizlemek, aldatmak, hile yapmak, sadece bireysel ilişkilerimizde değil, her yerde ve her alanda, ahlaksızlıktır. Ve de bu durumda bu fiilde bulunan kişilerin kalitesinden bahsedilemez.
Hiçbir iş sadece, ürün ve hizmet üretmekten ibaret değildir. Ne kadar kaliteli üretim yaparsa yapsın, bir şirketin en önce temel ahlak kurallarına uyması gerekir. Buna uymayan şirketler, etki alanlarındaki insanlara büyük zarar verirler. Bu yüzden kim hangi işi yaparsa yapsın, o işi nasıl yaptığı yani ahlaklı davranıp davranmadığı, yaptığı işin niteliğinden çok daha önemlidir. Çünkü insanlar, kalitesini beğenmedikleri bir marka yerine, kendi özgür seçimleriyle, bir başka markanın ürününü alabilirler. Ama bir şirketin yaptığı ahlak dışı davranışı, bazen uzun bir süre kimse fark etmeyebilir. Kaliteli bir ürün satın aldığını zanneden insanlar, yanıldıklarını uzun süre anlamayabilirler. Bu nedenle ahlak, kaliteden daha önemlidir ve daha önce gelir.
İster küçük ister küresel büyüklükte olsun, şirket yönetmenin temelinde ahlaki kurallar vardır. Bunlar ülkeden ülkeye, toplumdan topluma değişen kuralar değildir. Dünyanın her yerinde, her çalışanın ve her yöneticinin uyması gereken kurallardır.
Yorumlar