Sular yükselince, balıklar karıncaları,
Sular çekilince ise Karıncalar balıkları yer.
Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir.
Çünkü kimin kimi yiyeceğine "suyun akışı " karar verir.
Kızılderili sözü.
Hayat merdiveninin çeşitli basamaklarında yaşadığımız çeşitli olaylarda bu sözün dikkate alınmasının gerekli olduğunu bizlere anlatan örnekler o kadar çok ki. Buna rağmen asırlardır doğruluğu bilinen bu sözün yanlış olduğunu ortaya koyabilmek için yoğun bir çaba var etrafımızda. Günümüzün insanları bu ve benzeri işlerde zaman harcama konusunda sonsuz kabiliyetliler. Haklarını teslim etmek gerekir.
Malum, yaşamda, insanlar artık bir yere doluşan suyun kendiliğinden çekilmesini beklemiyorlar. Yapay kanallar açarak veya suyun akışını hızlandırmak için değişik düzenlemeler yapıyorlar. Motorlarla atıyorlar suyu. Özetle suyun süratle çekilmesi için bayağı gayret sarf ediyorlar. Ve başarıyorlar da. Daha karıncalar suya ulaşmadan suyun eseri kalmıyor ortalıkta.
Tabii ki bu durumda kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar vermiş olmuyor.
Bu kararı insanoğlu veriyor demek yalmış mı sizce?
Bunun da örneklerini gerek normal yaşamınızda ve gerekse iş yaşamında görebilmek tabii ki mümkün.
Kızılderililer teknolojik ilerlemeyi hesaba katmamışlar belli ki. Keşke suyu muyu karıştırmadan,
“Kuvvetli olan zayıf olanları boğar ” deselerdi, günümüz insanına uygun olanı daha kestirmeden tarif etmiş olurlardı.
Genelde yazdıklarımı beğenmeyenler, belki de bu konuda nasıl saçmalayacağımı merak ettiklerinden sürekli olarak “ Neden Sendikal konuda yazmaktan çekindiğimi “ soruyorlar. Konuya yaklaşmaktan çekindiğim falan yok. Tüm Air Port yazarları baştan beri bu konuyu izliyor ve kaleme alıyorlar. Onların söylediklerinin tekrarı anlamındaki görüşlerimi ifade etmemin bir faydasının olmayacağını ve hiçbir şeye yaramayacağını düşündüğüm için bu konudan uzak durdum. Kaldı ki, arkadaşlarım benden çok konunun içindeler ve de güncel bilgilere sahipler. Uzak durmamın nedeni budur.
1.Atılay Ayçin uzun zamandır Sendikanın başında. Bu tür sistemsel çalışmaların uzun süre tek bir adam’a bağlı olarak yürütülmesi tabii ki yadırganabilir. Her şeyin tabii ki bir sonu olmalıdır ve de mutlak olacaktır. Bunların hepsi tamam da, bu adam gelip yirmiyi aşkın sene cebren mi oturdu bu masaya? Seçildi, bir daha seçildi ve tekrar seçildi. Seçmeseydiniz. Geçen seçimde Atılay Ayçin THY çalışanlarından % 50 oy almadı mı? Bu gün sistemin tek bir adamın elinde olduğunu söyleyenlere verilecek cevap bu değil mi? Benzeri cevabı gazetelerde siyasilerimizin ağzından çıkan beyanlar olarak sıklıkla okumuyor muyuz? Siyasi ağızlardan çıkan bu ifadeyi doğru olarak kabul ettiğimize göre bu konudaki yaklaşımda haliyle doğrudur.
2.Sendika yapısını işverenin veya hangi taraftan olursa olsun siyasi bir kuruluşun güdümünde olan bir kişiye / bir gruba teslim etmenin, çalışanlarca yapılabilecek en büyük hata olacağı açık. Ülkemizdeki Sendikal geçmiş araştırıldığı takdirde bu tür uygulamaların sakıncalarının sonuçta kime ne şekilde yansıdığını görebilmek mümkün. Eğer THY çalışanının hakkını işveren’in gösterdiği / desteklediği bir aday ve ekibi sağlayacaksa, Sendikaya gerek olmadığını söylemek de yanlış olmayacaktır.
3. Tek adam sistemi kötüdür. Kabul. Aynı görüşteyiz. Kabul olmasına kabul de “ Tek adam olsun da bizden olsun ” yaklaşımı daha da kötü, belki de en kötüsüdür. Sendikanın yapısında ve Sendikanın çalışana bakışında sizden, bizden ayırımı bulunmamalıdır. Sendikacılık hiçbir ayırım yapmadan tüm çalışanları kucaklaması gereken bir sistemdir. Çalışanın da Sendika sizden veya bizden şeklinde düşünmesi tabirimi mazur görün ama cehaletin, aymazlığın ta kendisidir. Sizden, bizden yoktur bu konuda. Üyelerine düzgün hizmet veren, onların hak ve hukukunu koruyabilen / koruyamayan ayırımı yapılmalıdır.
4.Muhalefet etmenin de bir adabının olmasının gerektiği açıktır. Aklımda kaldığı ve olması gerektiği kadarı ile Türk Hava Yolları, görgülü bir insanlar topluluğudur. Seçilerek gelenlere de tabii ki muhalefet edilecektir. Bu nedenle kimsenin kimseye kızma hakkı yoktur. Bu muhalefetin yapılışı esnasında özellikle APH yorumlarına bakıldığında asgari nezaket kaidelerine uyulmaması seçmen durumunda olan çalışanların konuya yaklaşımlarının “ takım tutan taraftar “ zihniyeti ile şekillendiğini göstermektedir. Sendika üyeleri bu havadan çıkmalı hatta kurtulmalıdırlar.
5.THY’ de çalıştığım ve üye olduğum dönemde Sendikaya nedense hiç yakın olamadım. Üst yönetici olunca ise kazın ayağının pek anlatıldığı gibi olmadığını gördüm. O dönemde sendikayı ziyaret eden, kendileri ile görüşen bir yönetici olmanın daha akılcı olacağını değerlendirdim. Ayrıca, yapmayı düşündüğüm bir iş için de Sendikanın desteğine ihtiyaç duyacağımı biliyordum. Düşüncemi uyguladım. Onların konuya yaklaşımı da bana o konuda büyük destek oldu. Sonuçta kavga ederek yönetmek ve takip edilen işi sonuçlandırmak mümkün değildi. Benim ki, biraz pragmatist bir yaklaşım oldu ama bu şekilde de doğru olan noktaya da gelmiş oldum. İşverenin veya sendikanın birbirleri ile sürekli didişme halinde olmalarının zararını sonuçta çalışanlar çekiyor. Bu açık. Tüm yaşananlara rağmen halen zihinlerinde Sendikacılığı İşveren ile çekişme/ kavgalaşma platformu olarak şekillendiren ve ya bu düşünce ile ortalığı kızıştıranlara pek rağbet etmemek gerekir diye düşünüyorum.
Bu konuda söyleyecek veya yazacak fazla bir şey yok artık.
THY personelinin vereceği kararın kendileri, THY ve ülkemiz sendikacılığı için hayırlı olmasını dilemekten öte. Hayırlı olsun şimdiden.
Sendikal bir anı
Şubat 1980’ de Sendikaya açık muhalefet ettiğim dönemde yaşanmakta olduğumuz grevin tırmandığı günlerin birinde arkadaşlarımız Sendikaya gidelim ve durumu ilk ağızdan öğrenelim dediler. Grev hayli uzayacağa benziyordu ve de çalışanların çok büyük bir bölümü zor durumdaydı. Sendika çalışanlara maddi destekte de bulunamıyordu. Ve de dedikodu mekanizması sistemli olarak çalışıyordu. Sendikaya gittik. Toplantı veya bekleme salonunda 50-50 kişi vardı. En arkalarda bir yerde durduk ve dinlemeye başladık. Uzun anlatımları ve cevaplamaları dinledik. Teknikten bir arkadaşımız elindeki reçeteyi uzatarak “Bu reçete çocuğumun ve şu kadar TL tutuyor, bunu nasıl alacağım” diye sordu. O ana kadar kendisini tutan ( yanılmıyorsam TSHS Genel Başkan Yardımcısıydı ) konuşmacı “Televizyonunu sat kardeşim” türü bir cevap verdi. Beklenen ve duyulmak istenilen bir cevap değildi. Ancak bu söz bizi çıldırtmaya yetmişti. Aklımız başımıza gelince görevlinin de o sözü isteyerek söylemediğini değerlendirmiştik. Dayanamadım ve bu sözü sarf eden TSHS görevlisine “ Sendikanın tüm hesaplarının üyelere de açık olup olmadığını sordum “. Aldığım cevap “ Tabii ki açık “şeklindeydi. Herkes sustu. Devam ederek “Peki Sendikamızın mali kayıtlarını görmek istiyoruz, eğer siz profesyoneller, bizler grevdeyken maaşlarınızı almadınız ise buradan ayrılacağız, eğer sizler maaşlarınızı çektiniz ise tüm üyeleri size karşıt konuma getirebilmek için bu argümanı kullanacağız “ diyerek konuşmamızı noktaladık. Birinci sual yanlış değildi de, ikinci kısmındaki beyanım ise çok hatalıydı. Grev var ve üç beş kişilik bir grup personeli Sendika Yönetimi aleyhine kışkırtacağını söylüyor. Hatamızı geri plana itip bekledik ve Sendika Profesyonellerinin de THY grevi itibarı ile içeriden maaşlarını çekmediğini gördük. Kimseyi kışkırtmamıza da gerek kalmadı.
Allahtan ki kalmadı. Zira o an için bunu nasıl yapacağımızı bilmiyorduk. Zorda kalınca mutlak bir şeyler bulurduk ama iyi ki böyle bir şey yaşamadık. Tabii ki salonda bulunanlar içinde bize kötü kötü bakanlarda vardı. Dışarı çıkınca arkadaşlarım yönelttiğim sual üzerine bazılarının bizim üstümüze yürümemelerini Başkan İbrahim Öztürk’ün asker arkadaşım olmasına bağladılar. Oysaki daha ben konuşmaya başlarken İbrahim Öztürk salonda Yardımcısını bırakıp yan odadan kendi ofisine geçmişti.
Yorumlar Tüm Yorumlar (13)