Zıpkın gibi bir gençsiniz. Ve de iş arıyorsunuz. Bira gazetede hiç alışık olmadığınız türde bir personel arama ilanı gördünüz diyelim. İlanda “ Paylaşmanın kendini azaltmak olmadığını, yüz yüze konuşmanın arkadan konuşmaktan daha etkili olduğunu, Günaydın demenin borç vermek olmadığını, lütfen demenin utanılacak bir şey olmadığını, işyerinde şarkı mırıldanmanın suç olmadığını, astları ile aynı asansöre binmenin asansörü düşürmeyeceğini, saygının el pençe divan durmak olmadığını, gülmenin laubalilik sayılmayacağını, yöneticiye duymak istediğini söylemenin iyilik olmadığını, eğitimin dinlenme olmadığını, iletişim kurmanın yalnız konuşmak olmadığını, özür dilemenin küçültücü olmadığını, çalışanların yaşamında sevinçler kadar, hüzünlerin de bulunabileceğini, mutluluk maskelerinin satılmadığını bilen, tüm dünya ile barışık olan ve de tüm bunları çevresine anlatıp aşılayacak olan bir kişi aranmaktadır.(*) şeklinde olsun. Ve ilandaki bu iş için aranan tüm vasıflara da sahip olun. Tahsil, lisan, bilgisayar bilgisi vb… Bu iş için müracaat edip tüm bu vasıflara sahip olduğunuzu söyleyebilir misiniz? Cevabınız evet ise sizden mükemmel bir yönetici olacaktır. Kendinizden hiç şüphe duymayın.
Geçmişte bir üst görev için genç bir kardeşimizi uygun görüp evrakını imzalamıştım. Yanılmıyorsam kısa bir zaman diliminde iki basamak atlamış oluyordu. Genç olmanın suç olduğunu işte o zaman öğrenmiştim. Genç yerine de kullanılan kelime “ tecrübesizdi “. İnat ettik, ısrar ettik ve sonuçta zar zor da olsa bu atama yapıldı. Aradan çok uzun zaman geçti. Yönetimler değişti. Tecrübeliler, başka bir deyişle genç olmayanlar ayıklandı. Biz de zannettik ki bu yönetin gençlere değer veriyor. Meğer iş başkaymış. Her ne ise ısrarımızın ne denli doğru olduğunu halen görüyor ve mutlu oluyoruz.
Genç ve tecrübesiz beceremez. Orayı dolduramaz. En çok kullandığımız sözlerden biriydi
Sanki o gençlik her ne ise, biz onu yaşamamışız gibi.
Kimse bize anlatmamıştı. O zamanlar bilmiyorduk ki;
Michael Jordan lise ikinci sınıftayken okul basketbol takımına alınmamıştı. Antrenörü yetenekli olmadığını ve boyunun kısa olduğunu söylemişti.. Zaman geçti, şimdi o dünyanın yetiştirdiği en büyük basketbol yıldızı diye anılıyor.
Enrico Caruso’nun müzik öğretmeni ona “ Sesin pencere kenarından giren rüzgârın ıslık çalmasına benziyor “ diyerek ders vermenin zaman kaybı olacağını düşünüp reddetmişti. Zaman geçti kendisi İtalya’nın ve dünyanın en büyük tenorlarından biri oldu.
Walt Disney ise müracaat ettiği her işten ret cevabı almıştı gençliğinde. Kansas City’ de bir gazetenin editörü
“ onda zerre kadar resim yapma kabiliyeti olmadığını” söylemişti. O ise bir dünya kurdu. Disneyland. Şimdi ise tasarımları torunumun en sevdiği çizgi kahramanların başında geliyor.
Ve bilmiyorduk ki;
İsaac Newton yer çekimi kanununu keşfettiği zaman henüz 24 yaşındaymış.
Bill Gates, mikro bilgisayarları çalıştıran ilk yazılımı 20 yaşında tasarlamış. Arkadaşı Paul Allen ile birlikte
Microsoft şirketini kurdu ve bu gün dünyanın en zengin iş adamı.
Wolfrang Amadeus Mozart “ Saraydan Kız Kaçırma “ adlı ünlü eserini bestelemeye 22 yaşında başlayıp, 25 yaşında bitirmiş.
Biz bir tek Sultan İkinci Mehmet’in kendisine Fatih unvanını kazandıran ve yeni bir çağın başlamasına neden olan İstanbul’un fethini 21 yaşında gerçekleştirdiğini bilirdik o zamanlar.
Başkaları ne düşünür bilemem ama benim açımdan aşağıdaki itirafım samimidir ve de doğrudur.
Dönemin gençlerinin CV’ lerine bakınca kâğıt üzerinde gördüğüm o dur ki bu günün gençleri bizde bulunmayan birçok özelliğe sahip. Bizim çalışmaya başladığımız dönemlerde gençlik gerek kültür ve gerekse iş yaşamının gerektirdiği tamamlayıcı unsurlar açısından bu denli güzel giyinmiş değildi. Haliyle çıtada o günün şartlarına uygun bir yüksekliğe konulmuştu ki, 1970’li yıllarda merdivenlerden olabildiğince rahat tırmanmıştık. Eh buda bizim şansımızmış diyelim.
Bu arada dikkatle bakınca bizim kuşağın gençlerinin yani bizim bir takım farklılıklarımızın da göze battığı açık. Şimdi düşünelim. Farklılıktan kasıt eksiklikse bunların hatasının kimlerde olduğunu düşünelim. Karar sizlerin.
Bizim kuşak çalıştığı şirkete daha fazla bağlıydı. Bu bağlılık çalışanları birbirine iyice yaklaştırıyordu haliyle. (Tabii ki kuruma bağlılığın personelin aldığı maaş ve yöneticilerin çalışanlara karşı davranışları ile bir bağlantısının olmadığını ifade etmek realist bir yaklaşım olmayacaktır. Ben fazla hatırlamıyorum ama o dönemde THY’ de aldığımız maaş ile ihtiyaçlarımızı orta seviyenin hayli üzerindeki bir çizgide karşılayabildiğimizi, başka bir deyişle iyi yaşadığımızı eşim - kendiside çalışıyordu- halen söyler. Yöneticilerimiz ise, hem üstümüz, hem ağabeyimiz hem de arkadaşımızdı, önümüzde değil, yanımızdaydılar. Gerektiği zaman da sağlam duruşları ile arkamızda) Ve de bu yakınlaşma tabii ki hakiki bir arkadaşlığa ve güzel dostlukların oluşmasına yol açıyordu. İşin yoğun olduğu günlerde vardiyalı işyerlerinde, çalışanlar bir sonraki nöbetteki görevli arkadaşlarına destek olabilmek için çalışmayı sürdürürlerdi. Çoğunluk bu fazla çalışma için bir görevlendirme beklemezdi. Kısaca hem işyerimizi, hem işimizi hem de birbirimizi severdik.
Ayrıca o dönemlerde çalışanlar yetki kullanımı açısından kesinlikle daha tecrübeli ve de karar verme konusunda bu günkü arkadaşlarımızla kıyaslanamayacak bir pratiğe sahiptiler. Zira üstler yetki devri açısından bu günkü yöneticilerle kıyaslanması mümkün olmayacak bir şekilde bonkörlerdi. Benim yetkimi kullanın, sorumlusu benim diyebilen yönetici tanımıştım.
Benim görüşüme göre, bu günkü nesle göre çok önemli artımız da öğrenmeğe daha açık olmamız ve de daha fazla okumamızdı. Televizyonlardaki yarışmalardan görüyor ve anlıyorum ki, genç neslin genel kültür konusunda küçümsenmeyecek derecede eksiklikleri var. Bunun da okuma ile giderilebileceği açık. Her ne kadar okuma eksikliği ülkemiz insanlarının genel bir noksanlığı ise de tahsil seviyesinin hayli üst seviyede olduğu görünen sektörümüzde böyle bir eksikliğin olmamasının gerektiği kabulü zorunlu bir gerçek. Bunlar tamamlanması mümkün olmayan eksiklikler değil. Ama önce niyetli olmak gerek. Bana kalırsa son belirttiğim iki husus bizim en büyük farklılığımızdı.
Roger Bannister’in hayali, bir mil koşusunda dünyanın en hızlı adamı olabilmekti. O dönemlerde bir milin dört dakikanın altında koşulamayacağı düşünülüyordu. Çeşitli dergilerde bunun mümkün olamayacağı ve de insan vücudunun buna dayanamayacağını yazıp duruyordu. Tüm önyargılara rağmen Bennister 1954 senesinde bir mili dört dakikanın altında 3 dakika, 59 saniye ve 4 salise’ de koşarak imkânsız görüleni başardı. İşin asıl ilginç yanı R. Bennister’in bu rekoru kırmasını takip eden iki sene içerinde tam 213 atlet daha bir mili dört dakikanın altında koşmayı başardı. Değişen ne olmuştu. Hiç bir şey değişmemişti. Sadece kafalarda mevcut engeli kaldırmıştı Bennister.
Genç kardeşlerimizin şansızlığı önlerinde duran örnekler. Bazıları hem önlerindeler. Hem de duruyorlar. Daha doğrusu oldukları yerde durabilmek ve yaşamı bu şekilde idame ettirmek için kıpırdamadan duruyorlar. Evet, önemli olan asıl engel nerede onu bulmak ve onu ortadan kaldırmak. Duranları mı? Yoksa onları durmaya mecbur edenleri mi? İkincisi biraz zor tabii ki. Onlar mal sahibi sonuçta. Ancak açıklıkla görülen o dur ki bu günün tepe yöneticileri iplerin kendi ellerinde olmasını istiyor ve de bu davranışları ile de özellikle orta seviyede yöneticilerin ve yönetici adaylarının gelişmelerine farkında olmayarak engel oluyorlar. Bu da gösteriyor ki günümüz gençlerinin bahse konu eksikliklerinin önemli bir bölümünün hatası kendilerinde değil, işverenlerde veya onların temsilcilerindedir.
Evet; bu arada bizim kuşağı da biraz hırpalamış olduk galiba. İyisiniz dedik ama unutmayın ki Pasteur kuduz aşısını bulduğunda 60, Galileo ise ayın günlük ve aylık hareketlerinin çizimini yaparken 70, Goethe ise en büyük eseri Faust’u bitirdiğinde ise 82 yaşındaydı. Bilmem anlatabildim mi? Bizler daha ne 70 yaşındayız ne de seksen. Bu saatten sonra yeni bir şey bulamayacağımız belli. Büyük bir eser ortaya koyamayacağımızda ortada. Ama sizler yukarılara tırmandıkça sevinerek bizden iyilerdi derken siz gençlerimizi alkışlayabilecek olgunluğa sahibiz. Bu bir vasıf sayılır mı? Onu tam bilmiyorum. Ancak bunun insani bir yaklaşım olduğu açık. Söz konusu yaklaşım başka bir deyişle bu olgunluk günümüz insanlarının en büyük eksikliklerinden biri. Ve bizler insani vasıflara sahip olmaktan ötürü mutluyuz.
Size iyi bir yönetici olmanız için ne gerektiğini anlatayım diyen Reggire Jackson “ Harika bir yönetici oyuncularına olduklarından daha iyi olduklarını düşündürtme marifetine sahiptir. Sizi kendinizi iyi görmeye zorlar ve size inandığını söyler. Kendinizden daha çok faydalanmanızı sağlar. Ve gerçekten ne kadar iyi olduğunuzu bir kez öğrendikten sonra elinizden gelenin en iyisinden azını yapmaya asla razı olmazsınız “ derken yarın bir görev değişikliği halinde ilerleyeceğiniz yolunuzu bu deyişi ile aydınlatıyor.
Evet; bu yolda ilerlerken size destek olacak birçok neşriyat var kitapevi raflarında. Birini önermek isterim. Yanılmıyorsam son çalıştığım şirkette patronumuzun mutabakatı ile bu kitabı yöneticilere dağıtmıştık. Bunu elinizin altında bulundurun demekteki amacım içinde yönetim teknikleri ile ilgili her şeyi bulabilecek olmanızdır. Etik sorunlardan performans değerlendirmesine, ekip oluşturmaktan işbirliğine karşınıza çıkacak tüm sorunları geliştirilmiş yeni stratejilerle karşılamanın yollarını kısa ama öz bir şekilde anlatan bu kitabın. İsmi” Management for Dummıes- Meraklısına, Yöneticilik “ Yazarları Felsefe Doktoru Bob Nelson ve sayısız benzeri kitabın yazarı, Drucker Liderlik Vakfının ödüllü neşriyatı olan Leader to Leader’ın Editörü Peter Economy. Çok güzel ve faydalı bir başucu kitabı olacaktır sizler için.
(*) Doç. Dr Kahraman Arslan
Yorumlar Tüm Yorumlar (17)