Sektörümüz şirketlerinden birinde görev yapan ve işinden mutlu olmayan genç arkadaşımız bir dostum kanalı ile bana ulaştı ve yeni bir iş konusunda kendisi ile bir görüşme yapılması isteği ile sektörümüz şirketlerinden birinin üst yöneticisinden istirhamda bulundum. Çok sağlam bir CV’ si vardı. Ve de üst seviyede vasıfları. Kabul edilebilir nedenlerden ötürü iş olmadı. Buraya kadar her şey normal. Daha sonra iş arayan bu kardeşimizden bir teşekkür maili aldım. Bir bölümünü aşağıda sunuyorum. Firma adı ve unvanların yerinde neden “ nokta noktalar ” var diye sorarsanız. Reklamı sevmezler. Hoşlarına gitmeyeceğini biliyorum.
“ ( xxxxxx ) Yöneticisi ile görüştüm ve hayatımda bu kadar iyi bir insan görmediğimi net olarak söyleyebilirim. Ben kendisine ( xxxxxx ) ziyade Türkiye'de yapamadığım ( xxxxxx ) işinin beni daha çok heyecanlandırdığını samimiyetle ifade ettim. Sağ olsunlar, beni beş dakika bekletip, hemen ( xxxxxx ) Müdürüne gidip konuştu ve sonrasında bahsi geçen Müdür ile görüştük. Özetle: ( xxxxxx ) O kadar iyi insanlardı ki, çözüm aramaktan bitap düşmelerine gönlüm razı olmadı ve ( xxxxxx ) minnettar olduğumu belirtip ayrıldım. Fakat şunu söylemeliyim, eğer bu şirkette herkes böyle ise, bir aileden farkları yoktu, çok etkilendim. “
Bu mailde dikkatimi çeken birkaç husus var. Birincisi personel adayı ilk görüşmeyi yapan üst yöneticiye şirketin tepesindeki insan tarafından gönderilmişti. Buna rağmen talebin yerine getirilmemesine esas olan makul ve kabul edilebilir nedenlerin ortaya koyulmasında tereddüt gösterilmedi. Ve görüşme yapılan aday başka bir ünitenin idarecisine bu üst yönetici tarafından götürüldü. CV’ si ve kendisi çok düzgün olan çalışanın istihdamı için karşı teklif üretildi ise de, adayın bunu kabullenmesi mümkün değildi. Neticeten iş olmadı. Demek ki bazı iş yerlerimizde patronun her dediğine “ evet “ demeyen, her gönderdiğine de buyur etmeyen yöneticilerde var. Bunlar bu güç ve cesareti nereden alıyorlar dersiniz? Tabii ki patronun kendisinden. Demek ki cinsin böyleleri de var. Var ama yine de “ patron “ olduklarını unutmamak gerekiyor.
Evet, iki haftadır üst üste yazdıklarımdan sonra, bu paylaşımda bulunmak hoşuma gitti.
Tabii ki konunun başka bir tarafı da var ki daha çok onunla ilgiliyim. Çöl sıcağında susuz kalan, dudakları çatlamış birinin sürünerek haritada bile görülmeyen bir vahaya ulaşması ve güneş altında ısınmış bir şişe su bularak bunu buz gibiymişçesine kana içmesini düşünün. Bu anlatımı iş yerlerimize adapte edelim şimdi. Üstlerinin insancıl hareketlerine hasret kalmış bir çalışanın susamışlığını başka bir iş yerinde gördüğü düzgün yöneticilerin davranışları ile gidermesidir bu. Yaptığımız adaptasyonun Türkçeye tercümesi işte budur. Talebini yerine getirmeyen ve belki de bir daha rastlamayacağı bir yöneticiden ““Hayatımda bu kadar iyi bir insan görmediğimi net olarak söyleyebilirim. .Eğer bu şirkette herkes böyle ise, bir aileden farkları yoktu. Çok etkilendim “ diye bahseden bir çalışan adayı. Bu ifadeler mutlak yöneticilerin iyiliğinden kaynaklanıyordur. Tabii adayında. Ama bu kadar dikkat çekici olmasının tek bir nedeni var. Oda susamışlık.
Bu güne kadar bahis konusu şirketin hiçbir çalışanı ile selamlaşma, hatır sorma dışında görüşmemiştim. Bu kez şirketin değişik ünitelerde görev yapan üç çalışanına ilaveten bir de tahsili nedeni ile bu kurumdan ayrılan biri ile Yeşilyurt da ayrı ayrı buluştum. Ve şirketlerindeki uygulamaları, çalışanlara karşı davranışları sordum. Şirketten ayrılan kardeşimiz çok iyi bir yerde çalışıyordu. “ Zaman zaman acaba orada çalışmaya devam etse miydim diye düşündüğüm oluyor “ dedi. Kaldı ki şu anda bir mühendisti ve şartları çok daha iyiydi. Neden öyle düşünüyorsun sualini ise “ yakın arkadaşlık ve üst olduğunu hissettirmeden yöneten idareciler “ dedi. Diğer üçü ise şirketin yaklaşımları ve uygulamaları ile ilgili güzel şeyler söylediler. “Evet, çalışma saatlerimiz ve işimiz ağır. Çok yorulduğumuz da bir gerçek. Ancak nöbet sonunda oradan gülerek, arkadaşlarımızla kol kola ayrılıyoruz. Ve yarın yine aynı şeyleri yaşayacağımızı düşünmüyoruz önemli olan bu” Mutlak aramızda şikâyetçi olanlarda vardır. Ancak şikâyet nedenlerine dikkat etmek gerekir. Eğer serzenişlerin çalıştığımız yerin ve işimizin konusunun genel şartlarından kaynaklandığını görebiliyorsak işin şirketle ilgili kısmı yine de zevkli. Ve bu yöneticilerle çalışmak güzel “ Kaldı ki işe giriş esnasındaki görüşmelerde konunun tüm zorlukları ve yaşanacak sıkıntılar net ve açık bir şekilde anlatılıyor.” Hadi, gel de imrenme. Her ne ise şükür ki, bunu da duyduk. İyi ki gidip bu dört çalışanla görüşmüş ve iyi ki iş arayan o kardeşimiz için ricada bulunmuşum..
Buna da şükür. İyi ki sağlık sektörü çalışanı değiliz.
Kızım ve ağabeyimin geçirdiği ameliyatlar nedeni ile iki özel hastane de bayağı zaman geçirdim. O sıralarda bir yazımda Anadolu sağlık meslek okullarından mezun olanların İstanbul hastanelerinde yaşadıkları sıkıntıları sizlerle paylaşmış olduğumu zannediyorum. Maaş durumları nasıl? Nerede ve ne şartlarda yaşıyorlar vb. Ve de çalışma süre ve şartları nasıl?
Evet; Türkiye'de 701 kamu hastanesi ve 560 özel hastane ile sağlık hizmetleri veriliyor. Özel hastanelere müracaat eden hasta sayısı son 10 yılda 11,5 kat artarken, Ekonomi Bakanlığı verilerine göre, geçtiğimiz yılın ekim ayında 10 adet hastane ya da sağlık kuruluşu 200 milyon TL'lik yatırım teşvik belgesi aldı. Gelişen teknoloji, özel hastane sayısının artması, uzmanlık alanlarının gelişmesi ve sermaye gruplarınca sektöre yapılan yatırımların artması ile birlikte ülkemizde sağlık sektörü büyük bir pazar haline geldi. Sektörün bu denli büyümesi de sektörde çalışan işçi sayısının ve iş kolu çeşitliliğinin artmasını sağladı. Ancak bu olumlu artış sektör çalışanlarının İş Hukukundan kaynaklanan haklarına kavuşmasına yansımış değil. ( Şenel Hukuk Bürosu Necip Şenelin sağlık sektörü çalışanlarının hakları ve sorunlarıyla ilgili anlatımından alınmıştır.)
Sektördeki fazla mesai sorunu çok büyük olduğu ifade ediliyor. Öncelikle özel sektörde çalışan sağlık çalışanları açısından işçilere verilen aylık ücretin ne kadar az olduğunu belirtmek gerekir. Aldıkları sorumluluk, yapılan işin ağırlığı, Avrupa ülkelerinde benzer işlerde çalışan hemşirelere verilen aylık ücretler dikkate alındığında ülkemizin durumu iç açıcı değil. Buna ek olarak bir de sektörde çalışan işçiler açısından fazla mesainin olağan bir durum olarak görülmesi ve işçilerin fazla mesaiye dair haklarını talep edememesi söz konusu. Özellikle hemşireler açısından hasta yoğunluğu ve işin önemi sebep gösterilerek işverenlerce zorunlu tutulan fazla mesai sebebiyle hak edilen işçi ücretleri işverenlerin cebine kalmakta. Ayrıca bu şekilde sağlık sektöründe çalışma süreleri açısından getirilen kanuni sınırlar da açıkça ihlal ediliyor..
“En büyük sorun acil servislerde” Sağlık sektöründeki en büyük zorluk hastanelerin acil servislerde. İnsan psikolojisini zorlayacak derecede ağır işlerin olması ve iş stresi dikkate alındığında aylık ücretlerin ne kadar az olduğu görülmektedir. Acil servislerin çoğunda fazla mesai bir zorunluluk olarak görülüyor ve hemşirelere mobbing uygulanıyor. Ancak bu çalışanların çok az bir kısmı işverenler aleyhine dava açıyor. Diğer bir sorun da iş tanımı ayrımlarının yapılamaması. Özellikle hemşirelerin iş sözleşmelerinde hiç her almamasına rağmen hem hasta bakıcı hem teknisyen yeri geldiğinde temizlik hizmetlisinin iş alanına giren işleri de yapması bu konudaki en büyük sorun olarak karşımıza çıkmakta. Hemşireler de bu noktada ne yazık ki işlerini kaybetme korkusu ile farklı meslek gruplarının iş tanımında olan işleri yapmak durumunda kalmakta. Bu saydığımız hukuksuzlukların önüne geçilmesi için devlete düşen sorumluluk yanında, sektör çalışanlarına da büyük sorumluluk düşüyor. Özellikle iş sözleşmesi işverence feshedilen işçiler (başta hemşireler olmak üzere) uzun süreli kıdemleri olmasına rağmen çok düşük miktarlardaki kıdem tazminatlarına razı olmakta ve fazla mesaiye dair alacaklarını talep etmemekteler. İş Mahkemelerinin özellikle son yıllarda işçi hakları konusunda gösterdiği hassasiyet göz önüne alındığında bu haklara kavuşmak hiç de zor değil.
“SGK kayıtlarında hizmet sınıfları farklı gösteriliyor” Şenel Hukuk Bürosu’nda İş hukuku davalarıyla ilgilenen Ayla Ulusoy da sektördeki diğer önemli bir sorunun da SGK kayıtlarında hizmet sınıflarının farklı gösterilmesi olduğunu belirtiyor. “Özel hastanelerde özellikle hemşire olarak çalıştırılan işçilerin resmi kayıtlarda temizlik işçisi gibi düşük ücretli olarak gösterilmesi bunun örneği olarak karşımıza çıkmakta.” diyen Avukat Ulusoy, açılacak bir iş hukuku davası noktasında hemşirelerin düşük ücret ve fazla mesai alacaklarına ilişkin konular yanında, bu hususa da önemle dikkat çekiyor.
Ve biz bu şartlarda çalışanlara kendimizi, sağlığımızı bakımımızı teslim ediyoruz. Ve de özel hastanelerde tedavilerini yaptıranların en büyük şikâyetleri ise uygulanan ücret tarifelerinin yüksekliği. Hastane işletmesinin hayli pahalı bir iş olduğunun bilincindeyiz. Teknolojiyi takip etmenin ne denli yatırım gerektirdiği de ortada. Ancak kardan bir miktar zarar etme yerine, bu insanların haklarının istismar edilmesini doğru bulmuyoruz. Ne kendi sektörümüzde, ne de başka bir sektörde.
Komşunun durumuna bakınca halimize şükredelim yine de.
Dün Yunanistan’da yaşayan ve seçiminden sonraki gün ülkemize gelen Türk asıllı bir genç bir Yunanistan vatandaşı ile sohbet etme imkânım oldu. Ne iş yaptığımı sordu ve emekli olduğumu, iki üç neşriyata yazı yazarak vakit geçirmeğe çalıştığımı söyledim. Yazılarımın türünü merak etti. Sektörle ilgili ağırlıklı yönetimsel konular deyince de konuşma ülkelerimizdeki iş yaşamına kilitlendi hali ile. Ülkedeki işsizlikten bahsetti öncelikle. Oranları yaklaşık biliyordum. Seçim öncesi olmasına rağmen resmi makamların deklare ettiği oranlarla oynanmış olacağını düşünmüyordu. Zaten ortada dolaşan, dile getirilen işsizlik oranları o kadar büyüktü ki. Konu buraya gelince hali ile iş yerlerindeki uygulamaları sordum. Acaba işsizliğin çok yüksek boyutta olması işverenler tarafından istismar ediliyor muydu? “Ben rastlamadım. Herkes hakkını, hukukunu biliyor “ türü bir cevapla geçiştirdi bu sualimi. İktidara gelen parti ve Başbakanın solcu olduğunu ve bu tür konularda aşırı hassasiyet göstereceklerine inandıklarını da ilave etti. Ben arkadaşın verdiği bu cevabı “ evet istismar ediyorlar” şeklinde değerlendirdim. Bana sanki aksi eşyanın tabiatına aykırı gibi geliyor. Gördüklerimin, yaşadıklarınızın etkisinden olsa gerek. İnşallah yanılıyorumdur.
Bu görüşmeden sonra internet’ den Yunanistan da Kasım 2014 ayının işsizlik oranlarına baktım. % 28 gibi yüksek bir orandı. Tabii ki bundan daha önemli olan genç işsizlik oranıydı. Gençlerin durumunu okuyor ve dinliyorduk yazılı ve sözlü basında. Korkutucu bir rakam vardı ortada. Yine Ekim 2014 rakamı 61,4 % olarak geçmişti kayıtlara. Bizdeki Genç işsizlik oranının ise 18,7 olduğunu okumuştum.
Tabii ki temenni ederiz ki, komşudaki işsizlik önce makul seviyeye çekilebilsin. Ve gençler bir işe kavuşabilsin.
Evet; işsizlik oranlarımız Yunanistan ile kıyas edilemeyecek kadar düşük Allah’a şükür. Ancak bu işsizliğin istismarı konusunda mutlak bizimkiler daha profesyonel. Bizde de çoğunluk hakkını, hukukunu biliyor ama çalışanlar bunu pek kullanamıyor. İşsizlik malum. Kapı dışarı edilmek Demokles’in kılıcı gibi. Sürekli sallanıyor başlarının üzerinde.
Yorumlar