04 Ocak 2013 günü APH’ da Türk Hava Yolları personel lokantası ile ilgili bir haber neşredildi. Bu ara THY 1971 Charter çalışması ile çok uğraşmam nedeni ile bu haber beni eskilere götürdü. Bu konu ile ilgili bir anıyı sizlerle paylaşmak istedim.
Türk Hava Yollarında çalışanlara öğle yemeklerinde döner verilmesine bayağı kafam takılmıştı. Birkaç kez menüye döner konulmaması için başvuruda bulunmuştum. O tarihlerde piyasada donmuş ve kesilmiş döner yoktu daha. Mutfağa giderek üretimde çalışanlarla görüşmüş ve bu arada da tesisi görme imkânım olmuştu. 1000’in üzerinde çalışanın yemek yediği restoranın mutfağında sabahın erken saatlerinde döner kesilmeye başlanıyor, paslanmaz çeklik kaplar içerisinde, sıcak durması için kuzine üzerinde bekletiliyor ve de öğle yemeğinde servis ediliyordu. İşletmeci ile de görüşüp talebi ilettikse de, sözümüzü dinletemedik bir türlü.
O ara yemeklerden bayağı şikâyet vardı ve de bir türlü düzeltilemiyordu. Tesisi de ben görüp incelemiştim. Müstecirle döner yüzünden münakaşa ettiğim için bu konudan mümkün olduğunca uzak duruyordum. Aslında o ara şirketin maddi durumunun iyi olmadığını biliyorduk. Çok mübrem bir ihtiyaç olmayınca harcama yapılmıyor ve de kemer sıkılıyordu. Tabii ki hangi ihtiyacın önemli olduğu konusu ise kişiye göre değişkendi. Ve de bu nedenle talebi tepelere taşımamıştık.
Bir gün; apron binasında otururken bir gazetenin Havalimanı muhabiri telefonla arayarak Hava İş Sendikasının o gün öğle yemeğinde Genel Müdürlük personel lokantasında boykot organize ettiğini söyledi ve oraya gelip gelmeyeceğimi sordu. Gelemeyeceğimi söyledim ve bir postabaşı arkadaşımdan apron yemekhanesinde öğle yemeği servisinin saat 11.45’ de başlatılmasını sağlamasını istedim. Genel Müdürlük yemekhanesi saat 12.de açılıyordu. Ve de 11.45’ de apron yemekhanesi açıldı. Yemek almak için İlk sırada da ben vardım. Personel arkamda sıraya girmişti. Apron personel yemekhanesinde servis elemanı önündeki buzlu cam nedeni ile kime yemek verdiğini göremezdi. Tepsiyi ve onu kendisine uzatan elleri görürdü yalnız. Hiç unutmam kabak dolması vardı menüde. Yoğurtla karışmış suyu ile fazla pişmekten dağılmış kabağa benzer bir şey koyuldu tabağıma. Onu görür görmez “ kimse yemek yemesin, yemeği boykot ediyoruz “ diye bağırıp kâğıt kalem istedim ve kâğıda başlığı yazarak boykota iştirak eden personel listesinin ilk sırasını adımı soyadımı ve unvanımla imzaladım. Genel Müdür Yardımcısı boykot yapıyordu. Bunu gören, duyan herkes yemekhaneye gelip sıraya girdi ve listede imzalar çoğaldı. Sonuçta o gün kimse yemek yemedi. Daha ben “ boykot ediyoruz “ diye bağırırken saat 11.45’ de Genel Müdürlükte yemekhanenin açılmasını bekleyen sendikacılara haber uçurulmuştu bile. Bunu sağlamıştık. Nedenini bilmem ama Sendika boykotunu erteledi. Ben olsam ertelemezdim ve apronda yapılan boykotu da kullanarak haklılığımı daha kolay anlatırdım. Basın için de enteresan olurdu. Belli ki yönetimin yaptığı bir boykota iştirak etmek istemediler. Bu stratejik bir karardı ama Sendikanın bu tutumu bana yardımcı oldu. O sayede kovulmadım şirketten. Aslında ihtimal hesabım iyi gidiyordu galiba. Doğrusunu isterseniz “ şimdi ne yapacağım “ diye haltı yedikten sonra düşünmeye başlamıştım. Bunu nasıl anlatacaktım ki?
Bir iki saat sonra huzura çıktım. Genel Müdüre personelin ve Sendikanın boykot etmekte haklı olduğunu, yemekhanenin mutfak bölümünün çok kötü durumda olduğunu, gidip bir kez daha görmelerinde fayda gördüğümü anlatarak başladım konuşmaya. Yalnız tesisin değil, üretimi yapan firmanın da düzgün olmadığını ve mutlak değiştirilmesi gerektiğini dilim döndüğünce anlattım. Esasen bunların büyük bir bölümüne vakıf olduklarını biliyordum. Ve bir yönetici olarak, Sendikanın yapmayı planladığı bu boykotu daha uzak bir noktada da olsa bizzat kontrol etmemin daha doğru olacağını düşündüğümü söyledim. Bu tutumun personelin yönetime olan güvenini artıracağını ve basının bu boykotu duymadığını, oysaki boykot Sendika tarafından Genel Müdürlükte yapılsaydı tüm gazetelere haber olarak gireceğini vb. ifadelerle yaptığım işin nedenini izah etmeye çalıştım.
Genel Müdürün söylediklerimi nasıl değerlendirdiğini yüzünden pek anlamadım. Pek belli etmezdi ama, kızgındı halen. En azından yüzünün kızarıklığını geçirmemişti söylediklerim. Hatta odasından çıkarken “ bu nedenle THY’ den atılırsam yazık olur geçen senelere “ diye düşündüğümü de anımsıyorum.
Saat 17’00 den sonra odama gelen THY’ nin inşaat işleri ile görevli Başkan Cahit Erkmen beyin söyledikleri beni biraz rahatlatmıştı. “Yemekhanenin bir hafta kapatılmasına, tüm sistemin yenilenmesine ve de daha önce kendilerine ulaşmış bulunan şikâyetleri de göz önüne alarak işletmeci ile THY arasındaki sözleşmenin iptaline” ilişkin olarak Genel Müdür ve Yönetim Kurulu Başkanından talimat aldığını söyledi. Eh, hem bunları yapıp hem de beni atacak değillerdi ya. Şimdilik kaydı ile tehlikeyi atlattım diye düşünmüştüm. Ancak yine de dört sene sonrada olsa Türk Hava Yollarından atılmayı başka bir şekilde de olsa başardım. “Olayları birer birer hatırlayınca ben bile, bu adamlar beni atmasın da ne yapsın diyorum bazen. Adamı Genel Müdür Yardımcısı yapıyorsun. O da geliyor, apron personelin aklından bile geçirmediği bir boykotun öncüsü oluyor.”
Ama sekiz on gün sonra apronda çalışan bazı arkadaşlar ile birlikte, işletmecisi değiştirilen, mutfağı ve alet edevatı yenilenen lokantayı görmek için oraya gittiğimiz zamanki duygumu da, aldığım zevki de unutamam. Nasıl da kasılmıştım kendi kendime. Üstelik bir süre döner de konulmamıştı menüye. Sonrasını hatırlamıyorum.
THY’de şu anda çalışan arkadaşlarım, siz siz olun böyle veya benzeri bir şeyi denemeyin sakın. Ne o zamanki Genel Müdür Yusuf Bolayırlı var, ne de Yönetim Kurulu Başkanı Cem Kozlu. İyi niyetli de olsanız derdinizi anlatamazsınız vallahi.
Çalışan Hata Yapar.
DOĞRUYU ONU YAŞAYARAK ÖĞRENİN: Bilgeye sormuşlar. İki Kelime ile başarının sırrını özetler misiniz? Tabii ki, " Doğru kararlar." Peki; bu doğru kararları nasıl alınabilir, Bunu da iki kelime ile öğrenebilir miyim? Buda mümkün. İşte sana bir kelime ile doğru kararın sırrı. " Tecrübe " O zaman bu tecrübe denen şeyin sırrını da bana iki kelime ile söyleyebilirsiniz demek ki? Tabii ki tecrübe yaşamda aldığın “ yanlış kararlar ” sonucunda edinilir.
Evet; çalışan hata da yapar sözünün arkasına sıklıkla saklanmışızdır hepimiz.
Bize çalışma yaşamımızda zaman zaman kalkan olmuştur bu deyiş.
Hep hatırlarım; öyle hatalarım olmuştu ki, eğer üstlerimizin toleransı olmasaydı anında atarlardı beni çalıştığım şirketten. O zamanlardaki hatalarımız da kendi çapımızdaydı tabii ki.
Sonuçta alt kademede bir memurduk o dönemlerde.
Ve de kısa bir sürede sora sora, baka baka doğruları öğrendik.
Kurumu sarsacak daha büyük hatalar yapmadan doğruyu yanlıştan ayırmayı, doğru ne ise onu görmeyi, öğrenmeyi ve uygulamayı becerdik.
Bazılarından bir farkımız vardı belli ki?
Neyi kime soracağımızı çok iyi biliyorduk.
Kimi izlersek doğruyu görebileceğimizi de.
Onlardan aldıklarımızı biriktirdik, dağ gibi oldu.
Sonuçta kısmen de olsa tecrübeli olduk.
Bir farkımız da şu ki; halen bu gün bile öğrenecek çok şey olduğunu da biliyoruz
Evet; hata yapmaktan korkmayın.
Ancak; sonuçlarını iyi irdeleyin ki aynı hatayı ikinci kez tekrarlamayasınız.
Arıların Çalışma Ahlakı
Hani bir fıkra vardır. Hepimiz biliriz. Baş zebani cehennemde inanların haşlandığı kuyuları gezdiriyormuş yeni misafirlerine. Her kuyuya dünya ülkelerinden birinin günahkâr insanları konurmuş. Bu kuyuların başında bir zebani elinde büyük, uzun bir sopa ile kuyudan çıkmak üzere hareket yapan insanları tekrar kuyuya itmek için dururmuş. Yalnız bir tek kuyunun başında sopalı zebani yokmuş. Yeni misafirler bunun nedenini sormuş. Baş zebaninin cevabı net ” o kuyuda Türkler var. Onları itmeye, sopalamaya gerek yok. Şayet biri kuyudan çıkabileceği kadar yükselirse diğerleri onu ayaklarından aşağı çeker ve hiç biri kuyudan çıkamaz.
Bu anlatımı hepimiz bir değişik şekilde yaşamışızdır mutlak.
İş yerlerinde veya yaşamın herhangi bir durağında benzeri bir davranışla karşılaşmayanımız yoktur diye düşünüyorum. Bizler işte böyleyiz.
Arılar, 500 gram bal için 3 milyon 750 bin defa bir çiçeğe konup kalkıyor. Bir kg bal için ise 40 bin tane arı, 6 milyon çiçeği dolaşıyor. Bal arıları bir peteği doldurabilmek için 100 milyon çiçeğin nektarını emiyor ve 100.000 km kanat çırpıyor Bir Arı, vücut ağırlığının 330 katı yük çekebiliyor Bu deli çalışmanın arasında, dönüp “öbür arı benim kadar dolaşıyor mu?”diye kontrol gereği de duymuyor
Birbirlerine tam bir güven içinde sadece hedeflerine odaklanmışlar. Adeta kölesi olduğumuz bilgisayar saniyede 16 milyar aritmetik işlem yapabilirken, bilgisayarın doğadaki rakibi bal arıları bu sürede daha az enerji harcayarak 10 trilyon civarında işlem yapabildikleri uzmanlarca ifade ediliyor..
Bir koloninin pazarlanacak 1 kg bal üretmesi ve yaşamını sürdürebilmesi için 6 kez dünya çevresini dönmesi gerekiyor. Onlar bu işi canla başla yapıyor ve genetik olarak nesilden nesile aktarılmış bir tembellik asla söz konusu olmamış. Bu arı cumhuriyetinde cinlik yapmak için “birkaç gram bal da kendime saklayayım” diye peteği hortumlayana da şimdiye dek rastlanmamış. Hepsi güneşin “kalk” ziliyle çalışmaya başlayıp, güneşin “paydos” ziliyle dinlenmeye çekiliyorlar.
Her bir petek gözünün altıgen prizma şeklinde inşa edilmesi ana peteğin direncini sağlıyor ve bu nedenle petekler kilolarca balı rahatlıkla taşıyabiliyor. “Gerçekten de en az balmumu harcayarak, maksimum ölçüde bal depolamak için en uygun şeklin, arıların inşa ettiği altıgen prizma olduğu fizikçiler tarafından da onaylanıyor.
Siz hiçbir arıyı sokan başka bir arı biliyor musunuz? Hiç böyle bir şey okudunuz mu? Elin hayvanı düzen tutturmuş, milyon yıldır hayatına fesat sokmadan sürdürüyor yaşamını.
Hadi bakalım arılardan özür dileyelim, onlara “ hayvan ” dediğimiz için
Yorumlar