Medrese sadece üretilmiş bilgiyi nakille yetinip yeni bilgi üretmezken, üniversitenin gerileme ve nihayetinde de yok olma nedeni, bilimle ilgilenmemek, bilimsel gelişmeleri izlememek ve sanki medrese imiş gibi çalışmaya devam etmek.
Macaristan’dan bir usta getirip top döktürerek Osmanlı, ustadan uzmana, ustadan mühendislik eğitimine bir türlü geçemiyor.
Batı ise bilimsel düşüncede sadece devletin değil sivil hayatın da her alanına yayıldı.
Bütün bunlar konuşunca illa ‘Batı hayranı’ olmak, Batı’yı bir paket halinde topyekûn beğenmek gerekmiyor. Elbette tersi de, yani Batı’yı topyekûn reddetmek de gerekmiyor.
Osmanlı ve devamındaki Türkiye ile bizimle benzer zamanlarda modernleşmesini başlatan Japonya ve Rusya arasındaki fark, yaygın eğitim ve üniversite tarafından yaratılan farktır.
Vatandaşımız tavuk yetiştirmeye karar vermiş, 50 tane civciv almış, kafalarından saksıya gömmüş, sulamış, ertesi sabah büyüdüler mi acaba diye bakmış ki, hepsi telef…
Herhalde yanlış ektim diye düşünmüş, 50 civciv daha alıp, bu defa ayaklarından saksıya gömmüş, sulamış, ertesi sabah onlar da telef…
Galiba kendi başıma beceremeyeceğim, bilimsel yardım alayım bari demiş, üniversiteye mektup yazıp, vaziyeti anlatmış, ne yapmam lazım diye sormuş…
Bir hafta sonra üniversiteden cevap yazısı gelmiş,
“saksının toprağından numune gönderin, tahlil edelim.”
Proje okul dedikleri budur.
Yılmaz Özdil – Öğretmen
-/-
Eğitim dünyasında köklü bir değişimin öncesini yaşıyoruz. Gelenekselleşmiş eğitim metotlarının bir sonucu olan bugünkü yetişkinler, teknoloji çağını araladılar. Kendilerini yetiştiren sistemi kökten değiştirecek bir çözümü de onlar bulmaya çalışıyor.
Günümüzde eğitim teknolojilerine yapılan yatırımın hızı giderek artıyor.
Öğrenim Yönetim Sistemi pazarı 2013 yılında 2.3 milyar dolar iken 2016 yılının sonunda pazarın 7.8 milyar doları geçmesi ve 2021 yılında 15.7 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşması hedefleniyor.
Tüm dünyada genel olarak Asya ülkelerinin eğitim teknolojilerine olan yatırımları artırması dikkati çekerken Çin bu alanda liderliği elden bırakmıyor. 2020 yılına kadar ülke genelinde 30 binden fazla start-up şirketin kurulması hedefleniyor. Çin bu start-up’ların ihtiyaç duyduğu eğitimli topluluğu artırmak ve şu anda hali hazırdaki 806 milyonluk iş gücünü daha vasıflı işler yapabilecek duruma getirmek için uzaktan eğitim başta olmak üzere eğitim teknolojilerine çokça yatırım yapmaya devam ediyor.
OECD raporlarına göre 2030 yılına geldiğimizde STEM kültürü ile yetişmiş olan eğitimli nüfusun %37’si Çin’de yaşıyor olacak.
Türkiye’de yürütülen birbirinden bağımsız birçok çalışma bile çocukların eğitim yaşantısında ciddi değişimlere yol açmaya başladı. Ancak daha disiplinli ve merkezi bir yapıdan yeniden kurgulanmış bir sisteme ihtiyaç giderek artıyor. Dijital içeriklerin tamamlaması, STEM araçlarının ve metodolojisinin daha da yaygınlaşması, okulların altyapılarının akıllanması ve üniversitelerin dijitalleşerek herkese her zaman eğitim verecek şekilde yeniden şekillendirilmesine acilen ihtiyaç var.
Murat YILDIZ - Director of Corporate Strategy at Dünya Gazetesi
-/-
Yönetim biliminde ilk defa 1990 yılında Peter Senge'nin "The Fifth Discipline" adlı kitabında kullandığı “öğrenen organizasyonlar” kavramı kısaca bilen, anlayan ve düşünen organizasyonlardır. Bunu gerçekleştirebilmek için ise, bilen, anlayan ve düşünen İNSAN lara gerek vardır.
Bu tanımlar ile en son Türk çocuğuna verilen eğitimin özü şöyle ifade edilmişti;
- Çevreye uygunluk ilkesi,
- Öğrencinin doğasına uygunluk ilkesi,
- Kendi kendini yönetim ilkesi,
- İş içinde kendi kendine çalışma ilkesi,
- Öğrenciye yetki ve sorumluluk verme ilkesi.
Köy Enstitüleri’nin temel hedefi, bu eğitim modeli ile kişinin kendi farkına varılabilirliğini kazanmasıydı. Öğrenciler anlıyor, düşünüyor, sorguluyor ve üretiyordu.
27.12.1949’da imzalanan “Fulbright Antlaşması”, Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Antlaşma ile de “Yeni Dünya Düzeni” politikalarının bizim için öngördüğü “dinsel eğitim” ya da “eğitimin dinselleştirilmesi”, bu antlaşma ile büyük bir boyut ve ivme kazandı. Eğitim birliği “dini eğitimde birliğe” kaydı.
Eğitimin bu günkü hali ise sanırım herkes tarafından bilinmektedir.
“Kültürümüzde çok ciddi bir 'EŞLİK ETME' yetersizliği vardır.
Bunlar, büyük ve karmaşık özellikler taşıyan tüm sistemlerimizde ciddi sorunlara neden olmaktadır.” Bakınız: Ali Rıza Saral: Eşlik Etmek.
SHY SMS, Adil Kültürü şöyle tanımlar;
“Emniyet kültürü ile değişmeli olarak kullanılan, insanların emniyetle ilgili bilgileri güven içinde paylaşabildikleri ve paylaşmak için teşvik edildikleri ve ödüllendirildikleri, kabul edilebilir ve edilemez davranışlar arasındaki ilkesel ayrımın bilinir hale getirildiği, emniyetli düşünmeyi, sorgulamayı, rehavete karşı direnci, kişisel sorumluluğu ve kurum içi otokontrolü kapsayan bir yaklaşımı,”
Bu tanımda Türk insanını bulmak zordur…!
19.yy eğitimi ile devam etmeye çalışan bir ülke olmak bize yakışmıyor. 20.yy eğitiminin yetersizliği artık sorgulanırken, 21.yy eğitimi için bizler nasıl bir plan yapmaktayız ya da yapacağız bu konu üzerinde çok ama çok çalışmalıyız. Geldiğimiz noktadan daha geri gidecek yerimizin kalmadığı da ortada. Yoksa onlarca, ismi önünde birçok akademik kısaltma bulunan kişilerin, gelecekten ve gidişattan habersiz medrese seviyesinde kalması nasıl izah edilebilir?
-/-
Öğrencilerime bir gün “çıkarın kağıtları sınav var” dedim ansızın. Söylendiler biraz. Üniversitede son iki ayları kalmış mezun olmalarına ve benim sorum şu; “İş başvurusu yapıyorsunuz, bir dilekçe ekinde (CV-Curriculum Vitae) özgeçmişinizi yazınız.!”
Donup kaldılar. Belki yaşamlarında ilk defa kendilerinden bahsetmeleri istenmişti.
Yine bir gün durup dururken “Okuma tiyatrosu yapacağız, katılan var mı?” dedim. Çalışmalar başladıktan sonra katılımlar iki misli arttı. Bizim sınıfın dışından da katılımlar oldu.
Kendilerini düzgün ifade edebilmenin öyle sandıkları kadar kolay olmadığını gördüler.
Derslerde hep söylerim, “benim söylediklerimin hiç biri doğru değildir, inanmıyorsanız gider evde bakarsınız, arkadaşlarınız ile tartışır, doğruyu bulursunuz. İşte o zaman o doğru, sizin doğrunuz olur.!”
Tartışmak, atışmak ve söyleşebilmek için önce dinlemenin esas olduğunu gördüler.
Tüm bu dilekçe yazmanın, tiyatro yapmanın, tartışma ve söyleşi yapabilmenin yararlarını bir işe girince hissetmiştirler ama o günlerde bu duyguyu tam isimlendiremediklerini sanıyorum. Aradan geçen onca zamandan sonra, başkaları yanında neden “farklı” olduklarını artık anladıklarına inanıyorum. İçinde bulundukları yaşam döngüsünde, güçlerini, zayıflıklarını bilmeleri, üniversite son sınıf sınavında sorulan bir hikayede ki eşeğin adının önemini anlamış olmalarıdır 21.yy eğitimi (MG).
İnsanız ve insanca yaşayıp yaşatmaya çalışmanın ötesinde başkaca bir hedefimiz olmamalı.
Bilgi artık herkesin elinin altında ve nerede ise ucuz (sadece zaman çok kıymetli.!).
Örnek alınacak kişi ve/veya kişilikler ise sandığımızdan da az.
Üstelik ya çoğunu kaybettik ya da birer birer kaybetmekteyiz.
Yorumlar