Hani bir söz var. Birçoğumuz biliriz. “Gömleğin tüm düğmelerini yanlış iliklemek gibidir insanlara güvenmek. En başından beri yanlış yaptığını sonuna gelmeden anlayamıyorsun.” Ne kadar doğru değil mi? Anlıyorsun anlamasına da, iş işten geçtikten sonra.
“Nefret ettiğin ve güvenmediğin insanla iyi geçinme çabasına siz medeniyet diyorsunuz, ben sahtekârlık diyorum. O yüzden anlaşamıyoruz” diyen Charles Bukowski başlıktaki sözü de söylemiş. Yazarın 1994 yılında öldüğünü düşürseniz o günden bu güne bu konuda dünyada bir iyiye gidiş olmadığını düşünmek olası. Çünkü aynı sözün değişik versiyonları Bukowskiyi tanımayıp onun sözünü duymamış olanların da zaman zaman içinden geçiyor.
Nedendir bilmem biz Türkler karşısındakilere zor güvenen insanlarız. Acaba neden ki? Babana bile Güvenme diye bir deyiş dünyanın bizden başka hangi ülkesinde var? Bu bile bir gösterge. B.Ç’nin ifade ettiği gibi “ Bu zamanda herkese kuşkuyla bakacaksın önce. Gazetelerde neler okuyoruz gör. Kuşkuyla yaklaş ki fazla zarar görmeyesin. Senin iyiliğin için söylüyoruz bunları.” Bir dönem büyüklerimizden en çok işittiğimiz sözler.
Yaşadığımız günlerde insanların çoğu neden psikomatik hastalıklar ile uğraşıyor. İnsanlar ne özel yaşamlarında ne de iş yaşamında önünü göremiyor, yarınlarından emin değil. Güven duygusunu tamamen yitirmişler. Ne öz güvenleri var ne de başkalarına güveniyorlar. Bu yaşam şeklini stres ile atlatabilenler şanslı. Çocuğuna Güven adını verenler bile azaldı. Hatta neredeyse yok gibi. Güven duygusunun yokluğu insanlarımıza ruhsal bir bozukluk gibi aksediyor. Depresyonun her türlüsü insanların refakatçisi olmuş. Okudum ki; Türkiye, BM'nin mutluluk raporunda 69’uncu sıradaymış. Bu durumda, daha yukarılarını bekliyor muyduk?
Bir çocukluk arkadaşımızla, devam eden dostluğumuzun karşılıklı fayda ilişkisine dayandığını nasıl düşünebiliriz ki? Bu dostluğun, bu güne kadar süren devamlılığının ne denli büyük denemeler sonunda oluştuğunu bir düşünün. Geçmiş senelerin muhasebesini yapıp bunları bu gün o yaşanmışları sıralayabilir miyiz teker teker? Yapılabileceğini zannetmiyorum. Bu uzun denemeleri takiben aramızda oluşan güven duygusunun büyüklüğü, sarsılmazlığı değil midir bu güzel arkadaşı vazgeçilmez yapan? İş yerlerindeki dostluk ve arkadaşlıkların alışkanlıktan öte olmadığını birçoğumuz yaşayarak görmüştür. En azından ben gördüm. İstisnalar hariç tabii ki.
Bir de kendisinden başka kimseye güvenmeyen, her olayda daha ilk adımda yapısına hâkim olan güvensizliği sergileyen insanları düşünelim. Ben bu yaradılışta olan ve de bunu her olayda ortaya koyan kimselerin aslında kendilerinin güvenilir olmadıklarını düşünürüm. Bu tür insanlardan mümkün olduğunca uzak olmayı yeğledim yaşamım boyunca.
Özellikle şüphenin ve güvensizlik duygusunun genç beyinlere hâkim olabilmesi ilerisi içinde ümitlerimi karartıyor. Üzüntü duyuyor ve bir ömrün, güzel olmasını dilediğim pırıl pırıl bir yaşamın bu yıpratıcı yapı ile nasıl zor geçeceğini onlar adına düşünürken, üzülüyorum.
Bir önceki özel veya iş ilişkisinde üzülen, aldatılan insanın yaşamının geri kalan bölümünde tüm insanlardan kuşkulanması nasıl bir duygudur ki? Düşünün tüm iş yaşamınızda yanınızda çalışan hiç kimseye güvenmemek gibi bir durumdasınız? Herkese, birlikte çalıştığınız herkesin yaptıkları her işe kuşku ile yaklaşacaksınız. Belki de daha ileri gidip herkesin sizi aldatmak için seferber olduğunu düşüneceksiniz. Bu cenderenin içerisinde mutlu olmanız kolay değil. Zamanla bu çelik kafes nefes alamayacak kadar sıkıştıracaktır sizi. Uzun seneler sonra ise sizi çevreleyen cendereyi kırarak rahatsız edici bu ruh halinden kurtulmanız ise mümkün olmayacaktır.
Yaşam bu değil. İnsanlara yeniden güvenmeye alışmak gerektiğini söylüyorsak da bunun kolay olmadığını da ifade etmek gerekir. Hepimiz duyuyoruz. İnsanların en sık kullandığı sözlerden biri “ Aldatıldım “ diğeri ise “Kandırıldım”. Bu insanlara nasıl yeniden güvenilir bilemiyorum.
Her şeyden kuşkulanmanın, her şeyden şüphelenmenin ve genelde insanlara güvenmemenin bir anlamda “ Ruhsal bir bozukluk ” olarak insan yaşamını çok menfi olarak etkileyeceğine kesinlikle inanıyorum. İnsanoğlunun bu denli bozuk olduğu bu dünyada insanlığın tümü ile bir ruhsal dengesizlik içinde bulunduğunu düşünmekten de başka bir şey yapamıyorum. Bu dengesizliğin belli bir süre sonra ruhsal bozukluğa dönüşeceği düşüncesi tabii ki korkutucu. Etrafınıza bir bakın, trankilizan veya antidepresan ilaç kullananların çokluğu sizi şaşırtacaktır.
Evet; sevgili okurlar.
Evet, güven duygusu insanları birbirine yaklaştırır. Bu doğru. Onları birbirinden ayrılamaz hale getirir. Bu da doğru. Bu duygunun üzerine bina edilen sevgi ve karşılıklı saygının gerek iş hayatında ve gerekse özeldeki yaşam fırtınalarını atlatmada en önemli faktör olduğu açık değil mi? Evet açık ve de bu da doğru. İyi de bu kadar doğrudan sonra ve de insanlar bu doğruları da bildiklerine göre neden birbirlerine karşı bu denli güvensizler. Bunun en önde gelen nedeni de mutlak yaşadığımız ahlaki çöküş olsa gerek.
Evet; sonuna kadar doğru olan şu dur ki; Bir insana tamamen güvendiğinizde iki sonuçtan birini elde edeceğimiz mutlaktır. Bu duygunun sonucunda yaşam boyu bir dost kazanmamız mümkün tabii ki. Bu gerçekleşmediği takdirde ise yaşadığımız bu yanılgının hayat boyu unutamayacağımız bir derse dönüşmesi kaçınılmaz. Neticeten ikisinde de zararda değiliz. İkinci şıkta yaşanması kaçınılmaz olan kısa süreli olması temenni edilen bir üzüntü dışında tabii ki.
Kime inanabileceğimizi ve kime güvenebileceğimizi bilmemiz tabii ki mümkün değil. Ancak, kendimize inandığımız ve güvendiğimiz sürece bu kötü türün hepsi ile baş edebilmemiz imkân dahilinde. Evet, insanın kuvvetli bir öz güven duygusuna sahip olması çok çok önemli.
Bir işadamı büyük borç içindeydi ve hiç bir çıkış yolu görmüyordu. Kredi verenler onu sıkıştırıyorlardı. Mal sağlayanlar ödeme bekliyorlardı. Parkta bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı, firmasını iflastan kurtaracak bir yol var mı
diye düşündü.
Birden, yaşlı bir adam önünde belirdi. "Bir şeyin seni rahatsız ettiğini görüyorum" dedi yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra, ona "sana yardım edebileceğime inanıyorum" dedi. Adam işadamının adını sordu, bir çek yazdı ve eline verirken "bu parayı al ve tam 1 sene sonra benimle burada buluş, o zaman borcunu ödersin." dedi.
Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu. İşadamı çeke baktı. Çekte 500.000 Dolar yazıyordu. İmza ise John D. Rockefeller'a aitti, dünyada o zamanın en zengin adamı."Tüm parasal sorunlarımı bir hamlede temizleyebilirim" diye düşündü. Ama bunun yerine bu bozulmamış çeki kasasına sakladı. Sadece onun orada olduğunu bilmenin, işini kurtarmak için bir yol bulmasında kendisine yardımcı olabileceğini düşündü. Yepyeni bir iyimserlikle daha iyi işler almaya ve daha uzun vadeli ödemelerle işlerini götürmeye başladı. Büyük işler aldı. Birkaç ay içinde borçlarından kurtuldu ve tekrar para kazanmaya başladı. Tam bir sene sonra, elinde bozdurulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatte yaşlı adam belirdi. Ama tam işadamı ona çeki verip başarı hikâyesini paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve yaşlı adamı yakaladı. Hemşire "onu yakaladığıma çok sevindim" diye bağırdı. "Umarım sizi rahatsız etmiyordu. Huzurevinden sürekli kaçıyor ve insanlara kendisinin John D. Rockfeller olduğunu söylüyordu". Ve hemşire adamın koluna girip onu uzaklaştırdı. Şaşkın işadamı orada öyle durdu, sanki donmuştu. Tüm sene boyunca işler aldı, işler kapattı, aldı, sattı. Arkasında yarım milyon Dolar olduğuna ikna olmuş olarak.
Birden, hayal veya gerçek fark etmez, hayatını değiştirenin para olmadığını anladı.. Hayatını değiştiren, peşinden gittiği her şeyi başarmasını sağlayan şimdiye dek sahip olamadığı ancak yaşlı adam sayesinde yeni bulduğu kendine güvendi.
Güveni bazen hiç tanımadıklarımız bize sağlar ve tanıdıklarımız ise güvenimizi dostluğuyla beraber yok eder gider.
(*) Charles Bukowski
Yorumlar Tüm Yorumlar (22)