Bir haftadır ülkede yaşanmış olan “dijital usulsüzlük-sahtecilik” olayını konuşuyoruz. Aslında olay yeni değilmiş. Ağustos 2024 tarihinden itibaren Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından adli bir soruşturmaya dönüştürülmüş. Yani daha öncesi de var ama kamuoyunun geçtiğimiz hafta yapılan bakanlık açıklamasıyla haberi oldu.
Yapılan açıklamaya göre; sahte belgelerle devletin etkili ve yetkili makamlarında bulunan kişilerin e-imzaları kopyalanmış. Sonra da bu e-imzalar kullanılıp ilgili sistemlere erişim sağlanarak, sahte diplomalar, sürücü belgeleri vb. düzenlenip para karşılığı satılmış.
Geçmişi bir yıl, hatta daha uzun bir süre geriye giden bu olayda, bazı rakamlar da verilerek yapılan “sahteciliği biz bulduk, çeteyi çökerttik, suçluları hapse attık, gereken önlemleri de aldık” açıklamaları kamuoyunu doğal olarak tatmin etmedi. Hatta daha fazla endişelendirdi.
Çünkü, devletin dijital sisteminde (gizliliğinde) ortaya çıktığı şekilde vahim sonuçlara yol açabilecek güvenlik açıklarının olması oldukça korku ve endişe verici bir durum. Yetkililerin bunu birkaç kişinin yaptığı bir sahtekarlık gibi sunup; “Merak etmeyin! Hepsini yakaladık. Bitti gitti” demeleri vatandaşı rahatlatmıyor. Yapılan resmî açıklamalar hem bu vahim olayı tüm boyutlarıyla tam olarak ortaya koymuyor ve hem de sebep ve sonuçları yönünden vatandaşların zihninde beliren endişeli soruları yanıtsız bırakıyor.
Deniyor ki; devletin bazı yetkililerinin adına sahte e-imzalar üretilerek ve bu imzalar kullanılarak dijital diploma, sürücü belgesi vb. resmî belgeler düzenlenip satılmış. Her şeyden önce bu açıklamadaki “sahte imza” tanımlaması durumu tam izah etmiyor. Burada doğru tanımlama, “kopyalanmış e-imza” olmalıydı. Yani bu imzalar sahte değil, orijinalinin kopyası olan imzalar. Sahte olan, bu imzalar kullanılarak düzenlenmiş olan diplomalar, ehliyetler vb.
Geçmişte ben de kullandığım için biliyorum. E-imza aslında bir USB den ibaret. Yetkilendirilmiş e-imza sağlayıcı şirket gerekli kimlik bilgilerimi tanımladıktan, sonra bana bir USB göndermişti. Bunu şahsi bilgisayarıma takıp, şifresini girerek kullanıyordum. Ben bu USB yi bir başkasına vermediğim ve şifresini paylaşmadığım sürece kimsenin benim e- imzamı kullanması mümkün değildir diye düşünüyorum. E-imza sağlayan şirket aynı e-imzadan bir başkasına da vermediyse tabi. Hadi e-imzayı bir şekilde kopyaladı diyelim. İmzasını kullandığı kişinin şifre ve otorizasyonla girdiği resmi portallara nasıl giriş sağladı? Bu da yanıtlanması gereken ayrı bir soru.
Açığa çıkan olayda e-imzaların gerçek sahiplerinin bu kopya imzaların varlığından ve kendi inisiyatifleri dışında kullanıldığından haberdar olmadıkları söylendi. Daha doğrusu, e-imzaların gerçek sahiplerinin kopya e-imzaları neden fark edememiş oldukları açıklanmadı. Teorik olarak iş birliği yapmış olmaları ihtimali de var. Ama bu konuda da henüz kamuoyuna yansıyan bir bilgi yok.
Birisi benim e-imzamı kopyalayıp kullansaydı illaki fark ederdim, fark etmeliydim diye düşünüyorum. Nitekim bir kurumun yetkilileri biz kendimiz fark ettik ve engelledik diye açıklama yaptılar. Çünkü, bu sistemi kuranların, aynı imzanın farklı yerlerdeki, farklı IP’lere (internet protokol) sahip farklı bilgisayarlarda, eş zamanlı olarak kullanılabilmesi ihtimalini düşünememiş ve bu muhtemel güvenlik açığının önlemini almamış olmaları bana pek mantıklı gelmiyor.
Birileri yetkili kişilerin e- imzalarını kopyalayıp sahte diplomalar düzenlemişler ve bu imzaların gerçek sahipleri olan kişiler aylardır, belki yıllardır bunun farkına varamamışlar! Buna inanmamızı istiyorlar. Devletin kurumları da bu e-imza kopyalama usulsüzlüğünü sanki yeni öğrenip, hemen tedbir almışlar gibi açıklamalar yapıyorlar! Bu haldeyken bile vatandaşa dönüp, “sakin olun her şey kontrol altında” diyebilme rahatlığındalar. Vatandaş da haklı olarak neye, kime, nasıl güveneceğini bilememenin rahatsızlığı içinde. Çünkü, para karşılığı usulsüz diploma düzenleyenlerin, kopyalanmış yetkili imzaları kullanarak yapabileceklerinin sınırı yok. Şimdiye kadar yapılanların niceliği ve niteliği konusunda yapılan açıklamalar da kamuoyunu ikna etmedi.
Endişeli vatandaş haklı olarak bu sahteciliğin, usulsüzlüğün gerçek boyutlarını bilmek istiyor. Kaç kişiye usulsüz düzenlenmiş diploma satıldığını, ehliyet verildiğini bilmek istiyor. Bu diplomaların ve diğer belgelerin kimlere verilmiş olduğunu bilmek istiyor. Çünkü, bu denli büyük çaplı ve geçmişi oldukça geriye dayanan olayda, açıklanan rakamlar pek makul görünmüyor.
Vatandaş, bu diplomaların nerelerde kimler tarafından kullanıldığını da bilmek istiyor. Bu diplomalarla devlette işe giren, devlet memuru olan var mı? bilmek istiyor. Bu memurlar usulsüz işler yaptılar mı? Suç işlediler mi? Haksız kazanç sağladılar mı? Bilmek istiyor. Haksız edinilmiş diplomalarla girilen işlerde alınan maaşların helal olduğunu söyleyen fetvacılara itibar etmiyor.
Sonuç olarak, “Yapılan açıklamalarla yetinin, daha fazla kurcalamayın, öküz altında buzağı aramayın” mealindeki bu resmî açıklamalar ve aynı paralelde medyada siyasi amigoluk yapan küstah değerlendirmeler vatandaşın aklındaki cevapsız kalmış soruları cevaplamadığı gibi gün be gün ortaya çıkan değişik usulsüzlükler de bu soruların giderek artmasına yol açıyor.
Yıllardır sınavlarda yapılan sahtekarlıkları, usulsüzlükleri, YÖK tarafından denklik verilmiş ya da önce verilmiş sonra iptal edilmiş tabela üniversitelerinden satın alınan diplomalarla işe alınan torpilli liyakatsizleri konuşuyorduk. Özetle, bir türlü hız kesmeyen nepotizmi konuşuyorduk. Yetkililer bu konulardaki somut sorularla muhatap olduklarında, “sükût ikrardan gelir” misali ya cevap vermiyorlar ya da inkâr yollu tevil edilmiş zoraki açıklamalar yapıyorlardı. Bir de bu geldi başımıza ve adeta tüy diktiler desek yeridir. Ama yine aynı nobran tavırla karşı karşıyayız.
Sahte diplomalılardan endişe duyup yorum yapanlar, genellikle doktorlardan, inşaat mühendislerinden örnekler verip durumun vahametini açıklamaya çalışıyorlar. Gerçi adliyeye, UYAP a sızdıklarına dair bir açıklama yok ama, ben şahsen düzmece hukuk fakültesi diplomalarını, daha doğrusu bu diplomaları edinip işlem yapanları, varsa devlette işe girenleri daha tehlikeli bulurum. Sahte diplomalı veya uyduruk fakülte mezunu hukukçu kamu görevlisi var mıdır? Yok mudur? Bunlar, adalete, devlete, vatandaşa kötülük yapmış mıdır? bilmek istiyorum.
Maalesef gelinen noktada, toplumun nüvesindeki ahlaki zafiyetlerin yıllardır kışkırtılarak, çoğu zaman da cezasız bırakılarak adeta teşvik edildiğini görüyoruz. Dürüst kalmaya çalışan kesim de korku ve endişeyle, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” modunda bütün bu olup bitenleri sessiz kalarak izleyince, böyle vahim sonuçlar ortaya çıkıyor. Kötülük peşinde koşanların, kötülük yayanların toplumu kendi kültür, ahlak ve idrak seviyelerine indirgediklerini; başka bir ifadeyle, toplumun önemli bir kesiminde var olan kötülük potansiyelini ortaya çıkardıklarını görmek ve çaresizce izlemek zorunda kalmak çok üzücü.
En kötüsü de neredeyse her ay bir yenisi patlak veren bu sahtecilikleri, usulsüzlükleri, haksızlıkları, hırsızlıkları, yolsuzlukları vb. artık kanıksamış olmamız. Çünkü bunların her birini 3-5 gün konuşup unutuyoruz. Bu kötülük yarışındaki failler ise utanmadan sıkılmadan her seferinde seviye atlıyorlar. Gemilerini her türlü yüzdürüyorlar.
Çünkü hesap soran olmadığı gibi bunlarda utanma sıkılma da yok. Dur durak bilmiyorlar. Rahmetli Kamer Genç, yıllar önce çok güzel bir benzetme yapmıştı. “Yıllardır, Allah utandırmasın! diyerek hak etmedikleri makamlara, koltuklara çöktüler. Sonunda Allah, bunlardan utanma duygusunu aldı.” Demişti. Belli ki; duaları kabul olmuş.
Bilgi ve iletişim teknolojileri bu kadar gelişmemişken, usulsüzlük ve sahtecilik yöntemleri biraz farklıydı. Mesela, sahte diplomayı başka diplomalardan kopyalayarak yapıyorlardı ve bunu ibraz ederek haksız edinim sağlıyorlardı. Ya da sahte diploma hazırlama zahmetine bile girmeden, kendilerini doktor, mühendis, hukuk danışmanı vb. olarak tanıtıp kendilerine iş kuranlar vardı. Tabi bu tip sahtekarlıklar münferit olaylardı. Artık ve maalesef tamamen organize bir kötülük ve yozlaşma süreci yaşıyoruz…
…
Bu köşede genellikle sivil havacılık ve çalışanlarıyla ilgili konuları irdeleyip yorumlar yapıyoruz. Bu sahte diploma konusu ağır gündem konusu olduğu için ben de bir iki kelam edeyim dedim. Yine de yazıyı kendi sektörümüzden, benzer bir ilginç olayı naklederek tamamlayalım.
Her sektörde olduğu gibi sivil havacılık sektöründe de yukarıda anlattıklarımıza benzer bazı örnekleri hepimiz duyup görmüşüzdür. Geçen gün, bana bir hukuk danışmanından bahsettiler. Daha doğrusu hukuk diploması olmadığı halde kendisini “hukuk danışmanı” olarak tanıtan emekli bir çalışandan. Bu becerikli arkadaş, özellikle işe iade vb. tazminat dosyalarına bakıyormuş. Yıllar sonra, arkadaşı “çekirge bir zıplar, iki zıplar, sonunda yakalanır” misali suçüstü yapmışlar ve çalıştığı dernekten kovmuşlar.
Hemen soluğu bilindik bir sivil havacılık sendikasında almış. Bu arkadaşın gelişiyle birlikte sendika başkanı üyelerine hukuki destek vereceğini, vermek zorunda olduğunu hatırlayıp, bir duyuru yapmış. “İşvereninizden bir tebligat alırsanız bize gelin. Biz size her türlü hukuki desteği vermeye hazırız” diye. Sanki daha önce sendikanın ruhsat sahibi avukatı yokmuş gibi.
Bu kişi aynı zamanda, hadi sahte isimle demeyelim ama “mahlas” kullanarak bir sivil havacılık haber sitesinde de ayda bir yazı yazıyormuş. Deşifre olunca yazmayı bırakmış.
Maalesef yıllardır yozlaşmanın çeşitli boyutlarda, her türlü versiyonuna maruz kaldık, kalıyoruz…
Yorumlar