İbo`yu bilmeme şaşırmadınız, ama Metallica`yı ve Kafka`yı biliyor olmam ilginç gelmiştir size belki. Olgunlar Sokak`taki seyyar kitapçılardan kitaplar alıyorum. “Milena`ya Mektuplar”ı okudum Kafka`dan, diğerlerini de okuyacağım. Birçok kitap okuyacağım ben; Nietzsche`nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabını çok merak ediyorum mesela, bir de Oruç Aruoba`nın şiirlerini. Keşfetmem, okumam, sorgulamam gereken öyle çok yazar, hikaye, roman ve şiir var ki…
Kitapçılar bile önyargılı bana; emeği, vicdanı, barışı savunanlar bile beni gördüklerinde kıyıcı sözler söyleyebiliyorlar ve eminim onlara ürkütücü geldiğimden.
Adım Muhammet. On dokuz yaşındayım.
Beni nefretle bakarken göremezsiniz; kabalaştığıma, etiketler koyduğuma, yaftaladığıma şahit olamazsınız.
Bir anlama çabam var; kendimi, annemi ve sizi.
Bir öğrenme çabam var; yeryüzünü, doğayı ve evreni.
Yazmaya da başlayacağım; sevgisizliği yazacağım önce çöp kutularından topladığım kağıtlara ve sevgisizliği yazdığım kağıtlar geri dönüşüme gidip sevgi olarak dönecek aramıza.
Sevgi`li insan dostlarım olacak kağıtlarda diriliveren; sevgiyle var olan canlar, kardeşler, halklar…
Kendime ait bir kütüphanem olacak sonra. Atık kağıtlar topluyor olabilirim; işim gereği tenimden yayılan koku pis gelebilir size ama en sevdiğim koku kitap kokusudur.
Kafka kırk bir yaşında ölmüş; onun kadar yaşasam yeter. Kitaplar gibi kokmaktır özgürlük; otlardan sevgi büyüleri yapmak ve toprağa karıştığımda bir gün, Tabiat Ana`nın beni şefkatle anmasıdır.
Kendimle ilgili birçok projem var. Mahkemeye başvurup adımı değiştireceğim. Ali Haydar mı olsa adım diye düşünüyordum, vazgeçtim; adım Özgür olacak benim.
- / -
Muhammed’in, yeni adıyla Özgür’ün bu söyleşisini okuyunca aklıma yazmaya nasıl ve neden başladığım geldi.
1980, Internet henüz yok, kütüphane ise hayal, herkes bulduğunu ve bilgisini kendine saklamakta. Koyu bir rekabet ortamı var. Olmasa bile ortada takip edebileceğin yayın yok, bilmediğini de arayamazsın.
1980 senesinde bir çöp kovasında bulduğum yabancı bir mecmuadaki ilan içeriğini araştırınca (mektup yazıp postaya vererek ve 30-40 gün cevabın gelmesini dileyerek) INS diye bir yenilikle karşılaştım. Araştırınca Maximilian Joseph Johannes Eduard Schuler’in bu buluşunun zaten denizciler tarafından 1905’den beri kullanıldığını öğrendim.
Sonuçta derlediğim bilgiler ile ilk resmi yazımı yazdım; Seyrüsefer. Bilim ve Teknik Mecmuası’nın 1982 Ocak sayısında da yayınlandı.
1990 senesinde SunExpress için çalışmaktayım ve şirket kuruluşu için Alman tarafının seçtiği tek Türk benim. Lufthansa için çalışmaktayım yani.
Şirket kuruldu, OCC müdürü oldum ve bana verilen bütçe ile yeni FOO yetiştirmek, lisanslı almaktan daha ucuz, tek yapmam gereken onları sınava hazırlamak. Seçtiğim 6 aday için 4 kitap hazırladım ve adaylara dağıttım. Tüm dersleri bu kitaplar üzerinden işliyoruz. Bir gün benim ATC hocam telefon ile aradı ve sordu:
- Servet, sen ne yaptın öyle..!
- Aman hocam ne yaptım?
- Sen 4 kitap yazmışsın ki bunların hepsi de bizim derslerimiz arasında okutulacak kitap konuları. Sen ne yaptığının farkında mısın?
- Hayırdır hocam, ne yapmışım?
- Bu konuda son yazılan kitap 1960’lı senelerine ait ve 1970’de onu sen de okumuştun. 25 yıl sonra bu konuda kitap yazmış olman beni çok mutlu etti, tebrik ederim.!
Erol TANIR hocamızı geçen hafta kaybettik. Hürmetle anıyor, dualarımızdan eksik etmiyoruz.
Sonra Atilla aradı. Ankara Esenboğa’da beraber çalışmıştık. Anadolu Üniversitesi ATC bölümü açmış ve Atilla ile yine geçen hafta kaybettiğimiz ilk kadın Hava Trafik Kontrolörü sayın Nazmiye Göyük hanımefendi ders vermeye başlamışlar. Yeni kitapları onlar da duymuşlar ve benden istediler. Seve seve seve ofset makinesinin başına geçip tekrar bastım ve gönderdim. Nazmiye ablamızı hürmetle anıyor, dualarımızdan eksik etmiyoruz.
Şu an için sitemde 10 kitap mevcut ve bedava dağıtmaktayım.
İster bitirme, ister doktora tezleri için olsun sitemden indirip teşekkür etme nezaketinde bulunanlar ya da bunu esirgeyenler de dahil herkese ulaşmaya çalışıyorum. Yeter ki okunsun.
- / -
2016 yazı birçok olaylarla birlikte geçti.
Doğru bilinen yanlışlar ile yanlış bilinen doğrular birbirine karıştı.
Tüm sene boyunca kimse “kalite” ile ilgili tek kelime dahi etmedi.!
En son tartışılan ise ilk sıraya kimlerin oturabileceği ya da oturamayacağı.
Herkes bir fikir sürdü ortaya ama kimse “yasa gereği” cümlesini kurmadı.
Hep sorulmasını istediğim soru, “kime göre, neye göre” sorusudur.
Buna verilecek bir cevabı olan konuşmalı bence.
IATA CORE PRINCIPLES ON UNRULY PASSENGERS
1. The Tokyo Convention 1963 as amended by the Montreal Protocol 2014 is a modern and effective international legal framework to deal with unruly and disruptive behavior on board aircraft. Therefore, States should ratify the Montreal Protocol 2014 and implement consequential changes to national legislation as soon as possible;
7. Member airlines should clearly communicate to passengers the consequences and sanctions applicable to unruly and disruptive behavior on board aircraft, generally and through the use of graduated warnings, as appropriate in specific cases; and
1963 deki Tokyo Anlaşması sonrası birkaç defa elden geçirilen maddeler, en son 4 Nisan 2014 tarihinde Montreal’de yapılan değişiklikle karşımıza yeniden çıkar. Sorun şudur ki bu yenilenen anlaşma metinleri ülkeler tarafından onaylanarak ilgili ülkede yürürlüğe girer.
The agreed changes give greater clarity to the definition of unruly behavior
Bizde de 24.08.2014 tarihinde yasallaşan bu protokol, beraberinde hangi yeni tanımlamaları getirdi ve çok merak ediyorum kaç havayolu Uçuş İşletme Kitabında değişikliğe neden oldu?
Bunlar yolculara nasıl duyuruldu? Bir şirket ile öbürü arasında nasıl bir fark var?
Evet, bilgisayar artık her şeyi yapıyor sizin yerinize de, hiç mi kişisellik kalmadı şirketler arasında?
IATA Unruly Passenger Prevention and Management 2.nd Edition Jan 2015
Bu bana hep George Orwell'in Hayvan Çiftliği Romanı’ndaki şu cümleyi çağrıştırır;
- “Bütün hayvanlar eşittir. Fakat bazı hayvanlar ötekilerden daha da fazla eşittirler.”
Güzel de, kime göre, neye göre..!
Yorumlar