Türkiye’nin uluslararası alanda yetiştirdiği en önemli ekonomistlerden biriydi. “Finans dehası” olarak tanınırdı. Dünya Bankası’na, Çin Merkez Bankası’na, Uluslararası Kalkınma Ajansı’na, ABD Dışişleri Bakanlığı’na danışmanlık yapardı. Öngörüleri paha biçilmezdi. ABD, Çin, İsviçre üniversitelerinde ders verirdi.
Tanıdığım en zeki insanlardan biriydi. Teori’yle pratik’in kesiştiği noktaydı. Maalesef çok erken kaybettik. Hakikaten çok arıyorum rahmetliyi…
Çünkü ekonomiye dair tüm bildiklerimi ondan öğrendim.
Hayata bambaşka bir perspektifle bakmamı sağlamıştı.
Saatlerce sorardım, bıkmadan usanmadan anlatırdı.
Gene böyle bir sohbet sırasında, “şu piyasa tabir edilen kavramı, ekonomi tahsili yapmayanların anlayacağı şekilde izah eder misin” dedim.
İzah etti.
“Türkiye’nin köklü bankalarından birinin patronu beni aradı, atılım yapmak istediklerini söyledi, yöneticilerine eğitim vermemi istedi.
Doğrusu hiç vaktim yoktu ama neticede memlekettir, geldim.
Bir hafta sürecekti. İstanbul’da küçük bir oteli kampa çevirmişlerdi.
Bankanın yöneticileri, Anadolu’daki şube müdürleri, hepsi orada kalıyordu.
Otelin restoranı, konferans salonu olarak kullanılıyordu.
Kürsüye çıktım. Hani bir zamanlar kösele ayakkabının içine beyaz çorap giyme hastalığımız vardı ya… İlk dikkatimi çeken bu oldu. Hemen hepsi beyaz çoraplıydı. İngilizce bilen var mı diye sordum. Bir iki üst düzey yönetici haricinde, yoktu. Ama istisnasız hepsinin önünde not defterleri vardı.
Can kulağıyla dinliyorlardı.
Gece çalışıyor, ertesi sabah yeni yeni sorularla geliyorlardı.
Merak ediyorlardı.
Her saniyeyi değerlendirmek için, çaba harcıyorlardı.”
“Bu banka, Türkiye’nin en büyük bankalarından biri oldu.
Elbette çok küçük bir parçasıydım ama kendime gurur payı çıkarıyordum.”
“Seneler sonra, aynı bankanın patronu beni tekrar aradı, dünyaya açılmak istediklerini söyledi, yöneticilerine eğitim vermemi istedi.
Tekrar geldim. Bu defa İstanbul’un en büyük otellerinden birinde kamp kurmuşlardı. Kürsüye çıktım. İlk dikkatimi çeken, İtalyan ayakkabılar oldu.
Karşımda oturanların, eğitime gelmekten ziyade, kokteyle gider gibi bi halleri vardı.
İngilizce bilen var mı diye sordum. Gülümsediler.
İstisnasız hepsi biliyordu.
Ama istisnasız, hiçbirinin önünde not defteri yoktu.
Gözlerinden ‘biz zaten senin anlatacağın her şeyi biliyoruz’ ifadesi okunuyordu.
Nezaketen dinlediler ama tek soru bile sormadılar.
Öğrenmek isteyen, bilgiye aç kadro gitmiş, onların yerine, her şeyi bildiğini düşünen kadro gelmişti.”
“Hayatın sürekli kendini yenilediğini…
Bilmekten çok, öğrenmeye devam etmenin daha önemli olduğunu… unutmuşlardı.”
“İlk günün sonunda, akşam yemeğinde banka patronuyla buluştum.
Bir hafta kalmama gerek yok, ben yarın döneyim dedim.
Şaşırdı. Niye diye sordu. Batıyorsunuz dedim!
İyice afalladı. Anlamadım dedi.
Anlamadığınızı görüyorum, fazla dayanamazsınız, batıyorsunuz dedim.
Tatsız bir yemek oldu. Ertesi gün New York’a döndüm.”
Seneye…
Bu banka battı.
Yılmaz Özdil'in aktardığı Sayın Profesör Salih Neftçi'nin bir anısı.
*
Her meslekte olduğu gibi Türkiye’deki 464 bölümün 18,540 programdan birini bitirip Üniversite Mezunu olan öğrencilerimiz, artık hiç kimseyi dinlemeye ihtiyacı olmayan, her şeyi bilen oluyorlar…
Bir gün üniversitemize gelen THY mensubu genç bir konuşmacı, “Bizler pilotlarda Mühendis kafası arıyoruz, pilot adaylarını da onlardan seçiyoruz” demişti. Kendisi Hukuk okumuştu ama bunun böyle olması gerektiğine onu inandırmıştı birileri.
“How Airline Pilots Lost the Basic Skills” ile The Haffington Post yazısı kısa ama öz bir şekilde nedenlerini sıralamış.
Bilgisayara teslim olmuş bir nesil yetiştirip, uçmayı bilmeyen ama çok iyi bilgisayar kullanan bir pilot grubu var şimdi karşınızda.
Rahmetli Capt. Nural Vural eğitimlerde pilotlara hep şunu derdi;
“Her tür problemde asli göreviniz; önce uçağı uçur.!, sonra sorunu gider…”
O zamanlar tüm pilotlar askerden gelme idiler ve aralarında parmakla sayılacak kadar az sivil pilot vardı ama hepsi “uçmak” nedir biliyorlardı.
Eğitim politikalarından vazgeçtim, havacılık ile ilgili yasal düzenlemelerin hala yapılmamış olması garip. Hele uçucuların yasal korumadan yoksun oluşları, senelik izinlerinin bile ‘kontrat’ maddelerine bağlı olmaları çok garibime gidiyor.
Yine de SMS uygulamaktan geri kalmıyoruz.
Aferin bize.
Hala B.777’den inip pırpır uçağı ile uçmaya giden pilotlarımız var.
Yine de şimdikiler, hiçbir bölüm için adayın ne deneyim, ne yeti ne de yeteneğine bakmıyorlar.
Belli ki İtalyan ayakkabı giyiyorlar ve teknolojiye güveniyorlar.
Ne diyelim?
Siz de kendinizi güvende hissedebilirsiniz artık.!
Yorumlar