Malum, kriz, "bir örgütün üst düzey hedeflerini tehdit eden bazen de örgütün yaşamını tehlikeye sokan ve ivedi tepki gösterilmesini gerektiren, örgütün kriz öngörme ve önleme mekanizmalarının yetersiz kaldığı gerilim yaratan bir durumdur. Başka bir deyişle Kriz, yönetimin savunma mekanizmalarını olumsuz etkileyen, doğal çalışma akışını bozan, bir an önce çözülmesi gereken, genellikle de aniden ortaya çıktığı belirtilen sorunlar yumağı olarak tanımlanabilir.
Kriz durumunda liderin ve üst yönetimin niteliği krizin oluşum ve gelişimini haliyle etkileyecektir. Kriz yönetiminin temel amacı mümkünse krizi ortaya çıkmadan önlemek, mümkün değilse örgütü kriz durumuna hazırlayarak süreci en az hasarla atlatmaktır. Krizin niteliği ne olursa olsun, onu etkili bir şekilde yönetmek, kurumun göreceği muhtemel zararı asgari düzeye indirmek açısından çok önemli. ( * )
Kriz anında toplumun güven ve desteğini kazanmak süreçten menfi etkilenmemek veya mümkün olan en az zararı görmek açısından şarttır. Bunun yöntemine iletişim uzmanları ile birlikte karar verilmesi şarttır. Kriz yönetiminde güven kilit kelimedir, güven şeffaflıktan geçer. Bu süreçte yalnız liderin doğru yolu bulacağına güvenilmesi krizin halledilmesi için tek başına yeterli değildir. Kitaplar böyle yazıyor. Yöneticiler kriz safhalarında doğru stratejileri seçip, uygulayabildiyse kurum krizi az bir yara bere ile de olsa atlatacaktır.
Bu konuda aklıma gelen bir yaşanmışı anlatmak istiyorum. Bir dönem THY Sendika ile bir kriz yaşıyordu. Yönetim Kurulu Başkanı Cem M. Kozlu dönemiydi. Malum Cem Bey kamuoyunda hayli popüler bir şahsiyetti. Gazeteler dolaşılacak ve özellikle köşe yazarlarına konu ile ilgili THY görüşü anlatılacaktı. Hepimize uygun geldi. Sn. Kozlu bu ziyaretlerin seçilecek üst yöneticiler tarafından yapılacağını, zira kendisinin şirketteki geçmişinin uzun olmadığını ve ülkede YK seviyesindeki atamaların siyasi iktidar tarafından yapılmış olduğu cihetle, kamuoyunca eski tepe yöneticilerin daha güvenilir bulunabileceği görüşünü paylaştı. Gidip uzun süredir çalıştığınız şirketinizin görüşünü anlatın ve şirketinizi savunun dedi. Ve de sözcüler seçildi. Konuşma esnasında dile getirilmesi gereken hususlar belirlendi. Sözcüler gazetelere gitti ve konu anlatıldı. Sonuç başarılıydı. Cem bey haklı çıkmıştı. Her şeyi Liderden beklemek doğru değilmiş. Bu vesile ile onu da öğrenmiş olduk.
Tabii ki krizden fayda sağlamakta mümkün. Ancak iyi yönetilemeyen krizlerin taraflara böyle bir imkân hazırlaması mümkün değil. Bazı krizler ansızın çıkar ortaya. Bazıları ise bağıra bağıra gelir. Uyararak; haftaya falan gün geliyorum diyerek adeta randevu verip geleni ise yeni gördük. Bu tür kriz ilgiliye detay hazırlık yapma zamanı tanır. YA YAPMAZ İSE? Kriz noktalanınca sonuç ilgili kuruluşun amacına hizmet eder gibi görünse bile aldatıcıdır. Her ne kadar sonuç ile ilgili olarak hukuk karar verecekse de, kamuoyunun değerlendirmesi de bu konuda taraflar açısından bir o kadar önemli. Her şeye rağmen bu güne dek iyi yönetilemeyen, stratejisi kurulamayan bir krizde lehte bir sonlanma hiç yaşanmadı.
Krizle ilgili söylenebilecek çok daha fazla şeyin, değişik etkenlerin olduğu mutlak. Ancak konumuzda bu sürecin iletişim bölümünü irdelemeyi, çok yakında yaşanan olayda gördüğümüz aksaklıklara istinaden seçmiş bulunmaktayız.
En Kötü Senaryolara Göre Bir Strateji Belirleyin;
Olabilecek en kötü şeyleri düşünülmeli ve bunlara göre bir strateji seçmelisiniz. En kötüyü bulabilmeniz zor değildir. Düşünebilirsiniz. Bu konu önem sıralamasının başında yer almalıdır.
Kurum Sözcülerini Titizlikle Belirlemelisiniz.
Normal şartlardaki kurum sözcülüğü ile kriz sürecindeki sözcülük çok farklıdır. Konu hakkında basına ve kamuoyuna kimin / kimlerin bilgi vereceğini belirleyin. İki en fazla 3 kişiyi geçmeyecek sözcü ekibi: kuruluş adına en rahat konuşabilecek, yüzü yıpranmamış veya diğerlerine göre daha az yıpranmış, güven veren, fizik ve konuşması düzgün olan kurum mensupları arasından seçilmelidir.
Kriz Başında Sözcülerin Farklı Konuşmalarından Doğacak Zararı Telafi Etmek Çok Zor
Özellikle yaşananlar kuruluşunuza karşı bir güven krizi yaratmış ise / yaratacak ise tüm sözcülere kurumunuzun bu krize karşı duruşunu açıklayan bir metin, ( + soru- cevap) kısa bir not verilmelidir. Bu notu size veya kurumunuza yöneltilmesi muhtemel sualleri de dikkate alarak hazırlayabilecek vaktiniz olacaktır. Kurum sözcülerinin konuya aynı açıdan yaklaşmaları ve 3.cü şahıslara, kurum ve kuruluşlara konu ile ilgili bilgi sunumu esnasında kişisel yorumda bulunmamaları esastır. Böylelikle sözcülerden biri ( A ) anlatırken, diğerinin ( B )’ den bahsetmesi ve üçüncü sözcünün ise hepsinden farklı olarak ( C ) parkurunda koşmaya çalışması önlenmiş olacaktır. Güven duygusunun tesisi, konuşmaların inandırıcı bulunması hususları ile yakın ilişkili olması açısından bu husus çok önemlidir.
(*) Bu İki paragrafta mevcut şahsi bilgilerime ilaveten internet dosyalarından esinlenilmiştir.
( *) Kitabın önsözünden.
Bu Kitabı Okuyun: Konuştukça Batıyoruz.
APH’ da geçen hafta bir yazı yazmıştım. Bu yazıya gelen yorumlardan sonra iletişim konusundaki mevcut sorunumuzu daha açıklıkla gördüm ve daha doğrusu hatırladım. Bu konuyu tekrar ele almakta fayda var, ancak faydalanmak isteyen var mı dersiniz sualinin cevabı tek kelime. Yok..
Evet, sorun yalnız sektörün değil, ülkenin sorunu. Televizyonlarda siyasi yaşamımızın büyük aktörlerini görüp şaşırmamak mümkün değil. Milletin vekili bir diğeri için kabullenilmesi zor bir şey söylüyor Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden. Oturumu yöneten Başkan Vekili kükrüyor. Hemen sözünüzü geri alın. Konuşma yapan Milletvekili " Geri alıyorum" diyor. Ve konu kapanıyor. Bu geri aldım sözü hakarete uğrayanları nasıl tatmin ediyorsa.( ? ) Ben özellikle daha genç yaşlarımda hayli fazla konuşan biriydim ve de çalışma hayatımda bunun zararlarını da gördüm diyebilirim. İnsanın konuşmaya başlamadan önce düşünmesinin gerektiği açık. Düşünmeden söylediğimiz bir söz, yaptığımız bir hareket bizi giderilmesi imkânsız hatalara düşürebiliyor.
Ağızdan çıkan ve bilahare sözüm ona geri alınan söz, TBMM Genel Kurulunu bizzat izleyenlerin ve onları ekranda gören ve dinleyenlerin kulaklarında. Bir özürle o sözü kulaklarımızdan ve zihinlerimizden geri çıkartmak mümkün mü? Tabii ki değil. Bir ton hakaret dinliyoruz ekranlarda. İnsanlar bulundukları makam ve mevkileri unutarak, ağzından çıkana hiç dikkat etmeden konuşuyor. Yaydan çıkan ok nasıl geri alınabilir ki? Evet; kıraathane kavgası seviyesinde bir söz düellosu şark kurnazlığı motifleri ile bezeniyor ve sürüp gidiyor. Siyasileri bir kenara bırakalım. Onlar zaman zaman konuşmayı da bırakıp TBMM’ de birbirlerine tekme tokat giriyorlar. Sorunları işletişim kuramamak değil belli ki. Belki de iletişimin böyle kurulduğunu zannediyorlardır kim bilir? Vakıa aynı durum birçok ülkede var. Youtube’ da sanki bir spor müsabakası yayınını aratmayan diğer ülke meclislerinin görüntüleri mevcut. Ama onlarda hiç uçan tekme görmedim. Bizimkiler en azından daha atletikler. Bu kesin.
Ancak; biz bu güne kadar, hiçbir dönemde, konu ne olursa olsun en tepedeki saygıdeğer makama, Cumhurbaşkanımıza yönelik ağır hitap şekli kulaklarımızda bu kadar rahatsız edici bir şekilde çınlamadı. Konu R. Tayyip Erdoğan’ın şahsı değil. Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı. Tabii ki Cumhurbaşkanımızın da konuşmalarında sarf ettiği sözleri ve bir takım şahıslara yakıştırmalarla sesleniş şeklini de kendisinden önce bu görevi üstlenmiş olan Sn. Cumhurbaşkanlarından hiçbir şekilde duymadık. O makam başka. Keşke Cumhurbaşkanlığı en tepede, en yukarıda bizim bildiğimiz yerde, partiler üstü olarak kalsaydı ve bunlara şahit olmasaydık.
Evet; “ 2000’li yılların başında bir kitap yayınlandı. “ Konuştukça Batıyoruz “ Dr. David Stiebel bir yandan konuştukça meselelerin nasıl içinden çıkılmaz bir hal aldığını örneklerle anlatırken, öte yandan da nasıl davranılması gerektiğini ortaya koyuyor. Yanlış anlama ve anlaşmazlık arasındaki ince çizgiye dikkat çekip, anlaşmazlıkların üstesinden gelinebilmesi için, okurlara her zaman kullanabilecekleri yeni bir yol öneriyor:
Stratejik iletişim yöntemi.
Konuştukça Batıyoruz; yaşadığımız anlaşmazlıkları çözebilmemiz için, öncelikle bir strateji geliştirmemiz gerektiğini ve bu stratejiyi kendi durumumuza uygun olarak nasıl geliştirebileceğimizi gösteriyor ve konuşmalarda yaşanan sorunları mizahî bir dille ortaya koyarken, stratejik çözüm yolları da öneriyor. (**)
Özetle, herkesin akşam kurgulayıp sabah ifade ettikleri bir dönem yaşıyoruz. Gırtlak 9 boğum sözü raflara kalkmış. Şaşırtıcı olan ise; insanların kendilerine sual olarak geri dönebilecek ve de cevaplamakta güçlük çekecekleri konuları bile hırsla dile getirmekten kaçınmamaları.
Birisiyle, herhangi bir konuda anlaşmazlık yaşıyorsunuz. Saatler süren konuşmalardan sonra, birbirinizi oldukça iyi anladığınızı düşünüyorsunuz ama çözüme bir adım bile yaklaşamadığınızı fark ediyorsunuz. Bazen, bırakın çözüme yaklaşmayı, olaylar dallanıp budaklanıp, iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Konuşuyoruz. Daha çok konuşuyorsunuz Ve de genellikle “ Konuştukça Batıyoruz. Peki; yanlış nerede? Yanlış, yalnızca karşılıklı konuşarak ve birbirimizi daha iyi anlayarak bütün problemlerin üstesinden gelebileceğimiz şeklindeki yaygın kanıya saplanıp kalmamızda. Konuştukça Batıyoruz" bu yaygın kanıya meydan okuyor. Bir yandan konuştukça meselelerin nasıl içinden çıkılmaz bir hal aldığını örneklerle anlatırken, öte yandan da nasıl davranılması gerektiğini ortaya koyuyor. Yanlış anlama ve anlaşmazlık arasındaki ince çizgiye dikkat çekip, anlaşmazlıkların üstesinden gelebilmemiz için, bize her zaman kullanabileceğimiz yeni bir yol gösteriyor. Stratejik iletişim yöntemi. (**)
Her ne kadar yaşadığımız örnekler ile net bir şekilde bağdaşmasa da,” İletişim kopukluğu çağımızın en yaygın hastalığı. Karşı karşıya kaldığımız pek çok olayda, sık sık kendimizi açıkça ifade edemediğimizi, anlaşılamadığımızı ya da yanlış anlaşıldığımızı düşünmüşüzdür Konuştukça düzeleceğini sandığımız işler çok kez daha da kötüye gitmiştir.
Daha önce kaleme aldığım yazımda paylaşmıştım. Diyojen’e bir insanın akıllı olup olmadığının nasıl anlaşılacağını sorarlar. Diyojen'in cevabı net ve tek kelimedir. 'Konuşmasından' Kendisine yöneltilen ikinci soru ise ‘ Ya hiç konuşmaz ise?’ olur. Cevap nettir ve de bu cevaptan kim kendine nasıl bir ders çıkartır bilemem. ‘O kadar akıllı olanı henüz dünyada yok’. Evet, konuşmak, hele hele düşünerek konuşmak bir sanattır.
Yorumlar Tüm Yorumlar (15)