Eskileri karıştırırken 2012 yılında yayınlanan bir yazımın içinde insanları tarifleyen bir bölüm gördüm. Okudum, bir daha okudum. İnsanı bu kadar güzel tarif eden bir yazıyı benim yazmış olduğuma inanamadım. Ancak alıntı yapmış olsam veya bir başka metinden esinlenmiş olsam da mutlak o yazıyı kaleme alanın ismini ifade etmek gibi bir huyum da var. Bir tek 2012 yılı notum var yazının altında. Yaşlılık herhalde hatırlayamadım. 09 Ekim 2017’ de Airporthaber’de yayınlanan “ Çoğumuzun İnsan Görünümüne Aldanmayın “ başlıklı ve de 11 ve 18 Eylül ile 28 Ağustos tarihli insanı konu alan yazılarımdan sonra bu anlatımı da sizlerle paylaşmak istedim.
Ortaokul ve Lise tahsilimiz sırasında öğrenmiş olduğumuz üzere sıvı, maddenin iki ana halinden biri. Belli bir şekli yok. Bildiğiniz üzere, sıvı madde, içine konulduğu kabın şeklini alan bir akışkan. Ve bir şekilden başka bir şekle hemen girebiliyor. Sıvı molekülleri, sıvı hacmi içinde serbest hareket eder. Sıvının hacmi, onun sıcaklık ve basıncına bağlı. Bilindiği üzere sıvılar
İletkendir. Ancak iletkenlikleri içlerine konulan maddelere göre değişiklik arz eder.
Katı maddelerin belirli şekilleri vardır. Akışkan değillerdir. Bazıları esnektir, sıkıştırılabilir. Ayrıca küçük taneli katılar bulundukları kabın şeklini alır. İçinde bulundukları kabı bir sıvı yardımı olmaksızın doldurmaları mümkün değil. Bunların tümünü hepimiz biliriz. İlim ve bilim bir şeyi atlıyor. Düşünebilen varlık diye isimlendirebileceğimiz insanın maddenin katı ve sıvı halinin özelliklerini taşıdığını, taşımak bir tarafa o özelliklerin insanın karakter denilen yapısında en çirkin hali ile bulunduğunu ve de sık yaşanan vesilelerle açığa çıktığını söylemek mümkün.
Yeryüzünde içinde girdiği kabın şeklini en süratle alan "düşünebilen varlık” İnsandır. Bir şekilden başka bir şekle en süratle dönüşebilen, düşünme güdüsüne sahip canlı varlık yine insandır. Esasen iletken olup iletkenlikleri içine konulan maddelere göre ve de özellikle maddeyi koyan şahsa göre değişen ve de özellikle içine o maddeyi koyan etkin şahsa uygun hareket etmeyi ve iletkenliğini ayarlamayı meziyet addeden "düşünebilen varlık insandır". Belirli bir şekilleri olup, sıkıştırılabilir ve esnek olmalarına karşı akışkan olmayan ve de küçük tanelerinin arasına sıvı ilave edilmeden, bulundukları kabın şeklini alamayan katı maddenin özelliklerine sahip olan düşünebilen varlık yine "insandır" Tuz, şeker vb. Bir kaptan diğer bir kaba aynen sıvı maddeler gibi aktarılabilirler. Bu da demektir ki bazı ince katı maddelerde, konuldukları kabın şeklini alırlar. Bu maddelerin belirtilen sıvı özelliğine sahip gibi görünmelerinin nedeni çok çok küçük taneciklerden oluşmalarından öte değil. Bu noktadan hareketle tabiatta kendini en fazla küçültebilen düşünen varlığın insan olduğunu söyleyebilmek mümkün. Ve de ister katı, ister sıvı madde halinde, her ne halde olursa olsun içine konuldukları kabın şeklini alma kabiliyetine sahip insanlar. Küçük kaba sığmak için gerektiği kadar küçülürler. İnce ve uzun bir kaba sığmak için yerle bir, gerekirse çizgi olurlar. Sonuç olarak cansız bir maddenin iki halinin de özelliklerini üzerinde toplayan ve de şaşırtacak bir süratle her kalıba girebilen "düşünebilen varlık " insandır. Bu saydığımız özelliklerle " düşünebilen " kelimesi ne kadar uyumsuz kaçmış değil mi? Buradaki özelliklerin hepsi doğru. Hepsi bire bir uyuyor insana. Anlatımda tek bir yanlış var. O da “düşünebilen” deyiminin kullanımı.
SN. AHMET HAKAN ÖRNEĞİ: Aşağıda geçtiğimiz haftalarda yine başka bir yazısını köşemde misafir etmiş olduğum Sn. Ahmet Hakan’ın bir yazısını göreceksiniz. Bu yazıyı köşeme almamın hiçbir politik tarafı yok. Kaldı ki yazıda konu edilen Sn. Belediye Başkanı ( Bu satırları yazdığım saatte halen görevinden istifa etmemişti) sempati duyduğum biri de olmayıp Sn. Hakanın yazısında konu edilen insanların tutumları benim anlatmak istediğimden de farklı değil. İşte biz insanlar böyleyiz.
SN. BEKTAŞ AZİZOĞLU İNSAN DENİLEN MAHLÛKU ŞÖYLE ANLATIYOR. “Bir bakıyorsun dün methiyeler düzdüğü kişilere karşı amansız düşman kesilebiliyor. Dün sövüp saydığı kişiye ne akıl almaz methiyeler düzüyor. Bir bakıyorsunuz en yakınında olan canı, ciğeri olarak kabul ettiklerinin korkunç ihanetlerine uğramış. Dün seni çok seviyorum, senin için canımı bile veririm. Sana bir şey olacağına bana olsun diyerek kendisini feda edebileceğini ifade kişinin amansız bir düşmanı oluvermiş. ( Ç.Ö Bunun tersinin siyasi yaşamda birçok örneği halen var.) Dün kendisi güçsüz, hep başkalarına muhtaç iken kendisine yapılan haksızlıkları sürekli tenkit edip, eline imkân geçtiğinde kendisinin böyle hatalar yapmayacağını söyleyen kişi “ o fırsata “ kavuştuğunda her nedense eski yaşadıklarını hiç hatırlamaz ve hatta kendisine yapılanların daha fazlasını yapar karşısındakine. ( Ç.Ö İş yaşamında bunun onlarca örneğine rastlamanız mümkün ) Dün omuz omuza birlikte birçok sıkıntıyı birlikte yaşadığı dostlarını bir yerlere ( makamlara ) gelince hiç tanımaz, görmez bile.”
Kendisine, çevresine bu denli düşman başka bir canlı daha var mıdır bu dünyada? İnsanın kendisi, hemcinsleri ve de kâinat için bu denli tehlikeli ve zararlı olduğunu gösteren yaşanmışları bir düşünün hele.
SN. HASAN KAYA’NIN KONUYA YAKLAŞIMI: Bu yazı için düşünürken İzmir’ de oturan Hasan Kaya isimli, okumaya ve yazmaya meraklı, hayli geniş bir ilgi sahasına sahip güzel bir kalemin satırları ile tanıştım. Ve Sn. Kaya’yı “ daimi takip edeceğim insanlar” listeme aldım. Kendisini takip ederek çok şey öğreneceğime eminim. Sn. Kaya’ nın insan ile ilgili görüşlerinin bir kısmını aşağıda sizlerle paylaşıyorum.
“ İnsan var olan canlılar içinde en garip olanıdır. Son derece karmaşıktır, bir biri ile çelişen birçok özelliği bir arada taşır. İnsanı hiç bir canlı ile karşılaştıramayız, kendine özgü özellikleri vardır. En temel özeliği her zaman kullanmasa da düşünme ve üretme yetisidir. İnsan sadece ortaya koydukları ile garip değildir. O aynı zamanda kendisiyle ilgili ortaya koyduğu düşünceleriyle de garip olmayı becerir. Kendisini yerin dibine batırabileceği gibi göklere de çıkarabilir. İnsanı yücelten sözlerin tümü insana aittir. İnsanı yeren, aşağılayan sözler de öyle… Aynı şeyi eylemleri için de rahatlıkla söyleyebiliriz. Derdine derman arayan insan, bilime sarılabileceği gibi hacıya hocaya da koşar, muskalar, nazarlıklar takar. İyilik eden, iyilik arayan insan, en katmerli zulmü yapandır. Kıskanç, haris ve kendini düşünen olduğu kadar cömert, paylaşan ve koruyup kollayandır. Adaleti bulan, adalet isteyen, adaletsizliği yapandır insan. İnandığı bir şeyi kanıtlamak için yalan söyleyebileceği gibi en akla hayale sığmayan şeyleri kabul eder veya inanandır o.İnsan kendine yalan söyleyen, kendisini kandıran tek canlıdır. Bilmediğini bilir gibi yapar, hem aklı ile övünür hem de on paralık yararı için aklını, yüreğini devreden çıkarabilir, egosuna yenilir. Kendisine kullanmadığı aklını başkasına akıl vererek kullanır. Omuz silkip giden de odur nasihatler, öğütler veren candan bezdiren de. İnsan günün sorunlarıyla baş edemediğinde tarihe sığınır, geriye, tarihin karanlıklarına kaçan bir asker gibidir, hem kaçar hem zafer şarkıları söyler.”
Evet; biz bir insan olarak, yukarıda sıralanan bu çirkin durumlara düşmeyiz dememiz normal. Evet, düşmeyiz. Başka bir deyişle şayet düşünebiliyorsak düşmeyiz bu durumlara. Ülkede olanı bitenler, şehirlerimizde yaşanan olaylar, iş yerlerimize hâkim olan yapı ve de tüm bu düzensizlikte başrol oynayan insanlar gözümün önünden geçiriyor.
Galiba etrafımızda düşünmeyenler / düşünemeyenler çoğunlukta. Ne dersiniz?
Yorumlar