“Yıl 1976.
Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışı yapılmaktadır.
Türkiye'nin o tarihteki Suudi Arabistan Büyükelçisi Necdet Özmen de tesisin açılış törenine katılanlar arasındadır.
Türk Büyükelçisi Necdet Özmen konuşması sırasında;
"Bu ilk tuzdan arıtma tesisi…" ifadesini kullanır kullanmaz, Fransız Büyükelçisi oturduğu yerden ayağa kalkarak seslenir.
- "No sör," der. "Bu ilk tuzdan su arıtma tesisi değildir."
- “Öyle mi?” der bizim büyükelçi. Hemen ardından da, “ilki hangisidir?” diye sorar merakla…
- "İlki Osmanlıların yaptığıdır", der Fransız elçi.
Şaşırır Türk büyükelçisinin kendi ecdadının yaptığı işlerin farkında olmamasına.
Fransız Büyükelçi daha sonra Necdet Bey'e okusun aydınlansın diye bir kitap hediye eder. Kitabın adı "Bir Arap Kentinin Portresi: Cidde" başlığını taşımaktadır. Kitapta Osmanlıların Cidde'de yaptığı ilk denizden tatlı su arıtma tesisine ait resim de yer almakta ve resmin altında şu satırlara yer verilmektedir:
"Modern deniz suyu arıtma tesislerinin öncüsü olan bu kondansatör Türkler tarafından yapılmış olup, onlarca yıl Cidde'ye mütevazı miktarda içme suyu sağlamıştır. Bu tesis 1940'lara kadar faaliyette kalmış, Fatıma vadisinden getirilen su Cidde'ye ulaştığında sökülerek kaldırılmıştır."
Yukarıdaki hadiseyi yıllar evvel bir gazetede okumuş ve kupürünü saklamıştım.
Biz gelelim gazetedeki haberin ayrıntılarına…
Nasıl çalışıyordu?
Haberde yer verildiğine göre, Osmanlılar tarafından 1800'lerin sonuna doğru kurulan bu tesis bir ihtimal şu şekilde çalışıyordu:
Deniz suyu önce kazanlarda kaynatılıyor, oluşan buhar borularla soğutulmuş kazanlara aktarılarak damıtılıyordu. Tuz sıcak kazanın dibine çökerken, diğer kazana aktarılan buhar iyi suya dönüşüyor, ardından da kitapta resmine yer verildiği gibi araba çeken binek hayvanlarıyla şehre taşınıyordu.
Afrika çöllerine su…
Milliyet gazetesinin haberinde yer verilen örnekler bunlarla da sınırlı değil.
Necdet Özmen 70'li yıllarda Suudi Arabistan büyükelçiliği görevini yürütürken, zaman zaman Kızıldeniz'in öteki yakasına geçerek Somali Başbakanı'yla da sohbet etme fırsatı bulmuş. O sohbetlerden birinde:
"Ben Berbera kentinde doğdum" demiş Somali Başbakanı.
"Biliyor musunuz, bizim kentimizin su şebekesi Osmanlılardan kalmadır.
Osmanlılar Mısır'ı zapt edince Somali'ye mühendisler yollayarak bizim kentin su şebekesini yaptırmışlar. Hala o şebekeyi kullanıyoruz. "
Aynı kitaptan öğrendiğimize göre, Cidde'ye dışarıdan ilk suyu getiren de yine Osmanlılar olmuş. Cidde'nin 11 kilometre ötesinde iki kuyu açmış Osmanlı mühendisleri… Oradan 3.5 kilometresi tünel, geri kalanı boru ile Cidde'ye su aktarmışlar. Cidde'de El Veziriye çeşmesinden işte bu su akarmış.
Gazete şu satırlarla bağlamış haberini:
Elimize tesadüflerin ulaştırdığı bir kitaptan bu kadar bilgi çıkartabiliyoruz.
Bir takım kahramanlık menkıbelerine takılıp objektif belgelerine uzanamadığımız tarih, kuşkusuz bize ait daha pek çok bilgi saklıyor dağarcığında.
Tarihi tüm gerçekliğiyle yakalayamadığımız için kimlik ve benlik arayışımıza paralel su arayışı da sürüyor.
Umut artık yağmur dualarında…
Nerden nereye geldik?
Asıl çarpıcı cümleleri ise Necdet Özmen ifade ediyor:
"Susuz günlerde ara sıra deniz suyunun tatlı suya dönüştürülmesi gündeme geldiğinde, "efendim pahalıya mal olur" gibi sızlanmalar dışında bir bilgi çıkmıyor. Belli ki bugün değil böyle bir tesisi kurmak, işin teorisini ve maliyetini tartışacak bilgiye sahip kadrolarımız dahi yok.
Zaten olsaydı, bidon devrinden musluk devrine atlamakta bu kadar zorlanır mıydık?"
Prof. Dr. Osman Özsoy
http://blog.milliyet.com.tr/daha-ne-diyelim--yetmez-mi-/Blog/?BlogNo=37315
-/-
'Uçak projemiz iptal edildi'
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/teknoloji/847807/_Ucak_projemiz_iptal_edildi_.html
Bu habere ne diyeceğimi şaşırdım.
Hollanda’ya 40 uçak satmışken fabrikalarımızı kapatıp, satıştan 40 sene sonra Hollanda’dan uçak alışımıza da benzemiyor bu haber.!
Şimdi bu haber üzerine çok şey söylenebilir, kişi ve kurumlar yerilebilir, kızanlar olmuştur, sevinenler belki olmuştur ama işin aslını zeka ve mantık çerçevesinde düşünmemiz gerekir.
Biz hiç doğru soru sormadık ki?
5 yaşında bir çocuğa sorsanız;
“Sana uçak alayım mı?” diye, cevabı “Al.!” olacaktır.
Oyuncakçıya gittiğinizde de göreceksiniz ki oyuncak uçak çeşidinden geçilmiyor.
Sahi ona hangi oyuncak uçağı alacaksınız?
Bizim durumumuz da aynı.
Bundan 25 sene önce Rusya seyahatimde, havacılığın nasıl geliştiği ve kullanıldığını görmüştüm. Askeri uçaklardan bahsetmiyorum.
Tu-154’ün yarısı yolcu koltuklu, yarısı koltuksuz olan uçaklarını da gördüm. Şehirler arası yük ve yolcu taşıyorlardı.
An-14 ile de köylerden kasabadaki pazara yolcu, yük ve hayvan taşıdıklarını da.
An-225 Mriya ile de ne istersen.! (Onu görmedim işte)
Burada önemli olan hava taşımacılığına ihtiyaç duyulması.
Buna karar verdikten sonra, hangi amaca yönelik? hangi ihtiyaca hizmet edecek? sorusunun sorulması.
Turbo-Prop’mu, Jet mi? Hangi menzile uygun? Yolcu mu, kargo mu? Hem yük hem yolcu mu? Kaç tonluk ve kaç kişilik?
Tüm bunlara kafa yormazsanız, gereken mühendisi de, teknisyeni de, yüklemecisini de, pilotunu da yetiştirecek eğitim kurumlarını kuramaz, dışarıdan aldıkların uçakları uçurabilecek pilotları, bakımını yapabilecek ve işletmesini üstlenecek eğitimleri vermek için yasasını dahi dışarıdan getirtmek ve uygulamak zorunda kalırsın.
Konu karar vermek olunca, mükemmel bir toplu taşımacılık olan raylı sistemin tüm alt yapısını kurar, sonra da lastik tekerlekli Büs’lerle yolcu taşımaya çalışırsın.
IGA’da olup bitenlerden ise hiç bahseden yok. Dünya çapında müteahhitlerimiz, nerede ise işlerini bitirecekler ve biz övüneceğiz yaptıkları ile. Peki kim işletecek ve nasıl işletilecek? Tamam, dışarıdan “know-how” aldılar da, yabancı mı çalıştıracaklar? Deneyimli, işi bilen bir kişi olsa aralarında, duyardık. Ne de olsa 50 senedir havacılıkla ilgiliyiz.
Allah IGA’yı korusun…
“It is better to know some of the questions than all of the answers.”
James Thurber(1894 - 1961)
Yorumlar