KAPSAMINDA BÖLÜCÜ, AYRIŞTIRICI, POLİTİK DOKUNDURMALAR BULUNAN YORUMLARA SAYFAM KAPATILDI. Geçtiğimiz hafta APH’ de sizlerle paylaştığım bir görüşümü tekrarlamak istiyorum. Şimdiye kadar Airporthaber yönetiminin de öngördüğü üzere kapsamında hakaret, iftira, küfür vb. unsurlar olan yorumlar editörlerce yayınlanmıyordu. Son yazımda karşılaştığım nahoş yorumları paylaşarak bunları kaleme alanların sesi olmama konusundaki kararımı gerek APH satırlarında ve gerekse Facebook sütunlarında takdirlerinize sunmuştum. Dolayısı ile bundan sonra muhteviyatında bölücü, çalışanları ayrıştırıcı unsurlar ile gereksiz siyasi dokundurmalar bulunan yorumların da Çetin Özbey köşesinde yayınlanmayacağı hususunu tekrarlamakta fayda görmekteyim. Bu tür yorumlar yazma alışkanlığında olanların yazılarımı okumamasından ayrıca memnuniyet duyacağımı da bilgilerinize sunuyor, bu konuda anlayış göstereceğinize inanmak istiyorum. Saygılarımla
GELİN, ÖNCE KENDİMİZİ YARGILAYALIM. Geçen haftaki yazımın konusu ve gelen yorumlar beni çok etkilemişti. Yazıda anlatmaya çalıştıklarıma rağmen yine de bazı okurlardan yalnış anlaşılmaya çok müsait yorumlar aldım. İçlerinde yolculara hakaret eden çalışanları hoş görmek gerektiği gibi saçmalıklarda vardı. Yapım itibarı ile münakaşadan / tartışmadan kaçan bir insan değilim. Buna rağmen verdiğim tüm cevapları aşağıdaki sesleniş ile noktalıyorum. Umarım anlaşılır. Konu insani duygularınıza ve vicdanınıza havale edilmiştir.
Hepimiz biliriz ki, bedenimizin bilmediğimiz bir yerine bir “Yargıç” bulunur..
Kimi kalpte oturduğunu söyler, kimi ise onun adresini daha yukarılarda olarak tarifler. Yargıca en güzel mekânı ise bir küçük sofa beyinde, bir bakla oda ise kalbinde yer ayıranlar vermiştir.
Adı mı?
Bu seçkin kiracımızın adı “ Vicdan” dır.
Sizinki de, benimki de, başkalarının ki de hep aynı isimle çağırılır.
Çatık kaşlı, kırmızı yakalı cübbesi olan, elindeki tokmağı “ karar “ deyip masaya vuran bir yargıç mı bu vicdan dediğimiz? Bilinmez. Gören yok ki tarif etsin.
Yargıç, duygusal oluşumları, beynin mantık fonksiyonu ile yoğurup bizi sorgular ve de gün boyu yaptıklarımızı yargılarken, gece aniden uykudan uyanırız bazen. Ona neyi, neden yaptığımızı anlatırken, arada bir rahatsızlık hissettiğimiz olur. Bakarız ki ya yastık ıslanmıştır terden, ya da atlet sırılsıklamdır.
Yaptıklarımızdan ötürü vicdanımızın bize uygun gördüğü mahkûmiyet kararını irdeleme hakkımız pek olmaz? Zira yaşamda bedenimizde misafir ettiğimiz bir üst yargıç yoktur.
Vicdanın bize uygun gördüğü ceza ise genelde aynı fiili tekrarlamamak olur.
O bizi bizi bu kez tepeden, yukarılardan gözlemler. Ceza uygulaması sürecindeki tutumumuzu görmek için.
Yargıcın, vicdanın bu görevi, yaşam perdemiz kapanana kadar sürecektir.
Perdenin kapanmasından sonra, eğer yaşamdaki cezaları kabulleniş şeklimizde terslik yoksa cezaya konu olan fiili tekrarlamamak için gayret sarf etmiş isek, yüce yargıcın bizi ana mahkemede sanki avukatımız gibi koruyacağını söylüyorlar.
İçimizdeki bu yargıcın farkındaysak, onun mahkemesinde her gün kendimize hesap veriyorsak ve de yaptıklarımızdan ötürü kendimizi yargılıyorsak, insan olduğumuza inanabiliriz. Eğer aksi ise yargıçtan uzaksak, insanlıktan da hafiften uzağız demektir. Takdir sizin.
“TANRI BİZE İKİ YUVARLAK ORGAN VERDİ. BİRİ DÜŞÜNMEK, DİĞERİ OTURMAK İÇİN.” Başarı hangi yuvarlağın hangi durumda kullanılacağını bilmekle ilgili. Bunu da söyleyen Ann Landers. Evet; bir İşyerinde oturma organı İle düşünenler ortama hâkimse vah diğerlerinin haline:
Eski işyerimde oturma organı ile düşünenler mevcuttu. Şayet şimdi de etrafta benim bilmediğim, tanımadığım yerlerde halen varlarsa yeni türeyenler eskisi kadar başarılılar mı acaba? Sistem onları da eskiler gibi besliyor mu? Onların da içinin çirkinliği yüzlerine, fiziğine yansımış mı? Tesadüfen gördüğüm bir iki resimde boy gösteren eskilerin dışındakileri bilmiyorum. Aslında onları da fazla suçlamamak gerek. Bu o türün yaşam tarzı. Sorun yanlarında bunları bulundurma ihtiyacı hisseden besleyicilerde. Sistemin başındakilerde. Onlar bu ihtiyacı hissettikçe poposu ile düşünenler de hep sahnelerde kalacak ve tepedekilerin etkisi ile kurumda çınlayan zorunlu alkışları ciddiye almayı da sürdüreceklerdir.
“ZİRVEDE HEM YILANLAR HEM DE KARTALLAR BULUNUR, ANCAK BİRİSİ ORAYA SÜZÜLEREK DİĞERİ İSE SÜRÜNEREK ULAŞMIŞTIR. Önemli olan nereye gelmiş olduğunuzdan öte oraya nereden ve nasıl geldiğinizdir “ demiş Cenap Şahabeddin. Rahmetlinin bu sözü nasıl bir oluşumdan sonra söylediğini tabii ki bilemiyoruz. 1934 yılından önce yılan ve kartalın yükseliş şekillerini bu şekilde ifade ettiğine göre bundan 83 yıl kadar önce de ortamın farklı olmadığını düşünmek hata olmasa gerek.
“EĞİLE EĞİLE YÜKSELEN CÜCE KALIR “ sözü de deyişler sözlüğünün en dikkati çeken satırları arasında yer alıyor. Sağa sola bakın, bu iki sözü doğruluğunu belgeleyen örneklere etrafınızda mutlak rastlayacaksınız. Sırım gibi, upuzun boylu cüceler etrafınızda yok mu? Mutlak vardır.
Düşünmesini bilmeyen, olayları yan yana koyup süzgeçlemeyi beceremeyen uzun boylu görülen bu cücelerin zirvelerde olması bir yana, çalışanlarla ilgili karar verme yetkisine sahip olduğunu görmek ne kadar üzücü. Bir de bakıyorsunuz ki, işten uzaklaştırılmanız, işe devamınız, izniniz ve sosyal yaşamınız vb.. hayati önemi haiz konularınızın karar vericisi onlar. Evet, işyerlerimiz bunlarla dolu. Sürüne sürüne, eğile eğile gelmiştir onlar tepelere. Tırmanırken hayli gayret sarf ettikleri de bir hakikat. İki büklüm görünümlerini bozmadan yükselmek için epey uğraşmışlardır.
Etrafımızda bulunan bu türün örnekleri hangi konuda, ne zaman hangi yuvarlaklığın kullanacağını kesin unutmuşlardır. Belki de onların düşünmeye ihtiyaçları kalmamıştır. Kim bilir? Düşünmeye gerek duymazlar zira bir başkaları onlar için zaten düşünmektedirler. Onlara düşen ise yalnız ve yalnız “ Evet “ demektir, tabii ki iki büklüm bir konumda.
Aslında bu yazının örneklerle bezenmesinin anlatılmaya çalışanı daha çekici hale getireceği mutlak ama şirket ve isim vermeden bu küçültücü ve çirkin konuda geneli kapsarcasına seslenmenin doğru olmayacağı da açık. Aslında çalışanların büyük bir bölümü bu zihniyeti yakından tanıyordur. Buna şüphe yok. Yine de onların bazen “erkek taklidi yapıp “ oturmaya yarayan yuvarlaklıkları ile düşünmeye çalıştıklarını görebilmek mümkün. Özellikle güdücüleri uzakta olduğu ve onların yerine düşünme imkânlarının olmadığı zamanlarda. Sonucunu sormayın.
Vücudun tepe bölümünde bulunan yuvarlağın kullanılmamaktan ötürü artık süngerleşmiş başka bir deyişle işe yaramaz hale gelmiş olduğunu onlar hissetmez. Ama etraftaki çalışanlar bu oluşumu tüm zorluğu ile hisseder ve yaşarlar. Hani derler ya, vücudun tüm hareketlerini beyin yönetir diye. Bu ne kadar doğru bilemem. Görüldüğü kadarı ile bu örneklerde beyin denilen organ onları yalnız iki büklüm tutmaya yarıyor. Bu türün vücudu beynin bir tek bu emrini dinliyor.
Her neyse. Tanrının bahşettiği ikinci yuvarlak organ ile düşünen bu insanlar üst görevlere nasıl geliyorlar ve hükümranlıklarını nasıl sürdürüyorlar? . Bu görevlere gelmek için tepelere çıkmaları sürüne sürüne gerçekleşiyor. Aynen rahmetli Cenap Şahabeddin’ in ifade ettiği gibi. Tepelerin altında duran koltuklardaki hükümranlıklarını sürdürmeleri ise yukarıdakilere emir kulluğu yapmakla, yüz süre süre, önlerinde eğile eğile oluyor dostlarım.
Sakın sıkıntının salt bu organı ile düşünen yöneticilerden kaynaklandığını düşünmeyin. Bizlerle aynı seviyede çalışıp düşünme organlarının işlevini yitirmiş olduğu çalışanlar da var. Hem de küçümsenmeyecek kadar fazlalar. Allahtan bunlar çalışanlar ile ilgili karar verme seviyesinde değiller. Ancak yöneticileri diğerlerine karşı menfi yönden etkilemek için uğraşır, saçmalar didinir ve dururlar.
Allah hepimizi bu ikinci yuvarlak organı ile düşünen insanlardan uzak tutsun ve korusun.
Yorumlar Tüm Yorumlar (12)