Yeni nesil öğrencilerde birçok değişiklik fark edilmekte. Bakınca gördüğünüz- pantolonlar bollaştı, darlaştı, tekrar bollaştı – dışında olanlardan daha büyük bir değişimden bahsediyorum. Çocuklarımız bugünlerde odaklanmakta zorlanıyor. Giderek daha fazla öğrenci dikkat sorunları belirtileri göstermeye başladı. Ancak bu tanı, gözlemlenmemiş birçok çocukta da ortaya çıkmakta. Duygusal sorunlar ve kişilerarası sorunlarda, daha fazla öğrencinin diğer insanlarla başarılı bir şekilde etkileşimde bulunmasını zorlamakta.
Birçok kişi, bu değişiklikleri ya net bir açıklaması olmayan doğal bir olgu ya da okulların kendi uyguladıkları bir tavır sonucu olarak değerlendirmekte. Bu anlatılar yine de pek mantıklı değil. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu teşhisi konan çocuk sayısının hızla artmasının elbette bir nedeni var ve okullar, çocukların bu sorunlarla mücadelesi, on yıllar öncesinden çok da farklı değil.
Akademisyenler, test sonuçlarından akıl hastalıklarına ve rapor edilen mutluluğa kadar gençlerin başarısına ilişkin çok çeşitli ölçütleri inceledikçe, tüm bu oluşumların daha da kötüye gitmeye başladığı 2010 yılı civarı, bir dönüm noktası gibi görünüyor.
Örneğin, PISA verileri üzerine yakın zamanda yapılan bir çalışma şunu göstermiştir. Nerdeyse her ülkede test puanları 2010 yılı civarında düşmeye başladı. Bu tam da akıllı telefonların gelişip dünyada yaygınlaşmaya başladığı dönemi işaret etmekte.
Araştırmalar, telefonla konuşan öğrencilerin daha az not aldığını ve derste daha az bilgiyi akılda tuttuğunu, sosyal medya ve ev ödevi arasında daha düşük not ortalamasıyla ilişkili olduğunu, sınıfta çok fazla mesajlaşan öğrencilerin sınavlarda daha kötü performans gösterdiğini ve öğrencilerin dikkatini dağıttığını, telefonlarıyla konuşurken derse odaklanmakta zorlandığını, öğrenmelerini ve anlamalarını daha da zorlaştırdığını ve sınıf disiplinini bozduğunu göstermiştir.
Bir de “ezber” denilen sistemi düşünün. Yazılı metinlerin yaygınlaşmasından çok önce, sözlü gelenekler bilgiyi, hikayeleri, şarkıları ve ritüelleri korumak ve aktarmak için büyük ölçüde ezber ile yapılmakta idi. Tekrar, doğru hatırlama ve nesiller arası aktarımı sağlamak için bu gerekliydi. Antik kültürler, bu yöntemi bolca kullandılar.
Günümüzde elimizin altında sayfa adedi ve yazılmış ilk dili olmak üzere ne ararsanız mevcut. Üstelik bir çeviri değil 27 çeviri ile telefonumuzda hazır. Bu çeviriler arasında hangi sözcüğü yazarsanız mili saniyeler içerisinde telefonunuza dökülmekte bu bilgiler.
Bir de bundan 100 yıl öncesini düşünün. Kara tahta dönemini. Eğitim sistemimiz o günden bugüne köklü bir değişime uğradı. Kara tahta yeşil tahta oldu! Siyah önlük beyaz yakanın yerini sınıf ayrıştıran özellikler aldı ama bundan şikayetçi değiliz. Sorgulamamız gereken en önemli soru ise neden ezberin hala kalkmadığı, Türkçe okunmayı bırakın neden “Sakın, aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın!” (Lukman, 33; Fâtır, 5; Hadîd, 14) ikazına uyulmayıp, hala Arapça bilmeden surelerin ezberlenmesine devam edildiği. Neden okullarda hala kara tahta kullanarak düşünmeyi engelleyen ders içeriklerinin yaygınlığı ve sorgulamanın, tartışmanın ve en önemlisi neden 27 ayette 64 defa yinelenen ‘düşün-aklını kullan’ emirlerine uyulmadığı…
Artık biliyoruz ki çocuklarımıza telefonu yasaklayarak öğrenmenin önünü kesemeyiz. Dahası yasak ve yasaklar ile hiçbir hedefe erişimi engelleyemeyiz. Aklı ve bilimi ön plana çıkarmadan zamanı da yakalayamayız.
Einstein demişti ki; “Bilimsiz din kör, Dinsiz bilim ise topaldır”.
Bu nedenle insan soyunun gerçek ahlaki sınavı, onun merhametine bırakılmış olanlara karşı takındığı davranışlarında gizlidir. İnsanlar, anlam veremedikleri merhametsizlik karşısında çaresiz kalıp, insanlardan uzak durmayı tercih etmişlerdir genellikle...
Dünün hataları ile yarının umudu arasında bugün denen, muhteşem bir fırsat var.
Bugünü ziyan etme, yerinde, yeterinde ve akılcı kullan.
Yorumlar