11 Ekim 2021, Pazartesi
Servet BAŞOL
Servet BAŞOL [email protected]

Göç almak…

Jeopolitik rekabet, demografik dengesizlikler, siyasi çalkantı, ekonomik altüst oluş, teknolojik bozulma ve iklim değişikliği gibi eşzamanlı küresel riskler ve zorluklarla karşı karşıyayız. Bunlar paralel fenomenler değil. Aslında, birbirlerine yakınlar ve hatta birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışıyorlar ama birlikte ele olmak şöyle dursun, bu sorunların hiçbirine bireysel olarak yeterli küresel çözümümüz de yok. Ulusal düzeyde bile çok az hükümet, bu tür sorunlara hazırlıklıdır.

Tamamen geleceğe odaklanmayı, bu COVID-19 anını, bu büyük karantinayı, önümüzdeki 10, 20 veya 30 yılı, bir sonraki sorun olarak düşündüğümüzde göçleri, bir başlangıç noktası olarak ele alabiliriz. Gelecekteki demografik (insan) coğrafyamız ne olacak? Sekiz ya da dokuz milyar insanımız kendini dünyaya nasıl dağıtacak? Bugün bu değişimin üstesinden gelen, gelişen toplumlar nerede olacaklar? Teknoloji ve hareketlilik arasındaki ilişki, coğrafyaya bağlı olarak, oldukça önemli ölçüde değişmektedir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri'nde, Kanada'da, Birleşik Krallık’ ta veya Fransa'da profesyonel bir sınıf, herhangi bir yerden çalışmak ve potansiyel olarak doğaya yerleşmekten veya dijital göçebe olmaktan bahsedebilir. Ama dünya nüfusunun çoğunluğu için durum böyle değil. Asya ülkelerinde, hızlı mobil geniş bantta bile insanlar daha yüksek ücretler, daha iyi eğitim, hizmetlere erişim ve genel olarak daha iyi bir yaşam kalitesi için şehirlere gitmeye devam edecektir.

İnternetin dijital tedarik zinciri, yüz milyonlarca insan için ekonomik hareketlilik sağlıyor. Zaten bu hareketliliği çok iyi gerçekleştirdiği kanıtlandı. Hindistan'dan Filipinler'e, hiç tanışmadığımız düzinelerce insanı işe aldık ve onlara yerel olarak kazanacaklarından daha fazlasını ödedik. Uzaktan çalışma dünyasında, şirketlerin işe alım politikalarında bunu hızlandırmak için "coğrafya körü" olmasına izin veren, gözlerimizin önünde olanlardan daha fazlası var. Salgında geçen yılın başlarında, büyük bankaların ve profesyonel hizmet şirketlerinin Hindistan'da ofis alanı ve ortak çalışma alanı kiralamalarını fiyatlandırırken ücretleri arttırmaya başladıklarını ve dış kaynak kullanım alanlarını büyük ölçüde genişlettiklerini gördük. Bununla ilgili harika bir söz vardır, "Eğer işinizi herhangi bir yerde yapabiliyorsanız, o zaman herhangi bir yerde herhangi birisi de sizin işinizi yapabilir."

Milliyetçi bir dünyada yaşıyoruz. Ama milliyetçilik çağları, şimdi kitlesel göç çağlarıyla da örtüşmekte. 19. yüzyılın çoğu tam olarak böyleydi. Genellikle ahlaki yükümlülüklerin yerine getirilmesinde maddi çıkar mevcuttur ve neyse ki bu, böyle de olmaya da devam edecektir. Yüksek eşitsizliğin sonuna gelmiş bir dünya nüfusuna sahibiz. Pazarları genişletip pazar ölçeğine ulaşmak istiyorsak, insanlara teknolojileri getirmeli ve onların aktif vatandaşlar, tüketiciler ve çeşitli pazar yerlerinde katılımcı olmalarına yardımcı olmalıyız. Daha fazla göçe açık oldukça sağlam ve sürekli bir bağlılık sergileyen iki büyük ekonomi var. Biri bariz, diğeri daha az belirgin.

En bariz olanı Kanada. Son birkaç yıldır, gelen Kanada göçü önemli ölçüde artıyor. Her yıl en az 400.000 yeni göçmen hedefi belirlediler. Salgından hemen önce, bazı kısıtlamalar nedeniyle Kanada, Amerika nüfusunun onda birine sahip olmasına rağmen, ABD'den daha fazla Hint vatandaşını göçmen olarak kabul etti. Kanada, göç politikasına yönelik bu uzun vadeli bağlılığı gerçekten bir ekonomik politika olarak görüyor, aynı zamanda nüfusu gerçekten genişletiyor ve ekonomilerini çeşitlendiriyor.

Belirgin olmayan örnek ise, birçok insanı kültürel olarak tecrit edilmiş, yalıtılmış ve göçmen karşıtı bir ülke olarak görülen Japonya'dır. Bu doğru değil. İstatistiksel olarak konuşursak, yabancı nüfus o kadar da önemli değil; bununla birlikte, Japonya'da yaşayan üç milyon yabancı var. Bu hiç olmadığı kadar fazla. Japonya'nın her vilayetinde, aslında artan bir yabancı nüfus var ve yurttaş düzeyinde, iş düzeyinde ve hükümet düzeyinde, yabancıların işlerini yapmasına izin vermenin yollarını bulmak için de birçok girişim var. Ülkede yeni sakinler olarak daha sürdürülebilir katkı, daha geniş bir yelpazede yabancıların mülk sahibi olmalarına ve daha kalıcı oturma izni almalarına olanak tanıyorlar. Dolayısıyla, önümüzdeki yıllarda sistematik olarak Japonya'da artan bir yabancı varlığı görmeye devam edeceksiniz ve bu, hükümetin planladığı politikanın bir parçası.

Toronto ve Londra'dan Dubai ve Singapur'a kadar çok ırklı ‘eritme potalarına’ bakarsanız, bunların kozmopolit kimliğin merkezleri olduklarını göreceksiniz. Bilinen veya ufukta görünen böyle daha çok yer var. Berlin veya Almatı, Kazakistan'ı düşünün; Tokyo, Tiflis, Gürcistan’ı. Gittikçe daha fazlası var. Tabii ki, dijital göçebeler olarak ortaya çıkan veya işlerin yaratıldığı yerler ve yeni altyapı projeleri arayan gençler bir sonraki bu eritme potalarında olacaklar. Dolayısıyla, bu ve diğer merkezlerde gençlik ne kadar çok kümelenirse, bir kültür ve ahlak temelinde evrensel vatandaşlık (kozmopolitlik) o kadar baskın olur. Ancak bu vizyona gerçekten ulaşmanın tek yolu insanların yer değiştirmesine izin vermekle olur.

Parag Khanna  5 Ekim 2021

 

Bizde ise göç almanın tanımı bile değişik. Bizde kabul gören kıstaslar beceri, bilgi ve eğitim değil. Aslında kıstasımız sadece mezhep temelli. Ülkemize sağımızdan girenlere yer açmak için solumuzda eğitip sokağa saldıklarımız dışarı gidiyor. Garip bir döngü. Yeni ufuklar için düş kurmanın bile zorlaştığı bir dönemde modern yaşamın temel kavramlarından uzak, bilgisiz, meraksız ve görgüsüz olarak yaşamaya devam etmekten başka olanak tanınmamışların yaşamdan ne beklediklerini merak ediyorum. Bırakın kasabayı, şehir dahi görmemişlerin, hatta İstanbul gibi bir şehirde yaşadıkları halde deniz görmemişlerin mevcudiyeti, elbette ne tür sorunlara sahip olduklarının bile farkında olmayacaklar. Bunu bilmek bile bu toplumun geleceğini düşünenler için ıstırap vericidir.

Geçmişte tahta bavullarla gönderdiğimiz insanlarımızla hiç ilgilenmeden, arkalarında durmadan, onları yalnız bıraktığımız halde şimdi üçüncü nesil Türkler olarak ne kadar başarılı ve göğsümüzü kabartan vasıflı, yetenekli birer meslek sahibi olduklarını görmek, onlarla öğünmemiz, buradaki insanımızın da aynı başarılara imza atabileceğinin göstergesidir. Yeter ki insanımız istesin.

İçinde bulunduğumuz şartları başka ülkeler ile kıyaslamayı belirli bir bilgi birikimi, eğitim ve deneyime sahip olmadan yapabilmek zordur. Bu bilgiye sahip olanlar ise bu tür kıyaslamalardan kaçınır. Bu tür bilgiler arasında Tarih, Felsefe, Teoloji ve Teknoloji en önemlilerindendir.

Eğitimi gerilemiş ülkelerde kalkınma gerçekleşmez. Sanat geri plana atılırsa, yaratıcılık gelişmez. Yaratıcılığı hor görüp “başımıza icat çıkarma” diyenlerle üretim, hele son dönem atılımı olan “inovasyon” yenicilik akımı, yanımıza dahi uğramaz. Ne yan sanayi ne de ara sanayi ne de elleçleme, 4. nesil teknoloji ile uyuşmaz. Başka ülkeler meslekleri çeşitlendirip, eğitim planlarını bu tür yeni meslekler üzerine kurmaktalar. Bu yeni meslek okullarından yetişenleri de mesleklerinin devamı olan yüksek okullara alarak çağ atlarken bizler, yeni doğan çocukların %5’i üstün nitelikli olarak doğmuş iken, onları 12 sene eğitip bu oranı %2.2’ye düşürdüğümüzü görmezden gelerek kimseyle yarışamayız.

Liseyi bitiren bir öğrenci, mutlaka bir meslek sahibi olarak liseyi bitirmeli. Sanayi ve teknoloji hakkında, ekonomi ve sanat hakkında bilgi ve görüş sahibi olmalı, mutlaka ama mutlaka bir yabancı dil bilmeli. Yabancı ülkelerde çevrelerinden dışarı çıkma, daha ilk okul zamanında fırın ziyareti, itfaiye gezisi, spor antrenmanı vs.. gibi gezilerle başlayıp, lise bittiğinde bırakın başka şehir gezmesini, an az bir yabancı ülke görerek çeşitlendirilmekte. Buna bizler görgü diyoruz. Gören kişi ise sorar, araştırır, merak eder ve hayal kurar, ufku genişler.

Bu günkü isimleriyle Makedonya, Yunanistan, Suriye, Libya, Fransa, Mısır, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Sırbistan, Almanya, Avusturya ve Filistin görmüş olan bir Mustafa Kemal, bu dediklerime en büyük örnek. Uluslararası isim yapmış Türkler de elbet çevrelerini genişleterek isimlerini duyurdular. Mersin’de doğan Mehmet T. Nane, içinde bulunduğu çevresinin sınırlarını genişletmeden 2022 yılından itibaren IATA Yönetim Kurulu Başkanı olacağını hayal bile edemezdi. Üstelik kuruluşundan 103 sene sonra IATA’nın ilk Türk başkanı olacak. Bizler için ne büyük gurur.

Tüm bu isimler örnek alınacak isimler. Bilgi, görgü, kültür ve sanat olmadan kişinin ne kendine ne yakın çevresine ne de ülkesine yararı olmaz. Örnek alın, gezin, görün, sorun, araştırın, merak edin ve yanlış yapın çekinmeden ama yanlışınızdan ders alarak. Bizde eski bir deyim vardır; “Gemisini kurtaran kaptan” diye. Kendinizi dar çevreden çıkarıp geliştirir ve eğitirseniz, sadece kendinizi değil, çevrenizi de kurtarmış olursunuz. Başka birilerine de örnek oldunuz mu, bu tavır dalga dalga yayılır ve özendirir, kurtardığınız sadece geminiz değil, sizinle birlikte gemide olan tayfalar da kurtarılmış olacaklardır.

Be yourself; everyone else is already taken.

Kendin ol; Başkaları zaten alınmış.

www.servetbasol.com

 

Göç almak…

Yorumlar

Ozan ~ 3 yıl önce
Bu harika yazı için teşekkürler

Yanıtla

Kalan karakter 1000

Yorum Gönder

Kalan karakter 1000