Havalimanları, dışarıdan bakıldığında çok önemli bir iş merkezi olarak bilinir. Havalimanlarında çalışmak, çalışanların dışındaki birçok kesim tarafından amiyane tabirle ‘İyi yere kapak attı’ ifadesiyle vücut bulur.
Peki gerçekten öyle mi?
Havacılık denince şüphesiz akla önce pilotluk ve kabin memurluğu geliyor. Bunun yadsınacak ya da kınanacak bir tarafı yok. Bir uçak kazasında eğer pilot öldüyse mümkün olduğunca hata pilotun olur, eğer pilot ve yolculardan kurtulan olduysa pilot kahraman olur. İşin teknik incelemesi henüz yapılmadan şirketlerin PR çalışmaları sonucu basın ve çeşitli kanallar aracılığı ile kamuoyuna böyle empoze edilir.
Evet, kaza havacılığın bir gerçeği. Ancak kaza dediğimiz olgu sadece uçak kazası olduğunda mı önem kazanır? Ya da uçak kazasının kavramsallaştırılıp başka kaza yokmuşçasına havacılığın tek sorunu olarak görülmesi ne kadar doğrudur?
Bir uçak kazasında can kaybının fazla olduğu aşikar… Ancak ‘küçük’ görünen kazaları art arda sıraladığınızda aslında bir uçak kazasından daha vahim hale gelmesi hiç mi göze çarpmaz?
Ya da bu kazaları önemsiz kılan mağdurların yolcu değil de personel olması mı?
Ses getirme şekli can kaybının anlık olarak yüksek olmasına mı bağlı, yoksa şirketlerin ‘maaş verdiği’ kişilerin bedel ödemesinin normalleştirilmesine mi?
Kârdan fedakârlık etmeyenlerin kurduğu sistemin altında ezilenler bu işin neresinde peki?
Sistemin yükünü çekip de ‘beğenmiyorsanız kapı orada’ sözlerini işitenler yükün ağırlığını mesai saatleri içerisinde mi çekiyor, yoksa ‘üstlerinden’ gördükleri psikolojik baskıyı göğüslerinde yumuşatamamaları esnasında mı?
Havacılık demek uçak demek, yolcu demek ve ekonomi demek. Tamam, buna itiraz eden yok. Peki yolcuyu rahat ettirme gayreti içerisinde olan ve bunu sık sık basınla paylaşan şirketler ve yetkilileri, aynı rahatlığı ya da en azından huzuru personele sağla(ya)madıklarında sistemsel ‘kurguyu’ kiminle paylaşacaklar? Gece eve gidip başını koydukları yastıklarına mı? Hiç sanmam…
Havalimanlarında çalışmak… Aslında başlı başına bilmem kaç ciltlik kitap konusu. Bir dokun bin ah işit. Onlara sor anlatsınlar. Tabi sistemin dışında kalmayı göze alabilirlerse.
Mesele, yolcuyu rahat ettirirken bu gayretin içinde olanların mümkün olduğunca ezilmesi mi? Haklarının yok sayılması mı? Yoksa yoğun sezonlarda bütün bir günü yarım ekmek arasıyla geçiştirenlerin ve doğru düzgün dinlenmeye vakit bulamayanların işgüzarlığı mı? Belki de öyledir ne dersiniz?
Gece 3’te eve gidip ertesi gün ‘izinli’ olan personeli akşam 7-8-9’da tekrar mesaiye çağırıp ‘sen izinliydin dinlenmişsindir yoğunuz çık gel’ diyenlerin yolcuyu rahat ettirmekten başka bir düşüncesi olabilir mi hiç? Zira bu düşünce, izinli olması aralıksız 6-7 saat uyumasıyla eş değer görülüp sosyal hayatıyla zerre ilgilenilmediğinden belli değil mi?
Bir sistemdir almış başını gidiyor. Nedir yolcuyla çalışanı farklı kılan? Birinin para verip diğerinin o parayı alması mı? Çark ne peki? Sistemin bir dişlisi… Peki çarkı çevirenler verdikleri paranı karşılığında emek aldıklarının farkında mı? Canların gitmesi önemli mi? Önemli elbette. Peki sadece bir tanesinin musibet olarak algılanıp bin nasihatten daha elzem olduğunun farkına ne zaman varılır?
KAÇ KAZA DAHA LAZIM?
Tahminen kaçıncı kazadan sonra ‘artık önlem alalım da can kaybı olmasın, uzuv kaybı olmasın, yaralanma olmasın’ teşhisi konulur? Sayısını bilelim de ona göre sayalım…
Sahi son aylarda kaç kez kaza yaşandı? Havalimanı içinde, havalimanı dışında. Peki biz bunların kaçını duyduk?
Servis araçları mesela; kaç kez kazaya karıştı son 4-5 ayda? Bunların kaçında bir sonrakinin önüne geçmek için bir set oluşturuldu? Bu döngü sizin kuramınız, peki can kimin canı araştırdınız mı?
Geçtiğimiz günlerde TGS’nin bakım atölyesinde yaşanan kazada ne oldu mesela? Gencecik bir insan hayatını kaybetti, bir kişi de yaralandı. İş kazalarında çalışanların hatası yok mudur? Elbette vardır. Hadi hep beraber bir istatistik tutalım, kaçında çalışan suçludur da kaçında çarkın dişlisi ‘HATALIDIR?’
İşçi, memur, şef, müdür, başmüdür, genel müdür yrd., genel müdür… Bunlar havacılıkta alıştığımız silsilenin bir bölümü… Ne oldu mesela, kime ne oldu? Bilen var mı?
Üst düzey bir yöneticinin ‘çalışanın canına mal olan bir cihazı burada görmek istemiyorum derhal değiştirin’ dediğini duydum bu kaza sonrasında. Ayrıca ailenin hiç yalnız bırakılmadığını ve yöneticilerin ellerinden geleni yapmaya çalıştığının da farkındayım. Ama çarkın rotası ne zaman değişecek?
Tek bir şirketi kapsamıyor bu yazdıklarım… Başta yer hizmetleri şirketleri olmak üzere havacılıkla ilgili şirketlerin hiç görünmeyen yerlerini gördünüz mü hiç? Yöneticiler mesela; havalimanlarının gidilmedik yerlerine gittiler mi hiç? 20 yıldır çalışan birine rastladılar mı, bundan yıllar önce o şirkette iş kazası sonrası bir uzvunu kaybeden, ya da o işi artık yapamayacak hale geldiği için masa başına oturtulan birini gördüler mi? Bunlara rağmen ‘şirketim beni kapının önüne koymadı çalışmaya devam ediyoruz’ diyen biriyle hiç göz göze geldiler mi?
İstisnaları ayırıyorum elbette… Ama her şeyiyle şirketine bağlı, erdemiyle tüm benliğiyle işini yapmaya çalışanlara en ufak bir şikayetinde ‘nankör’ yaftası yapıştırılması sistemin bir getirisi mi yoksa iş sözleşmesinin bir maddesi mi?
İnsanın olduğu her yerde hata ve aksaklık vardır, olacaktır ama aynı kazanın bir daha yaşanmaması için sistem ne zaman harekete geçer acaba?
‘Kâr’ın vicdanları rahatlattığı bir düzenin, kurgulanmış ve gerçeğe dönüşmüş olguların insan hayatından daha önemli olduğu bir döneme şahitlik ediyoruz hepimiz. Aksi halde ‘yastığa’ nasıl anlatırız derdimizi?
Yorumlar