Havacılık, tarihimizde her girişim, hep başladığı an bitirilmiş.
Hazarfen anında Cezayir’e sürülmüş (1626?).
Lagari Hasan Çelebi de anında Kırım’a gönderilmiş (1633?).
Of’lu Veli Dreko ise şanslıydı. Hükümet çalışmalarını durdurdu (1700?).
Yakın tarihi zaten biliyorsunuz.
Tüm bunlar, insanımıza şunu öğretti.
“Sana denileni yap, icat yapma!”
Hafızalardan silinmeyen o meşhur söz:
"Bu memlekete komünizm gerekiyorsa ve komünizm yararlı bir şeyse onu da biz getiririz, size ne oluyor?"
II.ci Dünya savaşı sonrası halk için biçilen görevin tanımı vardı.
“İlk Adım” yazımda o devirde nasıl bir itaat ve sadakat beklendiğini meşhur “Garcia’ya Mektup” konusunu anlatarak aktarmıştım.
Özetle, Elbert Hubbart'ın Garcia'ya Mektup adlı yaklaşık yüz sene önce "Philistine" adlı aylık bir derginin 1899 Şubat sayısında yayımlanan makalesi tarihin en fazla okunan makalesi olma özelliğini taşır.
Hubbart'in "Garcia'ya Mektup"undan etkilenen ilk kişi, New York Merkez Demiryolu İşletmesi yöneticilerinden George Deniels oldu. "Garcia'ya Mektup"u beş yüz bin adet bastırdı ve "Bu çavuşu örnek alınız" ön yazısıyla işletmenin tüm çalışanlarına dağıttı.
"Garcia'ya Mektup"un varlığı, kısa bir süre sonra Rus Demiryolları Genel Yönetmeni Prens Hilakoff'un kulağına ulaştı. New York Merkez Demiryolu İşletmesi çalışanlarından birinden sağlanan "mektup"un bir kopyasını okuduktan sonra Prens Hilakoff, bunun Rusça'ya çevrilmesini ve Rus Demiryolu Şirketi'nin tüm çalışanlarına dağıtılmasını emretti.
"Garcia'ya Mektup", demiryolu işçilerinden, Rus Ordusu mensuplarının eline geçti. Erler arasında elden ele dolasan mektubu Ordu Komutanları okuyunca, mektubun "resmileştirilmesine" ve tüm ordu mensuplarına dağıtılmasına karar verdiler.
Japonlarla başlayan savaş için cepheye giden Rus askerlerin tümünün üniformalarının ceplerinde "Garcia'ya Mektup"un bir kopyası bulunuyordu.
Japonlar, savaşta tutsak aldıkları Rus askerlerin tümünün ceplerinden çıkan "Garcia'ya Mektup"u görünce bunu ciddi bir incelemeden geçirdiler.
"Mektup" Japoncaya çevrildi ve bunun, "Tutsak alınan tüm Rus askerlerin ceplerinde bulunduğu" haberiyle birlikte Japon İmparatoru'na sunuldu. "Mektup"tan imparator da etkilendi ve birer kopyasının Japon Hükümetinin tüm üyelerine dağıtılmasını emretti. Tüm Japon Bakanlar, "Garcia'ya Mektup"u çoğaltıp, kendi bakanlık örgütünde görevli tüm çalışanlara gönderdiler.
Halk sormayacak, düşünmeyecek, kanaat edecek ve en önemlisi itaat edecekti.
Devletlerin halktan bekledikleri “hizmet” anlamında bu teğmen hep örnek gösterilmiş, itaatkâr olmanın fazileti ön plana çıkarılmıştır.
“Garcia'ya mektup götürecek kişilere gereksinimimiz var. Hem de en kısa sürede, her yerde ve her zaman...” diyerek, bizlerin düşünmeden, yaratıcılıktan uzak, verilen görevi yerine getiren ruhsuz birer köle olmamız istenmektedir.
Bknz: İlk Adım
Kendimi bildim bileli ortada hep bazı kurallar dolaşır ve kimse kafa yormaz.
Nerden çıktı bu, neden böyle, kim demiş? diye de sorgulamaz!
Belki sorgulanır diye 2008 Ocağında bir yazı yazdım. Hatta yazı bile değil, bir araştırma.
Hangi şirket ne yapmış, ne uyguluyor.
Okuyanlar oldu doğal olarak ama kimse üstlenmedi. Kimse neden? diye sormadı.
Çok basit. O kadar şartlanmışız ki, kural ile yasayı ayırt edemiyoruz, sadece öğrenmeye çalışıyor, uygulama için hiç kafa yormuyoruz.
Yazılması zorunlu olan El Kitaplarını bile “kopyala-yapıştır” yöntemi ile oluşturuyor, sadece yenilik ya da değişiklikleri ilave ediyoruz.
Bir Part-A, 900 sayfa kadar olabiliyor. Gavur! ise yazmış, nerden baksan en fazla 300 sayfa.
Daha 80’li senelerin sonu, 90’lı senelerin başı. Bir profesör, ilk Türkçe “Kalite” kitabında bir yöntem! olarak “Orijinal” damgası ve “Kontrollü Kopya” tabirinden ve nasıl kullanılması gerektiğinden bahsediyor.
Biz havacılar ise bunun nasıl olduğunu ve olması gerektiğini zaten biliyoruz
(Kalite’de “geçerli” olma şartı, 6 temel, 3 de tercih kuralı ile sağlanır.)
Yine de havacılığa geçiş yapan “taze” mühendisler, okulda da böyle okumuş olacaklar ki, bu saçmalığı havacılıktaki el kitaplarına da sokmaya çalıştılar. Elbette doğruyu öğrendiler ama o günler, düşünmeden yapılan yanlışların, uygulamaların nedenlerini gizleyemedi.
Araştırmayan, sorgulamayan ve en kötüsü üzerinde “düşünmeyen” bir nesil şu an çoğunlukta.
Sadece Kur’an da 64 ayet “aklını kullanma ve düşünme” üzerinedir.
Peki aklımızı nasıl kullanmalıyız?
Bilgi, yaşamdaki en değerli, ama bir o kadar da en tehlikeli kavramdır.
Bu güne kadar buluşların hepsi “insanlığa armağan” olarak ortaya çıkmış ve/fakat insanlığın sonunu da hazırlamaktan geri kalmamıştır.
İşte sırf bu nedenle “bilmemek mutluluktur” deyimi kullanılmaktadır.
Mutluluk aslında bilmemek değil, sorumluluktan kaçmanın tanımıdır.
Bilen kişi doğru karar verebilir ama bunun da gözle görülmeyen zararı vardır.!
“Acele karar vermeyin.
Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının.
Karar; aklın durması halidir.
Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.
Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar.
Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.
Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.
Bir kapı kapanırken, başkası açılır.
Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”
Lao Tzu
Gelişmek tehlikeli olabilir de olmayabilir de. Bu tamamen kişiye bağlıdır.
Kişi ise, neyse o dur.!
Olduğun gibi görün. Ve göründüğün gibi ol
Sevmiyorsan eğer... Sever gibi yapma
Çevrene önerilerde bulun
Asla hükmetmeye kalkma
İnsanları yargılarsan
Onları sevmeye zamanın kalmaz
Apollon Tapınağı - M.Ö. ~300
Havacılığın gelişmesini engelleyenler, bizlerin göz yumması ile başarılı oldular.
“Devrim arabaları” filminde kullanılan şu söz, günümüzde bile hatırlanır.
“Türkiye de hiçbir başarı cezasız kalmaz!”
Bizler doğru eğitim ile düzgün kişilikli öğrenci yetiştiremediğimiz sürece mutlaka engeller önümüze çıkarılacaktır.
Bu nedenle Cumhuriyetimizin sağlam ve güvenli ellerde yaşaması, bilgi ile sorumluluğun getireceği mutluluğun paylaşımı ile çoğalacaktır.
İnsanları yargılama yerine sevmeyi öğrenmek ile öğretmeyi başarmalıyız.
Yorumlar