‘’Özgür istenç” diye bir kavram asırlar boyu hep tartışıla gelmiştir. Tüm düşünce ve eylemlerimiz, geçmişin ve doğa yasalarının belirlediği koşullara göre gerçekleşiyorsa, nasıl özgür seçim yapabiliriz?
Kendi seçimimiz sandığımız her şey sadece doğa yasalarının işleyişinin ve nedenler zincirinin bir sonucudur.
Sadece doğa yasaları değil, her tür ve cins yasaların oluşturduğu sonuçlarla sınırlı veriler arasından da özgürce seçim yaptığımızı sanırız. Aslında olan, önümüze konan sınırlı seçenekler arasından seçmemizdir. Triko atelyesinde çalışan bir genç kızımızın hedefi, vardiya şefini kendine bağlamaktır.
Beş sene öncesinden kabul edilen renk ve desen ile üretilmiş giysilerden seçme hakkınız her zaman vardır. Ama bu seçenekler beş sene öncesinden yaratılmış seçenekler olarak size sunulur. Bu gelişim şöyle seyreder; Moda tasarımcılarının öngörüleri ile beş sene sonrasının renkleri sıralanır. Boya üreticileri, bu kavramsal tonlar için gerekli temel renkleri tespit ederler ve ülkedeki iplik üreticilerine bildirirler. Böylelikle iplik üreticileri, ipliklerini hangi renklerde üreteceklerini bilirler. İplik renkleri belli olunca kumaş desinatörleri, hangi ton ve renk çeşitlerinde nasıl ve hangi desenden ya da düz renkte kumaş üreteceklerine karar verir ve üretmeye başlarlar. Ellerindeki kumaşların ton ve desenlerine göre modacılar, kendi giysilerini geleneksel ve özgün modellere yansıtırlar. Yeni sezon ürünleri tanıtılır ve sen de gidip özgür iraden ile o rengi seçersin!
Bunun yanı sıra, hiç gereksinim duymadığın halde sadece rengi ve modeline hayran kalıp satın aldığın herhangi bir şey, senin “ihtiyacın” değil ise, durup düşünmelisin. Çalışıyor isen, yazlık ve kışlık kaç ayakkabıya, kaç günlük giysiye ve kaç takım elbiseye gerek olacağına önceden karar vermelisin. Böyle bir planlama geleneği ve görgün yoksa, olay şöyle gelişecektir;
Benim bir araba alacak imkanım oluştu. Bu araba ile ailemi (eşimi, iki çocuğumu, eşimin annesini vs…) taşıyabilmeliyim. Gerektiğinde bagaja Buzdolabını koyup (station), tamirciye götürebilmeliyim. Beni geçen bir başka araba ile yarışabilmeliyim (spor). Dağa pikniğe gidip, yolda kalmamalıyım (4x4). Yazın yazlığa herkesi doldurup, yazlığa gidecek eşyaları da alabilmeli (SUV). İşim gereği mesleki takımlarım, arabanın bagajına sığmalı (Combi). Böylece beş çeşit araba tipi bir arada, tek bir modelde olmasını istemek hem olası hem de akılcı değil. Bu nedenle önce “ihtiyaç belirlemesi” yapmalısın.
Hiçbir eğitim evresinde sizlere bu öğretilmez. Aslında hiçbir eğitim evresinde gelecek için konuşulmaz, hedef tespiti ve gereksinimden bahsedilmez ve tek hedef gösterilir, o da sınavı geçmek, üniversiteye girmek, devlet memuru olmak, düzenli bir gelir için çalışmak, yaptığın iş ne olursa olsun o işi kaybetmemek vs…
Yaşantınızda hedefler yoksa, kendi geleceğinizi kendiniz yaratmıyor iseniz, geldiğiniz gibi gidersiniz. Aileniz yeti ve yeteneğinizi görmüyor ise, sizin bu yeti ve yeteneğinizin farkında olmanız önemli. Mühendis bir baba oğlunun da mühendis olmasını ister. Bu yanlış bir istek değildir ama babasının isteğidir. Oğul ise yeteneği doğrultusunda bir duvarcı, kaynakçı ya da tesisatçı olduğunda babası görecektir ki çevrenin en iyisi ve başarılısı olmuş. Yurt dışında meslekler arasında fark yoktur. Saygınlık kişiseldir. Bizde ise saygınlık, yaftalarla elde etmeye çalışılır çünkü kimse çocuğunda kişilik yaratmayı düşünmez. Çerçeveden çıkmasını istemez ve çıkmasın diye elinden gelen engellemeyi yapar.
Gelecek kurmak için plan yapmalısınız. Yeti ve yeteneğinizin yanı sıra ihtiyaçlarınızı da belirlemelisiniz. Çevrenizde yok ise, çemberi yarıp dışına çıkmalısınız. Eskiden Hindistan’da mahkumları hapishanelerde yatırmak yerine yurtdışına sürerlermiş. 1970 lerin sonunda Kıbrıs Dome Otelde tanıştığım Şef, eski bir mahkum imiş ve bunu bana o anlatmıştı. “Hindistan’da kalsam uluslararası mutfaklarda şef olmayı hayal bile edemezdim.” demişti.
İlerlemek ile ihtiyaç her zaman birlikte olmaz. Her buluş ilerleme olmayacağı gibi her ihtiyaç gerçekçi olmayabilir. Bunu dengelemenin tek yolu plan yapmaktır. Plan yapabilmek ise düşünce, bakış açısı, görgü ve istek gibi bazı bilindik nedenlere bağlı olsa da kıskanmak bile özel bir neden sayılabilir. Yeter ki çemberin dışına çıkın. Bulunduğunuz ortamı beğenmediğiniz ya da yeterli bulmadığınız için değil, kendi kişisel gelişiminiz için bunu yapmalısınız. Şunu unutmayın. Bulunduğunuz çevre, gördükleri kadar bilir. Okudukları gerçekçi gelmez. Görmenin farkı için çemberi kırıp köyden kasabaya, kasabadan şehre, şehirden bir başka bölgeye, bölgeden bir başka komşu ülkeye geçiş yapmadıkça anlayamazsınız. Eskiden minareden uzun bina mı olurmuş diyenler, şimdi o sözü hatırlamazken, İstanbul belediyelerinin çoğu, kendi belediye sınırları içerisinde oturanlar için “İlk defa denizi görecekler için gezi” tertip etmekteler. Toplumların yarattıkları yapay sınırlamalar, doğa ile ilişkilerin azalması hatta birçok yerde kesilmesi, sosyal yaşamın sekteye uğraması, hepimizi derinden etkilemektedir. Artık eskisi gibi tarım ve hayvancılık yapmıyoruz. İmece sadece anılarımızda kaldı. Sosyal olarak da çok geriledik, eğitim açısından da.
Plan, istenç, gereksinim gibi kavramları hiç kullanmadığımızı söyleyebilirim. Eğitim düzeyi ne olursa olsun, ’68 kuşağı sonrası eğitimli halk istemeyen hükümetlerin politikaları sonucu bugün bu hale gelmiş ve yapılmışı, bulunmuşu taklitten öteye gidemiyorsak, hep bize uygulanmış olan bu politikalar nedeniyledir. Plan nasıl yapılır, gereksinim neye göre nasıl belirlenir, istenç ile yola çıkılır mı gibi soruların yanıtını bilmeyen eğitimcilerin bunları sizlere aktarması düşünülemez. Görgü, önünüzdeki bir örnekten edinilir. El öpme ritüeli buna bir örnektir. Başka kültürlerde göremezsiniz.
Mantık ve Felsefe derslerinin kaldırış nedeni düşünce yapınızın gelişmesinin istenmemesidir. Bugüne kadar ezber ile kıskanılası üniversiteleri bitirmiş kimleri gördük. Verim ise hiç önemli değil şu sıralar. Biat tek şart.
Mantık (dilin gerçekliği ifade etmedeki doğru kullanımı) insan olmanın temel yeterliği olan aklın ve bu kabiliyeti kullanmak anlamındaki akıl yürütmenin daha iyi yapılmasını sağlar. Hukuk, siyaset, gazetecilik, eğitim, tıp, işletme, bilim, matematik, bilgisayar bilimi ve diğer birçok alanda gerekli olan analitik düşünmeyi (parçalarına indirgeyerek inceleyebilmeyi) geliştirir. Bilgimizin sınırlı olduğu alanlarda bilgi parçalarından bilinmeyen parçalara ve bütüne dair çıkarım yapabileceğimiz sav ve dil kullanım şemalarını mantıktan edinebiliriz. Haklı ve gerçeği bilen biri olsak bile diğer insanlara bunu mantık ilişkileri ile anlatamadığımız sürece düşüncemizin bir yararı olmayacaktır.
Felsefe; insanı insan yapan ve bir hiç olmaktan kurtaran araştırma ruhunun, anlamlandırma, yorumlama ve değerlendirme etkinliğinin, önemli sorular sorma ve onlara ciddi olarak cevaplar arama özelliğinin, erdemli olma ve mutlu yaşama talebinin, kısacası bilgeliğe ulaşma özleminin en hakiki ifadesidir. Felsefe, insan olarak varoluşumuzun anlamıyla ilgili bazı temel soruları ele alır. İçimizden her birinin bu temel, büyük felsefi sorular üzerinde düşünmesinde, varoluşumuzu anlamlandırmak bakımından büyük etkisi vardır. Sokrates; “incelenmemiş, sorguya çekilmemiş bir hayatın yaşanmaya değer olmadığını” söyler.
Eğer sizin sorgulamanız istenmiyorsa size Felsefe, düşüncelerinizi doğru bir biçimde karşınızdakine aktarmanız istenmiyorsa size mantık ya okutulmayacak ya da tanıtılmayacaktır.
Bu şartlarda plan, istenç, gereksinim gibi kavramlardan uzak, çevreniz gibi ve kadar yaşayarak birilerine hizmetle ömrünüzü tükettiğinizin farkında bile olamayacaksınız.
Fârâbî’nin şu ifadeleri dikkate değerdir:
“Felsefe ancak yetkin ayırt etme ile gerçekleştiğine ve yetkin ayırt etme de ancak bilgisi araştırılan her konuda kavramaya ilişkin zihin yetisinde gerçekleştiğine göre, doğru kavramaya ilişkinin yetinin bunların hepsinde önce bizde oluşması gerekir.”
Eğitimin önemi ve aklın devreye girmesi, sorgulama ve ayırt etmenin ancak ilgili bilgilerin araştırılması ile gerçekleştiğine yaptığı vurgu önemlidir. Zaten Farabi, buradan da Mantığa bir geçiş yapacaktır.
Günümüzde akademik felsefesinin ana dalları arasında; varlığın ve gerçekliğin doğasını en temel seviyede inceleyen metafizik, bilginin ve inancın doğasını inceleyen epistemoloji, ahlakı inceleyen etik ve doğru akıl yürütmenin kurallarını inceleyen mantık bulunur.
Plan, istenç, gereksinim gibi kavramlar ancak kişilik sahibi kimselerin ilgisini çeker ve bu kavramlar ile akıl arasındaki bağ, kalıcı ve yararlı kararlar verip, verimli ve üretken bir yaşam sürmenize neden olur.
René Descartes'in sözü de çokça yinelenir:
“Akl-ı selim, dünyada en iyi dağılmış olandır; zira herkes ondan nasibini iyice almış olduğunu sanır. Hatta her konuda zor memnun edilebilen kişiler bile sahip oldukları akıldan fazlasını istememektedirler.”
Bizde de “Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını almış”, sözü yaygındır. Akıl ile ilgili atasözlerinin ne kadarını anımsar ne kadarını akılda tutarız bilemem ama “işleyen demir pas tutmaz” örneği, aklımızı sürekli kullanmalıyız. Doğru ve yerinde kullanabilmek için de Felsefe ve Mantığa gerek duyacağınız kesindir. Okullarda öğretilmiyor ise de merak duyup kişisel gelişiminiz için ilgilenin, okuyun, araştırın ve işte o zaman plan, istenç ve gereksinim kavramlarını doğru ve yerinde kullanarak kişilik sahibi olup başarıya ulaşacaksınız.
“Knowing yourself is the beginning of all wisdom.”
“Kendini bilmek, bilgeliğin başlangıcıdır.” – Aristoteles
230522
Yorumlar