Eskiden eğitimli olmanın ne kadar çok gerekli olduğuna inanır ve bu fikri savunurdum. Sonraları bu inancıma kabuğunu çatlatarak dışarı çıkmayı ekledim. Evinden sokağa çıkmayı, sokaktan mahalleyi gezmeyi, mahalleden köyü bilmeyi, köyden kasabaya gitmeyi, kasabadan şehri fethetmeyi, şehirlerden sonra da başka ülke ve insanlarını görmenin insan ufkunu nasıl genişletip yeni ufuklar açtığını herkese anlatmanın önemine inandım.
Yaşadıklarım ve gördüklerimin anlamını fark etmem ise biraz zaman aldı. Özgürlüğe olan inancım, bir ’68 kuşağı olarak sonsuzken daha ilk ülke dışına çıktığımda gördüklerim beni ikileme düşürmeye yetmişti. Paris’in Saint-Michel tarafındaki kahvelerin hemen hepsinde Che Guevara’nın o siyah silueti olan afişler ilgimi çekmişti. Ankara’da hemen her yerdeydi bu afişler. Kalabalığın tek bir itaatkar grup olarak hareket etmesini sağlamak için gerçek doğalarını ortaya çıkaran ince kalıpları ve benzerlikleri görmeye başlamıştım. Tüm bu simgeler bilinçsiz düzeyde birleştirildiğinde anlam kazanıyor. Renkli devrimlerin beyinleri bunu çok iyi biliyorlar ve bu simge sanatını durmaksızın mükemmelleştirdiler.
Sembolizm, bu amaca ulaşmak için en güçlü araçlardan biridir. Şaşırtıcı derecede benzer isimlere ve daha da benzer logolara sahip devrimci siyasi örgütler defalarca ortaya çıktı. Neredeyse darbenin vuracağı ülkeleri gösteren birer alamet gibi (Arap Baharı size bir şey hatırlattı mı? Ya da BOP Eş Başkanlığı?).
Eğitimli birisi olarak yurtdışına çıkmanın da ötesinde, başka bir kültürde, başka bir ülkede yaşamaya başlayınca da ruhunuzda yer etmiş olan o meşhur ’68 kuşağı duyguları birer birer yok oluyor. Nasıl olmasın? Senelerce bir ayakkabı imalatçısı arkadaşıma getirdiğim Ars Sutoria Magazine’i Milano’da yaşamaya başlayınca gördüm ki dünya ayakkabı modasına yön veriyor. Her sene Şubat ayında yapılan Milano Moda Fuarı ise, 5 sene sonra hangi rengin moda olacağına karar verenlerin toplandığı fuar. Ben mi ne yapıyorum? Elbette ben de 5 sene sonra onların benim için belirleyip sunduklarını renk ve tonları arasında seçme özgürlüğümü, sonuna kadar kullanıyorum.!
Tüm bunları bir araya getirince şunu görüyorsunuz?
Sizi yönetenler, zevkinizi, yaşam tarzınızı, alışkanlıklarınızı, neyi yiyip neyi içeceğinizi, neyi nasıl nerede ve kiminle giyeceğinizi dahi size hissettirmeden yapmanızı sağlayan ve bundan çıkar elde eden bir sistem var. Bu sistem sadece sizle değil, ülkelerle de ilgileniyor.
Nazileri yenmek için İngiltere ile birlikte ittifak yapan Birleşik Devletler ve Sovyetler Birliği ülkeleri, Soğuk Savaş başladığında trajik bir şekilde düşman oldular.! (Neden acaba?)
ABD ile SSCB arasındaki siyasi ve askeri gerilim dönemi, insanlığı sürekli nükleer savaş tehdidi altında tutarak yaklaşık 45 yıl sürdü. Bu savaşta ABD, Ukrayna'nın önemini asla gözden kaçırmadı.
ABD istihbaratı, Sovyetler Birliği'ne karşı olası bir karşı istihbarat kaynağı olarak Ukraynalı milliyetçi örgütleri yakından takip etti. Kısa süre önce gizliliği kaldırılan CIA belgeleri, 1946'dan beri ABD istihbaratı ile Ukraynalı milliyetçiler arasında güçlü bağlar olduğunu gösteriyor.
Bandera ve diğer Ukraynalı Nazi liderleri, CIA'in saklanmalarına yardım ettiği Avrupa'ya kaçtı. CIA daha sonra Göçmenlik ve Vatandaşlığa Kabul Servisine Stephan Bandera ve diğer Ukraynalıları Sovyetlerden sakladığını bildirdi. 1945 ve 1946'daki Nürnberg davaları, faşist Almanya'nın siyasi, ekonomik ve askeri liderlerini adalete teslim etti. Nazizm’in korkunç yüzünü ve işledikleri suçları dünyaya ifşa etti, ancak Ukraynalı Naziler aynı kaderden kurtuldu ve hatta bazıları CIA tarafından hoşgörü ile karşılandı.
Stepan Bandera, şiddetli bir anti-semitik ve anti-komünist, 1941'de bağımsız bir Ukrayna ilan etti.
Alman müttefikleri böylesi bir bencillik eylemine kaşlarını çattı ve bu onu neredeyse tüm İkinci Dünya Savaşı boyunca hapse attı. Etkinliklere fiziksel olarak katılmayan Bandera, yine de ideolojisini başarıyla yaymayı başardı. Birçok bağımsız tarihçi, OUN milislerinin 1941'in sonunda Almanlar tarafından işgal edilen Ukrayna topraklarında 150.000 ila 200.000 Yahudi'yi yok ettiğini tahmin ediyor.
En kötü şöhretli ve korkunç katliam 29 ve 30 Eylül 1941'de Babi Yar Kiev'de gerçekleşti.
Naziler ve Ukraynalı milislerin bu iki günlük operasyonunda 33,771 Yahudi öldürüldü.
Ukraynalı isyancı ordusu ve Ukraynalı milliyetçiler örgütünün Bandera hizbi tarafından Alman işgali altındaki 1943 ve 1944 yılları arasında bu sefer Polonyalıların bu soykırımı, Mycola Lebed tarafından yönetildi. Valenia'da 35.000 ila 60.000 kişi ve Doğu Galiçya’da 25.000 ila 40.000 Yahudi, bu büyük etnik temizlik operasyonunun kurbanı oldu.
Peki Ukrayna, kendi arasında çatıştı mı? Elbette. Bakın nasıl.!
Ukrayna, 24 yıllık bağımsızlığında iki renkli devrim yaşadı. (Kardeş kavgasını renklendirdiler.!)
2004'te, Turuncu Devrim'in başlangıcına işaret eden insan kalabalığı Kiev'e akın etti. O zaman, Ukrayna bir kez daha iki gücün, Rus ve Batı hükümetlerinin savaş alanı haline geldi. Bu çatışmanın bileşimi, Kasım 2004'teki cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında gerçekleşti.
İki büyük aday, batı destekli Viktor Yuşçenko ve Rus eğilimli Viktor Yanukoviç, Ukraynalıların oylarını neredeyse eşit olarak paylaştı. Bu arada Viktor Yuşçenko'ya batı destekli demek abartı olmaz. Eşi Kateryna Yuşçenko, eski bir ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi ve Reagan döneminde Beyaz Saray'da çalışmıştı. Bölünme ise coğrafik çizgideydi. Geleneksel olarak Rusya'nın doğu Ukrayna'sı Yanukoviç'e oy verdi, Batı Ukrayna ise Yuşçenko'yu seçti. Açıklanan sonuçlara göre Viktor Yuşçenko, Viktor Yanukoviç'e yenildi ancak binlerce kişi buna katılmadı ve 22 Kasım'da Kiev’in meydanına geldiler. Haber şöyleydi;
"Ülkenin Seçim Komisyonu, Kremlin'in Viktor Yanukoviç'i kazanan olarak desteklediğini ilan eden dolandırıcılık raporlarını görmezden geldi."
NATO eski genel sekreteri Javier Solana gibi uluslararası politikacılar, taraflar arasında müzakereleri başlatmak için Kiev'e sık sık misafir oldular.!
Yuşçenko destekçilerine, Kiev'in merkezindeki hükümet binalarındaki işgali bırakmalarını asla söylemedi. Bu nedenle, önceki seçim sonuçlarının açıklandığı bir ay boyunca süren turuncu protestolarda şiddete başvurulmadı ama büyük karşı koymalarla gölgelenen seçim iptal edildi ve yeni seçimler yapıldı. Yeni seçimler ise, hiçbir şeyi değiştirmedi. (Bu size de bir şeyler hatırlatıyor mu?)
Şimdi yaşadıklarımı, duyduklarımı, gördüklerimi hatırlayınca, köyünden çıkıp Kore’ye giden askerlerimizden geri dönmeyenlerin ailelerine neler dedik devlet olarak? 35 yıl süren ve hala körüklenmeye devam eden kardeş kavgaları için nasıl renkli bir kılıf dikmişler farkında mıyız?
Anadolu hala bir zenginliktir. Etnik, kültürel ve bilimsel bir zenginlik. Nasıl kıydık birbirimize? Karaman Beyliğini sürüp, birkaç asır sonra karşımıza çıkan Başbakan Karamanlis (Karaman’lı) için nasıl bir tavır takınmıştık? Bizler daha 1975 senesinde ordumuz içine sokulan tarikatçıları fark etmemiş, hissetsek bile tarikatların o dönemdeki saygınlığı nedeniyle, o kişinin başarısı olarak algılamıştık.
En beğendiğim taraf ise, senin yapmanı istediklerini, sana kendi hür iraden ile yapıyorsun hissini yaşatmaları. Bunu becermeyi çok isterim. Bir düşünün, karşınızdaki biri, siz daha istemeden, siz ne istemişseniz onu yapıyor.
Şimdi, siyasette deneyimsiz bir komedyenin ABD desteği ile parti kurup, dizideki rolünü gerçeğe dönüştürmesinin ceremesini Ukraynalı dostlarımız ödemekte. Zelenskiy, 2015'te Halkın Hizmetkarı adlı televizyon dizisinde Ukrayna cumhurbaşkanını canlandırdı. Dizide canlandırdığı karakter, bir viral videoda yolsuzluk karşıtı açıklamalar yaptıktan sonra cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan otuzlu yaşlarında bir lise tarih öğretmeniydi. Bu diziden edindiği sempati ile politikaya geçmesine bir diyeceğim yok. Ne de olsa Hukuk Fakültesi diploması var. Bu durum ise, bu tür yerlere gelmenin diploma ya da diplomasızlıkla alakasının olmaması. Konu gelip gelememek de değil. Asıl konu, geldikten sonra ne yapacağın. Aslında basit.
Önce orduyu devre dışı bırakacaksın. Sonra Hukuk’u yok edeceksin. Eğitim, sağlık ve ekonomiyi yerle bir edeceksin. Sonra tarım ve en son Kültür ve ortak değerler. Rusya bunu bildiği için kaçış koridorları hazırladı. Neymiş efendim, rahat kaçabilsinler.! Nereden biliyor kaçacaklarını? Çünkü gördü ABD güdümünde bir ülkenin düşürüldüğü durumu. Biz yaşadığımız için çok iyi biliyoruz bir ülkenin başkaları tarafından istila edilmesinin ne demek olduğunu. Elbette kabul edilebilir bir durum değil bu. Üstelik her kim olursa olsun. Acı deneyimlerimiz oldu. Ülkemizi korumak için verdiğimiz şehitlerin arasında aydınlarımız da vardı ve onları kaybederek gelişmemizi zora soktuk. Ülkede doktor kalmamıştı nerede ise. Şimdi ise elimizde kalan bir avuç kıymetli aydınlarımız için “giderlerse gitsin” demenin dayanılmaz hafifliğini yaşıyoruz.
Türkiye, II. Dünya Savaşı’na katılan ve katılmayan ülkeler arasında fiyat artışı ve hayat pahalılığı açısından ortalama % 363 oranıyla birincidir. Türkiye'yi % 203 fiyat artışı ile Hindistan izlemektedir. Savaşa girmemesine karşın Türkiye'nin fiyat artışlarında ilk sırada olması, savaşın hayat pahalılığına olan etkilerini ortaya koyması dikkat çekicidir.*
* İrfan Bülbül, “İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’de Sosyal Hayata Olumsuz Yansımaları”
Peki bundan ders aldık mı? İnsanımızın gücünü ve bilgisini arttırarak güçlü bir ülke yaratabileceğimizi bilmiyor muyuz?
Bu dönemde Ukrayna örneğinin önümüze gelmiş olması, bizim için bir şans.
Görmek isteyen gözler için ve doğal olarak ülkesi ve vatanını düşünenler için büyük bir şans.
Ödünç alan, özgürlüğünü satar.
Alman atasözü…
Yorumlar