Aslında bu hafta için “Havalimanlarımızdaki VIP hizmeti istismarının 2. bölümünü yazmıştım. Ancak, modern devletimizin 101. Kuruluş yıldönümü nedeniyle her zamankinden daha fazla sahip çıkmamız gereken milli birlik ve beraberliğimizin tecellisi “Cumhuriyetimiz” konusunda yazmaya karar verdim.
Başlıkta “bayram” kelimesini özellikle kullanmadım. Çünkü, öyle bir dönemece geldik ki; sadece bayramını değil, Cumhuriyetin kendisini kutlamamız, kutsamamız, koruyup kollamamız gerekiyor. Zaten bu yılki bayram kutlamalarını da bahaneye bakıyorlarmış gibi yine iptal ettiler.
Çünkü, yıllardır içine düşürüldüğümüz haset, hamaset ve husumet çukurunda, bir 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızı (yıl dönümünü) daha bir yandan gurur, diğer yandan endişeyle idrak etmek durumundayız.
Çünkü, yıllardır örülen haset-hamaset-husumet tuzağında, birbirine yabancılaşan, yabancılaştıkça karşısındakini anlayamayan, anlamak istemeyen ve bu nedenle giderek düşmanlaşan bireylerden oluşan bir toplumda yaşıyoruz.
Çünkü birileri, bu ötekileşmenin, kamplaşmanın kendileri açısından tutarlı bir siyaset olduğunu düşünüyorlar ve yıllardır aileleri bile bölme, kardeşi kardeşe düşman etme pahasına, toplumdaki bütün farklılıkları sürekli kaşıyorlar; milli ve kültürel değerlerimizi sürekli istismar ediyorlar.
Çünkü, on yıllardır zihinlerinde besleyip büyüttükleri hasetle, din istismarı odaklı örgüt ve cemaatlerde topladıkları cahil insanları organize eden, kültür ve inanç farklılıkları üzerinden düşmanlaştıran bu birileri, 101 yıldır besledikleri kinleriyle övünüyorlar.
Çünkü bunlar, Atatürk’e ve kurucu önderi olduğu Cumhuriyete, Osmanlı saltanatına son verip yerine Cumhuriyet rejimini kurduğu 29 Ekim 1923’ten beri bitmek bilmez bir kin besliyorlar.
Çünkü on yıllardır, kamu imkanlarına ve kaynaklarına hükmedemedikleri için fakir olduklarını, fakir bırakıldıklarını, hak ettikleri payı alamadıklarını düşünüyorlardı. Söylüyorlardı. Daha doğrusu, kolay yoldan zengin olmak istiyorlardı.
İktidara geldikleri günden beri, büyük bir aç gözlülük ve hışımla, hak hukuk dinlemeden, gerektiği yerde bütün kuralları ihlal ederek ya da kendi çıkarları doğrultusunda defalarca değiştirerek, kin besledikleri Cumhuriyetin birikimlerine, kadrolarına çöktüler.
Doymak bilmeyen para, mal mülk hırslarını bir türlü tatmin edemediler ama haksız zenginleşme yolunda, kısa zamanda, çok başarılı oldular. Çünkü oluşturdukları düzende, olabilecek en büyük kötülük ittifakını kurdular. Kurabildiler.
Çünkü, ülkemizde, bunlarla aktif ya da pasif iş birliği yapmaya hazır çok ciddi bir potansiyel varmış. Bu potansiyel maalesef zannettiğimizden, düşündüğümüzden de büyükmüş. Bu ülkede ahlaki ve etik prensipleri olmayan ama lafa gelince çok çağdaş, çok dürüst, çok Atatürkçü olduğunu söyleyen ne çok müptezel ne çok korkak varmış! Son 22 yılda bu acı gerçeği de görmüş, anlamış olduk.
Cumhuriyete ve kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk’e yıllarca kin beslediler. Bu kinlerini önceleri kendi aralarında, gizli mahfillerde fısıldıyorlardı. Artık onlardan hesap soran yok ve bindikleri demokrasi tramvayında, yıllardır ezberledikleri hezeyanlarını alenen kusmaktan geri durmuyorlar.
Tarihçi diye referans aldıkları Rıza Nur, Necip Fazıl, Fesli Kadir gibilerin hakaretleri, iftiraları, racon kesmeleri ve “yalan söyleyen tarih utansın” kabilinden saçma sapan, mesnetsiz klişelerinden beslenen bu Cumhuriyet düşmanları, kıraathane ağzıyla söyledikleri “ataput, beton Mustafa, ayyaş,” vb. çirkin sözlerle yıllardır Atatürk’e ve Atatürkçülere hakaret edip, gerçek entelektüel seviyelerini de ortaya koydular.
Yazının giriş bölümünde hamaset kelimesini de kullandım. Asıl bağlamından koparılarak, demagoji anlamında kullanılan “hamaset” bunların en çok müracaat ettikleri argüman. Hitap ettikleri cahil kesimlere hamasi nutuklar atarak, en bariz ve somut gerçekleri bile bu söylemlerle saptırarak, bastırarak, kuru gürültüye getirerek, toplumu uydurulmuş gündemlerle oyalıyorlar artık.
Artık, tamamen yalan ve iftira içerikli söylemleriyle milli ve kültürel değerlerimizi alabildiğine istismar edip karalıyorlar. İşin vahim tarafı da hala arkalarında ciddi taraftar desteği buluyorlar. İçine düşürüldükleri sefalete rağmen, taraftarlık iç güdüsüyle istismarcıları desteklemeye devam ediyor, bu kalabalıklar. Bu zavallı çelişkinin tarihi ve sosyolojik sebeplerini açıklamaya çalışmak, bu yazının boyutunu aşar elbette. Bu nedenle bu bahsi geçiyoruz.
Ancak, şunu kabul etmek gerekiyor. Cumhuriyet, bu kişileri eğitememiş. Onurlu bireyler olmaları yolunda bilinçlendirememiş. Maalesef bu bağlamda, yüzyıl sonunda geldiğimiz noktada, ciddi bir başarısızlık olduğunu kabul etmek lazım. Bu kişiler, Cumhuriyetin okullarında metazori öğrendikleri çağdaş bilimi, hukuku, ahlakı özümseyememişler. Evlerine, mahallelerine gidip; on yıllar boyunca dinci, yobaz ezberler yapıp, mürit olmuşlar. Birey olamamışlar.
Yıllardır sinsi sinsi kendi aralarında fısıldayanlar, kin biriktirenler, artık kendileri gibi düşünmeyenlere, onları eleştirenlere ve karşı çıkanlara, hiç düşünmeden hain ve terörist yaftası yapıştıracak kadar da pervasızlar. Çünkü, dürüst ve tutarlı olmak gibi bir ahlaki/etik kaygıları ve kapasiteleri yok.
Sonuç olarak ve maalesef, husumet evresindeyiz artık. Ele geçirdikleri mutlak saltanatı, iktidara gelirken faydalandıkları demokratik yöntemlerle devredecek gibi durmuyorlar. Çünkü, hayal bile edemeyecekleri zenginlik ve ihtişama kavuştular. İşin vahim tarafı bu konfora fena alıştılar. Pozisyonlarını asla terk etmek istemiyorlar. Diğer yandan, haksız elde ettikleri bu zenginliğin “haydan gelen huya gider” misali ellerinden uçup gitmesinden de çok korkuyorlar.
Şimdilik hesap vermiyorlar ama, günü geldiğinde hesap vermekten çok korkuyorlar. O kadar çok suç işlediler ki; hesabını veremeyeceklerini biliyorlar. Bu yüzden, kendi mahallelerini, birçoğu mütedeyyin ama tehlikenin farkında olmayan vatandaşlar nezdinde yaydıkları husumetle tahkim edip; hesap gününü geciktirmeye, unutturmaya çalışıyorlar.
Ben Cumhuriyetimizin 101. yıl dönümünü idrak ettiğimiz bu günlerde, bir yandan işlenen bebek, çocuk ve kadın cinayetlerinin, diğer yandan yolsuzluk, hırsızlık, vb. suçlardaki azami artışın adeta kanıksandığı, bazı faillerinin malum siyasi ve dinci odaklar tarafından korunup kollandığı; giderek artan adam kayırmacılık ve liyakatsizlik odaklı kadrolaşmalar sonucu adalet, eğitim ve sağlık alanları başta olmak üzere kamu kurumlarındaki bozulma ve çürümenin ayyuka çıktığı bu günlerde bile ülkemizin ve milletimizin geleceği adına ümidimi muhafaza ediyorum. Etmek istiyorum.
Çünkü Cumhuriyetin kurucu iradesi de 101 yıl önce, tıpkı böyle bir yozlaşmanın içinden dimdik ayağa kalkmıştı. Bu nedenle, makus tarihimizdeki bu döngüyü yüzyıl öncesinden ön gören kahraman kurucu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konudaki vasiyetini, yani “Gençliğe Hitabesi” ni bu yıldönümü vesilesiyle bir kez daha okumanızı tavsiye ediyor ve son cümlesini aşağıya alıntılıyorum.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Yorumlar