Bundan önceki yazılarımızda, Hava Trafik Kontrolörlerinin haklı taleplerinin verilen sözlere rağmen hala karşılanmadığını ve sorunun çözülmediğini belirtmiştik. Nihayet geçtiğimiz hafta olumlu bir açıklama duyduk. Ama söz verenlerden değil, haklarını talep edenlerden.
Açıklamada süreç içinde yaşananlar özetlenip, verilen sözlerin tutulması, haklı taleplerin karşılanması doğrultusunda, DHMİ üst yönetimince hazırlanan nihai tasarının kısa sürede TBMM gündemine taşınacağı ve yasalaşacağı müjdesi verildi.
Bu vesileyle, açıklamada yer verdikleri “Ulaştırma emekçilerinin hakları için çalışmaya, yeni kazanımlar elde etmeye devam edeceğiz. Ulaştırma Memur-Sen varsa kazanım vardır, emek mücadelesi vardır, umut vardır. İyi ki Ulaştırma Memur-Sen var!” cümleleriyle, kendilerini övmeyi de ihmal etmedikleri görüldü.
Ancak yapılan açıklamada, hazırlanan bu son tasarının, haklı öneri ve talepleri karşılayıp karşılamadığı konusunda detay bilgi verilmedi. Onun yerine başta sayın Ulaştırma Bakanı olmak üzere herkese peşin peşin teşekkür etmişler. Umarız dereyi görmeden paçaları sıvamamışlardır.
Umarız hazırlanan bu son tasarı, beklenti ve ihtiyaçları karşılıyordur. Ancak, daha önce yaşanan tecrübeler iyimser düşünmeyi engelliyor. Nitekim, birkaç hafta önce SHGM tarafından çıkarılan yeni yönetmelik, karamsarlığı artıran gelişme oldu.
Çünkü, Hava Trafik Kontrolörlerinin, seyrüsefer hizmetlerinin DHMİ çatısından ayrılarak, idari ve mali bakımdan özerk, ayrı bir kuruluş şeklinde konumlandırılması ve tazminatlarının ödenmesi beklenirken, SHGM den yeni bir düzenleme gelmiş ve HTK-SEN tarafından, bu düzenlemeye tepki gösteren bir açıklama yapılmıştı.
Açıklamada, SHGM tarafından yayımlanan “Hava Trafik Kontrolörü Lisans ve Derecelendirme Yönetmeliği”ne göre ‘trafiği yeterince hızlandırmazsanız lisansınızı iptal ederiz’ tehdidi altında çalışma zorunluluğu getirilmiştir” denilmişti. Sendika açıklamasında, bu maddenin havacılığın temel ilkeleriyle çeliştiğini ve hem yolcuların hem de hava sahasında faaliyet gösteren tüm unsurların güvenliğinin doğrudan riske atıldığını vurgulanmıştı.
Ayrıca Sendika yaptığı açıklamada, bu düzenlemenin geçen yıl gerçekleştirdikleri “inisiyatif almadan çalışma” eylemine tepki olarak yapıldığına inandıklarını belirtmişti. Uluslararası normlara aykırı olduğu ve havacılıkta emniyeti ikinci plana düşürerek havacılık güvenliğini riske atacağı belirtilen bu düzenlemeyle, kontrolörlere hava trafiğini hızlandırmaları yönünde, lisans iptali tehdidiyle baskı yapılabileceğini düşündüklerini de açıklamışlardı.
Bu çok yönlü pazarlık ve tartışmaların sonu nereye varacak bilmiyoruz. Yönetmeliğin uçuş kontrolörleri ve tabi HTK-SEN’ tarafından yukarıda açıklandığı şekilde algılanmış olması da normal. Yani endişelenmekte haklılar. Amiyane tabirle, “tazminat falan diye ortamı germekten vaz geçin. Aksi takdirde, SHGM lisansınızı askıya alabilir!” mesajı verilmek isteniyorsa, bu elbette yanlış olur.
Yaşanan süreci, vakti zamanında Rahmetli Demirel’in söylediği şu söz çok veciz bir şekilde izah ediyor aslında. Demirel, “Meseleleri mesele etmezseniz, ortada mesele kalmaz.” Demişti. Umarız bu sözde ima edildiği şekilde, Hava Trafik Kontrolörleri verilenle (takdir edilenle) yetinin. Bu meseleyi daha fazla uzatmayın noktasına gelmeye zorlanmazlar.
Çünkü beklentileri karşılayacak olanların iş yapma/karar verme anlayışları kalıplaşmış, düşüncelere, fikirlere dayanıyor. Fakirlikte eşitlik dengesini korumak ve sürdürmek adına, hem Hava Trafik Kontrolörlerine belirgin bir şekilde diğer çalışanlardan daha fazla ücret ödemek istemiyorlar. Hem de hakkını talep eden herkese sürekli olarak, “şükretmeyi tavsiye etmek” gibi bir tavır içindeler.
Diğer yandan, ülkedeki ücret seviyesi zaten yerlerde süründüğü, daha doğrusu uzmanlık gerektiren belli meslek grupları dışında çalışan büyük çoğunluk, zaten adil ücret (insanca yaşamaya yetecek ücret) alamadığı için, çalışan grupları arasında yadsınamaz çekememezlik de var. Yazıların altında yapılan yorumlarda bile bu haset ve hamaset duygusunu görmek mümkün.
“Ben doğru dürüst geçinecek ücret alamıyorsam, sen de alma.” Şeklinde tezahür eden bu anlayış ve tavır alış maalesef hava trafik kontrolörlerinin hak ettikleri emsal ücretleri almalarının önünde ciddi bir sosyo-ekonomik engel gibi duruyor. Kuşkusuz bu, sadece DHMİ ye ya da sivil havacılık sektöründeki diğer şirket ve kurumlara özgü bir durum değil. Tüm ülke genelinde, her sektörde söz konusu.
Çünkü bu “fakirlikte eşitlik-denge sağlama ve sürdürme” anlayışı, çalışanların yaptıkları işe göre değil, ihtiyaçlarına, (daha doğrusu çalışanları kategorize eden ücretlendirme anlayışına) göre ücret alabilmelerine yol açan ücret politikalarının uygulanmasını mazur gösteriyor. Ama demin dediğim gibi giderek kötüleşen ekonomik koşullarda, çalışanlar, emekliler ve diğerleri en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyorlar. Bunun için tavsiye edilen sihirli kelime ise, “sabır”.
Ne kullanışlı ne pratik bir idare etme anlayışı. Değil mi? Sizin yönetiminizde, sizin beceriksiz ve akıl dışı ekonomi politikalarınızla enflasyon astronomik seviyelere çıkarken, çalışanlar, emekliler gün be gün fakirleşirken, içine düşürüldükleri geçim sıkıntısı içinde bunalırken, siz bu fakir halka önce şükür, sonra da sabır tavsiye ediyorsunuz.
Bir de “Bizden önce her şey daha kötüydü” demagojisi (dezenformasyonu) de var. İşlerine hangi ölçü birimi yarıyorsa, onu esas alıp; içine de dezenformasyon sosu katıp, akılları sıra durumu idare ettiklerini sanıyorlar. Fakir vatandaşın ise şimdilik, bu mugalataya acı acı gülümsemekten başka şansı yok.
İzah etmeye çalıştığım sosyo-ekonomik yapı içinde, çaresizlikten bunalan milyonlarca ücretli fakir çalışan, bu nedenle, daha yüksek ücret talep eden birilerini gördüğü zaman, içten içe haset duygularıyla doluyor. Sanki fakirliğinin müsebbibi organize olup, hakkını talep eden bu insanlarmış gibi.
Yaptığı işin önemini, kendi uzmanlığını, liyakatını, performansını vb. kaale almadan, sadece mevcut ücretler üzerinden kıyaslama yaparak, “O neden daha yüksek ücret alsın. Ben alamıyorsam, o da almasın” kıskançlığı içinde, diğerinin bırakın hakkını almasını, talep etmesine bile itiraz ediyor, ses yükseltiyor. “Cehennemin zebanisiz kazanı” fıkrasında olduğu gibi. Meşhur fıkradır birçoğumuz bilir. Ama konuya denk düştüğü için anlatalım.
Adamın biri Hakk'ın rahmetine kavuşmuş. Gühahları ağır basmış olacak ki; Cehennem’e düşmüş. Cehennem’de, üzerlerinde ülke adları yazan kocaman kazanlar, her kazanın başında da bir zebani varmış. Fokur fokur kaynayan kazanlardaki günahkarlardan, başını çıkarıp kurtulmaya çalışan olduğunda, zebani elindeki dev sopayla onu aşağıya itiyormuş. Ama ne hikmetse, üzerinde “Türkiye” yazan kazanın başında zebani yokmuş. Bizim adam kendi kazanına atılmadan önce zebanilerden birine sormuş: “o kazanın başında niye zebani yok?” zebani cevap vermiş: “Türkiye’den gelenleri kendi hallerine bırakıyoruz, aralarından biri kazandan çıkacak olursa, diğerleri onu hemen paçalarından tutup, aşağı çekiyor zaten.”
Yorumlar Tüm Yorumlar (21)