10 Şubat 2025, Pazartesi
Bilal YILDIZ
Bilal YILDIZ [email protected]

GÜNDEMDEN KISA KISA

SHGM’den ilave düzenleme: Yolcusunu mağdur eden tazminatı ödeyecek.

Geçtiğimiz aralık ayında SHGM tarafından, “Havayolu ile seyahat Eden Yolcuların Haklarına Dair Yönetmelikte (SHY-YOLCU)” değişiklik yapıldı. Bu değişiklik hem kamuoyunun ilgisini yeterince çekmedi ve hem de medyada hak ettiği yeri bulamadı. Bu nedenle, yapılan değişikliğin tam olarak ne anlama geldiğini yazmak, açıklamak gerekiyor.

Yapılan değişiklikle, mevcut yönetmeliğin “Uçuşların Tehiri” başlıklı 7. maddesine ilaveler yapıldı. Uçuşların teknik ve operasyonel nedenlerle tehir edilmesi aksaklığına özel düzenlemelerdi bunlar. Bu tip aksaklıklar neticesinde yolcunun planlanan son varış yerine 3 saat ve daha fazla sürede ulaştırılması halinde, uçuşu icra eden hava taşıma işletmesinin derhal yerine getirmesi gereken yükümlülükler konusunda yönetmeliğin 8. ve 9. Maddeleri yeniden düzenlendi.

Ödenmesi gereken tazminatı düzenleyen sekizinci maddeye göre; yolculara iç hat uçuşlar için 100 avro tazminat verileceği, Dış hat uçuşlarında ise yolculara: (a) 1500 kilometre veya daha kısa tüm uçuşlar için 250 avro, (b) 1500 ile 3500 kilometre arası uçuşlar için 400 avro, (c) 3500 kilometreden daha uzun uçuşlar için 600 avro, Tutarında tazminat verileceği kesin olarak talimatlandırıldı.

Haklı olarak, bu tazminatlar zaten yok muydu? Diye sorabilirsiniz. Evet vardı. Ancak, mevcut düzenleme bütün tehir sebeplerini kapsayan genel bir düzenlemeydi. Bu defa yapılan ilave düzenlemeyle, teknik ve operasyonel sebepli tehirler, özel olarak müeyyide altına alınmış oldu.

Çünkü bu konuda, sırasıyla havayolu şirketlerine, tüketici hakem heyetlerine ve tüketici mahkemelerine yansıyan çok sayıda yolcu şikayetleri var. Bunlardan, özellikle “teknik sebepli” olanlar konusunda değişik yorumlarla farklı uygulamalara yol açılıyordu.

Bu standartsızlık, teknik sebeplerle uzun tehirlere maruz kalan yolcuların bazen hak ettikleri tazminattan mahrum kalmalarıyla sonuçlanıyordu. Yapılan düzenleme ile bu haksızlığın önüne geçilmesi planlanıyor. Böylece İçine girdiğimiz kış sezonunda ve sonraki dönemlerde yoğunlukla yaşanması beklenen uzun tehirlerde, havayolu şirketlerinin “teknik sebep” bahanesinin önüne geçilmiş olacak.

Çalışanı (emekçiyi) mağdur etmenin müeyyidesi yok.

Geçen yıldan kalan iki mağduriyet hala giderilmedi. Aşağıda kısa kısa hatırlatacağım 2 konu geçen yıl sivil havacılık gündemini uzun süre meşgul etmişti. Verilen sözler maalesef tutulmadı ve adeta unutturuldu.

Uçuş Kontrolörlerinin haklı talepleri hala karşılanmadı.

“Hava Trafik Kontrolörleri Ne İstiyor?” başlıklı yazımda, Hava Trafik Kontrolörlerinin, seyrüsefer hizmetlerinin DHMİ çatısından ayrılarak, idari ve mali bakımdan özerk, ayrı bir kuruluş şeklinde konumlandırılması taleplerini dile getirmiştim.

Kontrolörlerin bu haklı talepleri doğrultusunda başlattıkları “inisiyatif almadan çalışma” eylemi, ülke çapında farkındalık oluşturmuştu ve bizzat sayın Cumhurbaşkanının vermiş olduğu “konunun çözümlenmesi talimatı” na da güvenilerek sonlandırılmıştı. Yazımı, “Umarım bu önemli fırsat, ülkedeki haset, hamaset ve husumet ikliminde heba edilmez.” Diye bitirmiştim. Ama aylar oldu ve maalesef verilen sözler tutulmadı. Geçtiğimiz hafta Sendika, (HTK-SEN) yetkililerin sözlerini tutmadığını belirten ve sürecin belirsizliğe sürüklendiğini ifade eden sert bir açıklama yaptı. Süreçte yaşanan belirsizliğin havacılık sektörüne zarar verdiğini de vurgulayarak, "Verilen sözler artık oyalama olmadan hayata geçirilmelidir" çağrısında bulundu. Haksız olduklarını kim söyleyebilir?

Uçuş personelinin pazar mesaisi ücretleri, yetkili sendikanın da üstün performansıyla adeta karambole getirildi ve unutturuldu.

Geçen yıl sivil havacılık gündemini uzun süre işgal eden sorunlardan biriydi, uçuş personelinin ödenmeyen Pazar mesaileri konusu. “Pazar Mesailerini Ödememek İçin Çamura Yatıyorlar” başlıklı yazımda, özellikle yetkili sendika Hava İş’in, üyelerinin bu önemli sorununa sahip çıkamadığını, adeta “mış gibi” yaptıklarını anlatmıştım.

Son mahkeme kararından sonra iki tarafın da “biz kazandık” açıklamalarını okumuş, dinlemiştik. Galiba dedikleri gibi oldu. Hem sendika hem de işveren temsilcileri kazandı. Ama mevcut TİS e rağmen, emekçiler, yani fazla mesai ücretlerini alamayan uçuş personeli kaybetti. O yazımdaki son cümleyi, uyarı mahiyetinde yine hatırlatayım. “Daha fazla almayın emekçilerin ahını! Çıkar aheste aheste.”

Avustralyalılardan etik ve hukuk dersi almamız gerekiyor.

Önceki yazılarımdan birinde Avustralya Başbakanı Anthony Albanese’nin, ülkenin millî havayolu Qantas’la yaptığı seyahatlerde sürekli olarak “upgrade” edilmesinin kamuoyunu ayağa kaldırdığı, bu istismarın soruşturulması gerektiği haberinden bahsetmiş ve bizde otomatik hak olanın, onlarda görevi ve yetkiyi istismar olarak karşılandığını belirterek, şaşkınlığımı ifade etmiştim

Geçtiğimiz hafta, aynı ülkeden benzer bir haber daha okuduk. Yeni Güney Galler eyaletinin Ulaştırma Bakanı Jo Haylen, şoförüne makam aracını kullanmasını emrederek, 446 kilometre uzaklıktaki bir yemeğe gittiği için özür dilemiş!

Her yıl 26 Ocak'ta kutlanan “Avustralya Günü” için hafta sonunda bir yemeğe katılan Jo Haylen, 13 saat boyunca otomobili meşgul etmesi hakkında açıklama yaparak "Yanlış karar verdim" demiş! Arkadaşlarıyla birlikte resmi aracı kullanması, devlete 750 dolara mal olduğu için, Haylen: Bu hatayı üstleniyorum ve bu yüzden özür dileyip maliyetini de karşılıyorum. Hiç kimse mükemmel değildir. Demiş!

Bu satırları okuyunca, bir ütopyadan bahsediyorlarmış gibi geldi bana. Hala etik kuralların geçerli, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu, herkese eşit ve adil uygulandığı Avustralya ve benzeri uygar ülkelerde yaşanan bu örnekler ülkemiz yöneticileri ve kamu görevlileri için emsal niteliğinde. Çünkü, herhangi bir usulsüzlük/istismar söz konusu olduğunda, kişilerin konumu ve kimliğinden bağımsız olarak sergilenen tavır, yapılan işlem, bizdeki zevat açısından tam ibretlik. Suçlananın şöhreti, siyasi ve dini mensubiyeti, kaçınılmaz akıbeti asla engellemiyor.

Bizde kamu araçlarının bırakın kamu hizmeti dışında, özel amaçlarla kullanılmasını; özellikle kamuda ve kamu ortaklığı bulunan şirketlerde, personel olmayan kişilere (akraba, yandaş, partizan vb.) bile tahsis edilen arabalar var ve bu arsızlık haber olduğunda, genellikle muhatapları tarafından umursanmıyor. Ya da “yalan haber” yaftası yapıştırılarak, haberi yazan hakkında suç duyuruları yapılıyor. Zaten necip halkımız da bu tür istismarları “bal tutan parmağını yalar” diyerek, içselleştirmiş, yani bir nevi meşrulaştırmış durumda. Bir de “eskiden yok muydu?” savunması var ki; o tam bir utanmazlık.

Sonuçta Ulaştırma Bakanı Jo Haylen gibi ne özür dileyen var ne de sebebiyet verdiği zararı tazmin eden. İstifa edip hesap veren de yok. Örneğin: iki hafta önce yaşanan otel faciası neredeyse tavsadı gitti. Sorumlu bakan başta olmak üzere, turizm belgeli oteli denetlemekten sorumlu bakanlık görevlileri koltuklarında hiçbir şey olmamış gibi oturmaya devam ediyorlar. Çünkü onlar layüsel.

En kötüsü ise, öyle kötü bir döneme denk geldik ki; usulsüzlüğü/yolsuzluğu/istismarı yapanlar değil, sebep ve gerekçelerini soran, kamuoyu ile paylaşanlar hesap veriyor bu ülkede.

Neyse, sözü fazla uzatmadan, bu bahsi de bir özlü sözle bitirelim.

“Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner.”

GÜNDEMDEN KISA KISA

Yorumlar

Bu haber için henüz yorum gönderilmedi.

Yorum Gönder

Kalan karakter 1000