Canlı organizmaların yaşamları noktalandıktan sonra ilk çürüyen organları mide ve bağırsaklar olup göz ve beyin daha sonra geliyor. En geç çürüyen kısımlar ise kalp, mesane, böbrek vb. Balığın durumu da bunun benzeri
Balık satıcısı, tezgâhındaki balıklara hem su serpmekte hem de “taze balık bunlar, denizden yeni yakalandı” diye bağırmaktadır. Balıkçı tezgâhına yaşlı bir adam yaklaşır. Balıklara şöyle bir baktıktan sonra, iri bir balık alır eline ve balığın kuyruğunu koklar.
Bunu gören balıkçı “Ne yapıyorsun amca, balık koksa başından kokar sen neden kuyruğundan kokluyorsun?” diye bağırarak sorar. Balığı kuyruğundan koklayan adamın cevabı hazırdır: “Bu balığın baştan koktuğu belli. Ben kokuşma kuyruğa kadar gelmiş mi diye ona bakıyorum.”
25 Aralık 2015 de bir yazı yazmıştım. “Balık Baştan Kokar ya “ başlıklıydı. Özetle bu yazıda bir şirketin başındakiler böyle olursa onların altındakiler nasıl olura getiriyordum lafı. Bundan bir sene sonra Mustafa Ülkü Caner beyin 04 Aralık 2016’da yazdığı bir yazıyı okudum. Onun başlığı benimkine tamamı ile tersti. “ Balık Baştan Kokmaz. “. Anlatımı bilgim dâhilinde olan sektör yaşanmışları ile yan yana koydum. Balık baştan kokar sözünü yaşanmışların yanına koyunca herhalde öyle demek işimize, kolayımıza geliyor belki de diye düşündüm. Topu tepelere havalandırıp kurtarıyoruz kendimizi aklımızca. Sorun baştakilerde. Mustafa Ülkü Caner beyin yazısından kısa bir alıntıyı da bu arada sizlerle paylaşmak istedim.
“ Balığın tüm gövdesi kokar, ancak ağzı açık olduğu için pis kokular en kolay ve çok ağızdan çıkar. Zira balığın tüm gövdesi, özellikle yeme- içme, yani sindirim organları, çürüyünce, koku ne yapsın? En kısa ve kolay, yani açık yoldan, dışarı çıkar. Yani; “BALIK BAŞTAN KOKMAZ, BALIĞIN TÜM GÖVDESİ KOKAR, SADECE AĞZI AÇIK OLDUĞU İÇİN, KOKU BAŞ KISMINDA YER ALAN AĞIZDAN ÇIKAR” Yazının son cümlesi ise ‘” Tüm toplum olarak yavaş yavaş aynaya bakma zamanımız geldi. Umarım, çok geç olmamıştır.”şeklinde”.
Öncelikle balığın kokuşmasına bu açıdan yaklaşmadan önce bu konudaki görüşümü çeşitlendiren Sn. Caner’ e teşekkürler ediyorum.
Yukarıdaki yaklaşımdan yola çıkarak soralım kendimize. Etrafımıza dikkatlice bakınca ne görüyoruz? Bozulmayan bir şey kaldı mı toplumumuzda. İnsanların birbirine gösterdiği saygının esamisi yok ortada. Sevgi sözünü kullanmak ise bir lüks oldu. Birbirimizi sevmiyor, bir adım öte nefret ediyoruz. İnsanlar birbirinin yaşadığı kötülüklere sevinir oldu. Dürüstlük dağa kaçmış, yanına sadakati de almış üstelik. Uzaktan bakınca bile göründüğü üzere dağ çok yüksek. Tırmanıp arayamazsın. Hadi tırmandın diyelim arayıp bulamazsın. Haksızlığa itiraz etmek yok. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın hesabı. Kurumlara bağlılık gaz oldu, uçtu. Siyasi partilere duyulan bağlılık dışında. Onda da kişisel menfaatin çok çok önemli bir yerinin olduğu hatta öne çıktığı da ortada.
Merakım o ki, yukarıda saydıklarım kötü davranışların tümünü tepedekilere bakıp mı kendimize huy ediniyoruz. Şimdi bizim tepemizdekiler çürümüşte onların kokusu mu üstümüze siniyor? Galiba tersini de düşünmemiz gerek. Kendimiz kokuyor olmayalım?
Geçen Haftaki yazımda Napolyon Bonapart’ın “Ahlak olmayan yerde Kanun Bir Şey Yapamaz “ sözünü kullanmıştım. Napolyon bundan tam 249 yıl önce doğmuş,197 yıl önce ölmüş. Ulu Peygamber Efendimiz ( SAV ) başta olmak üzere, Hz Ali’nin. Mevlana’nın ve eskiden yaşamış birçok alim kişinin ahlak üzerine söyledikleri binlerce söz var kayıtlarda. Birkaç tanesini sizlerle paylaşmak istedim. Göreceğiniz üzere bu zatı muhteremlerin hepsi günümüzden yüzlerce yıl önce yaşamış ve ölmüşler.
“İktisat geçimin, güzel ahlak da dinin yarısıdır./ Hz. Muhammed (sav.) (571- 632 ) - Her şey çoğaldıkça ucuzlar,fakat edep çoğalınca değeri artar/ Hz.Ali ( 599-661) - Edepli edebinden susar,edepsiz ben susturdum zanneder/ Mevlana ( 1207-1273 ) - Adaletin olmadığı yerde ahlaktan bahsedilemez/ Montaigne ( 1533-1592 ) - Ahlak, cemiyetin temelidir./ François Rene de Chateaubriand ( 1768–1848 )”
Düşünüyorum. Peygamberimiz (SAV ) Hz. Ali, Mevlana Celalettin Rumi ve diğer âlim insanlar durdukları yerde mi ahlakın önemini vurgulayan sözler söylemişler? Buna neden gerek görmüşler? O devirlerdeki yaşananlar mı onları bu bu sözleri söylemeye yöneltmiş?. Sanki bu olasılığı kabullenmek daha kolay gibi ne dersiniz? Bu kabulden sonra acaba şu sözünde doğruluğunu düşünebilir miyiz? Evet; dünya ve insan var olduğundan bu yana ahlaki sorunlar her zaman mevcut olmuş. Başka bir deyişle bu sorunlar yalnız bizlerin yaşadığı devirde yaşanmıyor. Sizce ahlaki sorun bazı insanların mayasında varmış dersek ayıp mı etmiş oluruz?
Evet, topu yukarılara atıp kendimizi sürekli mazur gösterme peşindeyiz. Balık baştan kokarmış diyoruz ya. .Acaba baştakiler mi bize birbirinizi sevmeyin, saymayın diyor? Dürüst olmamamızı, çalıştığımız kurumlara bağlanmamamızı söyleyende onlar mı? Birinin kötü bir duruma düşmesinden sevinç duymalısınız diye tembihatta onlardan mı, baştakilerden mi geliyor bizlere. Hadi onlar bizi bu kötülüklere yönlendiriyorlar diyelim. İyi de neden onlara uyuyoruz ki? Bu da bir karakter zafiyeti değimlidir? Dürüst olmaya çalışıp, kendimizi zorlayıp itiraf etmeliyiz. Aynaya bakıp söylesekte olur. Bu terkip bozukluğu bazılarımızın hamurunda var. Var ki yaşamımızın sonunda cehenneme bile kabulümüzü zorlaştıracak günahlar işliyoruz. Hile, hurda, espiyon, çamur atma, Kul hakkı yemek vb. her türlü günah var bizim türün bazıların da. Olmayan ise, eksik olan ise ahlaki değerler. Sonra balık baştan kokar.
“Herhangi bir kuruma, ülkeye, mesleğe yöneticiler seçilecekse, hak eden seçilmeli, toplumu bozacak, onları yanlış yönlendirecek kişilerden uzak durulmalıdır. Evde babalar, okulda müdür, sınıfta öğretmen lider konumundadır. Başka ortamlarda da her zaman için bir lider veya yönetici bulunur. Onların hal ve hareketleri, davranışları huyları idare ettikleri kişileri de etkileyecektir. Eğer liderler iyi olursa, idaresi altındakiler de iyi olacaktır. Yöneticiler olumsuz davranışlar sergilerlerse, bu davranışlar onların yönettiği kişilerde de görülecektir.” Bu paragrafı ben kaleme almadım. Bu yazıda İfade etmeye çalıştıklarımın tersini söylüyor. Evet; çalışanların; kurumun yöneticilerinin tutum ve davranışlarından etkilenmeleri kaçınılmaz. İnsan yapısı böyle. Ancak bu etkilenmenin bir ölçüsü mutlak ve mutlak olmalı. O ölçü nasıl mı belirlenir? Herkes kendi ölçüsünü kendisi belirler. Ve de bunu belirleyen çalışanın karakter yapısıdır. Söz konusu yapı bozuksa etkilenme sözü anlam değiştirir ve konum fikir ve görüş esaretine kadar gider. Terazi bu nedenle doğru tartmıyor. Balığın da neresinden kokmaya başladığını belirlemek mümkün olmuyor.
Sektörümüzdeki kurumların yönetim halkalarında tabii ki hiçbir pis kokunun üzerlerine bulaşmasına müsaade etmeyen yöneticiler de var. Etraftaki kokuşmuşluğa rağmen yine de mevcut şartlarda elden geldiğince yöneticilik yapmaya çalışıyorlar. Eh hafiften akrobasi de yapıyor gibiler. Allah onlara kuvvet ve tahammül gücü versin..Bu tür yöneticilerimize ve görev yaptıkları kuruluşlara saygılar sunuyorum.
Yorumlar