20 Nisan 1967 tarihinde çıkartılmış Deniz İş Kanunu. Herhalde o tarihlerde Sivil Havacılığın gelişmemiş olması nedeniyle sektörümüz için de benzeri bir kanunun gerekliliği kimse düşünmemiş. Evet, bu husus oylarımızla seçtiğimiz yöneticilerin ne denli ileri görüşlü olduklarını gösteriyor ( ? ) Tüm düşünmeme rağmen anlayamadığım bir konu var. Bir şirketin çalışanlarının iş hukuku açısından iki ayrı kanunla ilişkilendirilmesinin mantığı nedir acaba? Bunu anlayan biri var mıdır acaba?
10 yıl kadar önce ise pilot ve kabin amirlerinden bazıları akıllılık ederek görevli oldukları uçuşlar ile seyahat eden bakan ve milletvekilleri ile kurdukları yakınlık çerçevesinde Hava-İş Kanununun yasalaşması için destek isteme yolunu seçmişlerdi. Aslında o an için yapılacak başka bir şey de yoktu. Becermişlerdi de. Ankara’dan belirli bir kesimin desteğinin sağlaması konuyu gündeme taşımış ve Türkiye Pilotlar Derneği (TALPA) ve Kabin Memurları Derneği (TASSA) mensuplarından oluşan uçucular bu konunun TBMM'de görüşülmesini arkalarındaki destek ile sağlamışlardı. (TÖSHİD) Türkiye Özel Sektör Havacılık İşletmeleri Derneği de bazı komisyon çalışmalarına iştirak etmişti. Teklif 45 maddeden oluşuyordu. Ve de önerilen taslağın 27 maddesi kabul görmüştü. Daha sonra sendika tarafından getirilen yeni teklifler heyetçe kabul görmemiş ve görüşmeler sonlanmıştı. Bu durumda TALPA ve TASSA temsilcileri de bir şey yapamadılar. İnanılacak gibi değil ama THY bu görüşmelerde tarafsız kalmıştı. TOSHİT üyesi havayolları ise tabii ki konunun sonuçlanmamasından memnundular. Her ne ise şurası mutlak ki 10 yıl öncesinin uçucuları bu günkülerden daha beceriklilermiş. Hiç olmaz ise uçarken alt yapıyı da hazırlamışlar.
Belli ki o seneden bu yana, iş başında olan hükümet bu konuya ciddiyetle eğilmemiş, konuya ilgi duyulmamış. Çalışmanın başını kimin çektiğini bilemiyorum ama Hava-İŞ Sendi Başkanınca TBMM Başkanına takdim edilen kanun taslağı ise Ekim 2017 tarihinden beri TBMM Komisyonlarında tozlanıyor veya Meclis Başkanının masasının bir gözünde dinleniyor. Bu çalışmanın kimlerin süzgecinden geçtiğini, kimlerin hangi kuruluşların çalışmaya iştirak ettiklerini bilemiyorum. Ancak Hava İş Sendikasının çalışmanın hitamında taslağı genelin görüşüne sunarak tetkik edilmesi ile görüş verilmesi talebinde bulunduğunu hatırlıyorum. Umuyorum ki bu taslak ile ilgili fikir birliği oluşmuş TBMM Başkanlığına daha sonra sunulmuştur.
Evet; bu günkü THY tepe yönetimi Ankara ile çok sıkı dirsek temasında. İnkâr edilmesi mümkün olmayan bu büyük yakınlık söz konusu teklifin bir şekilde yasalaşmasını sağlayabilirdi. Ne konular, bir gecede kanunlaştı, bunu hepimiz biliyoruz. Peki, bu neden yapılmadı? Geçen çalışmada tarafsız kalan THY yönetimi bu kez işveren olduğunu mu hatırladı? Acaba uçucuların borçlar kanununa bağlı kalmasının sektörün havayollarına ve özellikle başı çeken Türk Hava Yollarına sağladığı artılar bu meslek grubunun haklarından, menfaatlerinden daha mı önemliydi? Bilemiyorum. Ama şu andaki THY yönetiminin belirli konulardaki tarafgir tutumu beni bu varsayımı düşünmeğe itiyor.
Evet; Sonuçta, Sivil Havacılık sisteminin bir bölümü İş Kanununa, diğer bir bölümü ise Borçlar kanununa bağlı olarak çalışmayı tabii ki sürdürdüler.. Her ne kadar 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Borçlar kanunu ile havayolu çalışanlarından bu kanun kapsamına girenlerin işçilik haklarını daha fazla koruyacak düzenlemeler getirilmiş ise de Borçlar Kanunu’ndaki düzenlemelerin Sivil Havacılığın özel niteliğine uygunluğu büyük ölçüde tartışma konusu. Sektör İşverenlerinin personeli sindirmek ve yıldırmak için kanunda mevcut yasal boşluktan faydalandığı da maalesef bir gerçek. Bunun yöntemi ise basit ve hepimizin gördüğü, alışılagelen uygulamalardan ibaret. Uzun süreli ücretsiz izinler, değişik Mobbing uygulamaları, İşten ayrılması istenilen personelin iş sözleşmesinin feshinin firma tarafından yapılması yerine belirtilen uygulamalarla çalışanın istifaya zorlanması ve bu suretle iş haklarının gasp edilmesi vb. Bu uygulamalara örnek olarak Bora Jet’ ten çıkartılan 300’ e yakın pilot ve kabin memuru ile Pegasus yönetiminin masrafa girerek sıkı bir kahvaltı ikramı sonrası 100 kabin çalışanının iş akitlerinin aynı salonda sonlandırılmasını saymak mümkün. Ne fesih bildirimi ne de başka bir tazminat ödemesi söz konusu olmadan. Her ne kadar Sendikalı olan THY çalışanları belirli haklardan istifade edebiliyorsa da, diğer havayollarının sendikasız kokpit ve kabin personelinin hiçbir hak elde edemediği ortada. Bu durumda ve bu şartlarla hakları borçlar kanunu ile korumaya alınmış (? ) uçucu personelin iş güvencesinden, kıdem ve ihbar tazminatından yoksun oldukları da kabulü zorunlu olan bir gerçek.
Borçlar kanununun çalışana tanıdığı imkânlar iş kanununa oranla daha sınırlı. İş Sözleşmelerinin feshi ile ilgili, bildirim süreleri eğer çalışan toplu iş sözleşmesi kapsamında değilse daha düşük. İş sözleşmelerinin fesih hakkının kötüye kullanılarak sonlandırılması maddesinin uygulanması için işveren tarafından çalışana fesih bildirim süresinin üç katı gibi komik bir tazminat ödemesi yapılması yeterli. İşverenin kötü niyetli davranışının çalışana yansıyan maddi karşılığı bu tazminat miktarı ile sınırlı. Komik ve aynı zamanda üzücü.
Ayrıca 5510 sayılı kanunun 40 ncı maddesi: Su altında veya su altında basınçlı hava içinde çalışmayı gereken çalışanlara tanınan fiili hizmet zammı hakkının aynı şekilde ve aynı şartlarda ( uçuş esnasında sürekli basınç + radyasyon etkisinde bulunmak ) görev yapan kabin ve kokpit çalışanlarına uygulanmasının da gerektiği açık. Dolayısıyla, uçuş ekiplerinin de emeklilik yaş haddi indiriminden yararlanması gerekirken söz konusu mevzuatın tüm meslek dallarında aynı şartlarda çalışanlar dikkate alınmadan yasalaştırılmış olması nedeni ile bu tür aksaklıklar yaşanıyor. Bu tür uygulamaları düzeltmek zor bir iş mi? Şu anda uygulanan torba kanun formatındaki düzenlemelerde bu ve benzeri tür hataların oluşmasını sonlandırmak mümkün değil. Kanun teklifleri sunulmadan önce konu ile ilgili olarak Bakanlıklar arası Koordinasyonun sağlanması şart değil mi? Torbada ne vardı diye sorsan bilmeyen Milletvekilleri var.
Peki, şimdi ne mi bekliyoruz? Elinizde bir taslak var. Yukarıda da ifade ettiğim üzere 30 Ekim 2017 tarihinde Hava İş Sendikası Başkanı Sn Tatlıbal tarafından TBMM Başkanına sunulan. TBMM Başkanı bu konu ile ilgili bir çalışma başlattı mı? Zannetmiyorum, hatta eminim. Bildiğim tek husus çalışmanın Ankara’da ya bir komisyona takılmış beklediği veya makamın masasında dinleniyor olduğudur. Senelerce oluşması beklenilen bu taslağın seçimlerden önce kanunlaştırılmasını istiyoruz. Belirli makamlarca arzu edilmesi halinde İstendiği zaman birçok önemli konunun bir gecede karara bağlanıp kanunlaştırıldığını yukarıda da ifade ettiğim üzere gördük ve yaşadık.
Sn. ( Kim üzerine alırsa )
Son aylardaki uygulamalarınızla Türk Hava Yollarında görev yapan pilot ve kabin memurlarını fazlası ile kırmış olduğunuzu kabul eder misiniz bilemem? İşten uzaklaştırdığınız uçucuların performanslarının düşük olmadığını ve yapılacak olan hukuki işlemler sonucunda şirketinizin bu insanlara devlet kasasından olması gerekenden çok fazla ödeme yapacağını da bilmektesiniz. Yine de, Uğraş vereceğiniz hususunda bir ümit beslemediğimi de söylemeliyim. TBMM’ de olan Hava- İş Kanununu iş edinerek seçimlerden önce sonlandırmasına destek olmanız halinde Türk Sivil Havacılığının uçucu çalışanlarının size şükran duyacaklarını söyleyebilirim. Yaşananlardan sonra Türk Hava Yollarının uçucularının size karşı duyacakları hisse tercüman olmak takdir edersiniz ki beni aşacaktır. Ben insanların yaşamlarındaki, bağımsız her olayı birbiri ile ilişkilendirmeye çalışmadan ayrı ayrı kompartımanlarda değerlendirmelerinin gerektiğine inanırım. Temenni ederim ki biraz zor ama THY uçucuları da böyle düşünsün. Hiç olmaz ise hatırlandığınız zaman sizinle ilgili akla gelecek ve anlatılacak tüm olumsuzluklar içinde bu konu için “ tırnak ” açabilsinler ve ama ile başlayan başka bir cümle de kurabilsinler. Bana göre sistem doğru değil ama bazı imtihanlarda bir doğru iki yanlışı götürür diyenler var ya. İşte o hesap.
Listenizde Aptal Olmaya Özenen Biri Yok mu? Beni Başa Yazın.
Geçenlerde Yılmaz Özdil’ in köşe yazısı Albert Einstein’ın bir sözü ile başlamıştı. Söz şu. “ Aptallara göre insanlar ırk, ,cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, dil ve din gibi kategorilere ayrılır. Hâlbuki bu o kadar karmaşık değildir. İnsanlar sadece ikiye ayrılırlar. İyi İnsanlar ve kötü insanlar.
Oysaki görünen o dur ki, insanları herkes kendi görüşüne göre kategorize ediyor.Bizler yaşamımız boyu etrafımızda “ üç ” değişik yapıda insan grubu görüyoruz.
Bir şeyler yapan ve yaratan “küçük” bir grup, bir şeylerin yapılmasını izleyen “büyükçe” bir grup, ve de ne olup bittiğini anlamadan yaşayan “muazzam” bir kalabalık.
Evet: dünyada, ülkede gidişat neden iyi değil? Neden düzgün gitmiyor çok şey? Bir şeyler yapmak ve yaratmak isteyen grup o kadar küçük ki.
Dünya bir tarafa, biz kendimize Türkiye’mize bakalım. Şunu söyle yapsalar, ben olsam böyle yaparım, diyen ne çok insan var değil mi? Çoğunluğumuz böyleyiz desem kızar mısınız? Bunun ötesinde yalnız olanı biteni gözlemleyen, elini hiçbir şekilde taşın altına koymayanlar grubunun çoğunluğu hiç dikkatinizi çekti mi? Ve bir kez daha bakınız etrafınıza. Ne olup bittiğini anlamayan insanların çokluğuna bakın. Tabi olmak üzere yaratılmış, fikri olmayan muazzam bir kalabalık. Bizim sektörde durum farklı mı? Onu; sizler benden iyi biliyorsunuz.
Kanaatimce Türk insanının, yukarıda belirtilen şekilde gruplandırılması yanlış değil.
Nereden mi belli? Ülkemizin, kurumlarımızın hali bunu doğrulamıyor mu?
Bizi ne kurtarır? Yukarıdaki gruplandırmayı aşağıdaki şekilde tersine çevirmek.
Bir şeyler yapan ve yaratan muazzam bir kalabalık. Yapılan bir şeyleri izleyen büyük bir grup.
Ve de ne olup bittiğini anlamadan yaşayan küçük bir grup.
Evet; gruplandırma bu şekle dönüşürse eminim ki çok şey değişecektir değişmesine de bunu yapabilmek dünyayı baş aşağı etmek gibi bir şey. Olsun, hayal kurmanın sağlığa bir ziyanı yok. Bazen düşünüyorum da acaba, ne olup bittiğini anlamadan yaşayan “muazzam” bir kalabalığın içinden biri olmak insanın toplumdaki yaşamını daha mı kolaylaştırıyor. Fazla düşünmek bu durumda çok da gerekli değil. Kaldı ki; insanın fazla düşünememekten ötürü daha az yıpranacağı da açık. Zaten düşünerek bir yerlere, bir şeylere ulaşmakta mümkün değil.
Bizleri bu hale getirenler, Çoğunluğu çalışmadan yaşamaya alıştıranlar, Hayatta torpilsiz hiçbir şey olmayacağına inandıranlar, Bu duruma ne derler bilmem? Ama ben bunların sayesinde bir gün aptal olmaya özeneceğimi hiç düşünmezdim. Aslında hayata hayvanların en aptalı ve amaçsızı olan istiridye olarak gelmiş olsaydım herhalde doğuştan huzurlu olurdum.
Hani Türkiye İstatistik Kurumu’nun Yaşam Memnuniyeti anketinde en mutlu grup olarak “Okul Bitirmeyen Bireyler” çıkmıştı ya, belki hafiften sıkışarak, bu grubun içinde benim gibi bir aptal özentisine de ufak yer açarlar. Kim bilir? Bakıyorum da İnsanlar karnı doyunca mutluyum diyor. Mutlu olma ölçüsü bu olduğuna göre ben de mutluluğu yakalayabilirim? Hani bir söz var,” Biz kimseyi aptal yerine koymadık, Herkes geçip kendi yerine oturdu.” İşte o hesap. Becerebilirsem değme keyfime. Değil ülke ve kurumlar, dünya tozpembe görünür gözüme. Sağ olayım da karnı tok, düşünemeyen mutlu bir aptal olayım. Razıyım. Huzur istiyorum. Huzur.
Yorumlar Tüm Yorumlar (61)