Bu gün herhangi bir hayati konuda sizlerden birinin yardımına ihtiyaç duysam eminim ki büyük bir bölümünüz değil yardım etmek dönüp bakmayacaktır bile. Nedeni basit. Yazdığım yazılar nedeni ile o arkadaşlar ile ters düşmüş olmam. Başka bir ifade ile onlar için en önemli olan bir konularda aynı fikri paylaşmamam.
Ne demişti Cem Yılmaz. “ İnsanlık bu gün de para karşısında değer kaybetti “ Evet insanlık her gün değer kaybediyor. Dünya çok değişti. Her şey ilerledi. İnsanlıkta.” İnsanlık O kadar ilerledi ki artık gözükmüyor” demişler insanlığa, insanca davranışlara hasret kalanlar.
Evet; İnsanlığı bu denli yozlaştıran, insani değerleri törpüleyen menfaat denilen bir olgu ki bu duygu insanoğlunun tüm benliğini sarmış olup gerek günlük yaşamda ve gerekse iş yaşamında çirkin davranışların oluşmasına neden oluyor. Ve de maalesef zamanımızda “ herkesin işine yaradığın kadar iyisin bu hayatta “ sözünü doğrulayan hareket tarzını yaşamın her kesitinde açık ve net olarak görüyoruz.
İnsanlığı kişilerin menfaatlerine olan aşırı düşkünlükleri zedeledi, un ufak etti ve de görülemeyecek kadar uzaklara taşıdı. Çok az hissediliyor artık. Çok az görülüyor.
Evet; kurumlarımıza bakalım. Kurumlarımızın yöneticilerinin çalışanlara davranışlarına bakalım. 211 İnsanın bir şekilde damgalanıp şirketlerden uzaklaştırıldıklarını ve de hukuki platformda işverenin yanlış işlem yaptığının belirlenmesine ve işverence üzerlerine bulaştırılan lekenin temizlenmesine rağmen onlara işlerine geri dönme imkânı verilmediğini hatırlayalım. Bu davranışlarda, insanları o listelere uluorta yazıp, tanıdıklarını listeden çıkartanlarda insanlığın zerresinin bulunup bulunmadığını düşünün. Herhalde benzeri birçok yaşanmış sizlerin hafızasında yer almıştır. Hiç olmaz ise yaptıkları kötülüklerin ayaklarına dolanması temennisinde bulunun
Şu veya bu şekilde işyerlerinin kapatılmasını müteakip işsiz kalan insanlara, çalışanlara hak ettikleri tazminatların ödenmemesi için yapılanları anımsayın. AZAP’ cıların çektikleri azabı, kendinizi onların yerine koyup düşünün. Hiç olmaz ise Atlaszadeler Adalet Platformuna başarı dileklerinizi sunun.
İNSANLIK: İŞTE BÖYLE BİR ŞEY
Sahne ışıkları büyüleyicidir. Alkışlar insanı yüceltir. Bu ışıklar altında, o alkışlarla sanatkârlar ellerinde olmayarak "en büyük benim diye düşünürler" herhalde. Acaba en büyük olmak mı güzeldir? Yoksa en büyük olmanın gereğini yapabilmek mi? Tabii ki; en büyük olmanın gereğini yapabilenler ömür boyu, hatta hayata veda ettikten sonra bile alkışlanırlar. Sahne ışıkları onların hep üzerindedir. Sahnelere veda ettikten uzun seneler sonra bile unutulmazlar. Söyledikleri şarkılarla ve insanlıklarıyla. Hikâyeyi bilen mutlak vardır.
Şarkı söyleyerek milyonları büyüleyen üç tenordan ikisinin hikâyesi bu. İspanya'ya gitmemiş olsanız bile, Katalanlar ile Adrilen’ ler arasındaki düşmanlığı duymuşsunuzdur. Madrid merkezli idare edilen İspanya'da, Katalanların neden bağımsızlık için mücadele ettiği konusunda da bir şeyler duymuşsunuzdur. Plácido Domingo bir Madrilen dir. Ve José Carrera ise su katılmamış bir Katalan'dır. 1984 İspanya'da yaşanan yılında politik mücadele ve ayrılıklar nedeni ile Carrera ve Domingo birbirlerine düşman olurlar.
Dünyanın neresinde olursa olsun çağrıldıkları tüm konserler için imzaladıkları sözleşmelerde müşterek bir madde vardır. Değişmez bir şart. Diğeri o konsere şu veya bu şekilde davetli ise solist olarak davet edilen hiçbir şekilde konsere çıkmayacaktır. Böylesine büyük bir düşmanlık vardı aralarında.
1978 de, José Carreras'nın karşısına Plácido Domingo'dan çok daha yaman ve acımasız bir düşman çıktı. Carreras yapılan bazı tetkikler sonunda, lösemiye yakalandığını öğrendi.
Kansere karşı savaş zordu. Yıllarca süren tedaviler, kemik iliğinin, kanın değişimi, onun her ay Amerika'ya gitmesini gerektiriyordu.
Çalışması zorlaşmıştı. Büyük bir serveti olmasına rağmen hastalığının korkunç maliyetleri altında sonunda ekonomik olarak da çok güç durumda kalmıştı.
Tam sıfırı tüketmişti ki, bir dostu, ona Madrid'de kurulan ve lösemi hastalarını ücretsiz tedavi eden bir dernekten bahsetti.
Ve Carrera "Formoza" adındaki bu derneğin maddi ve manevi yardımı ile zaman içinde hastalığını yendi, sahne almaya ve şarkı söylemeye devam etti.
Tekrar, layık olduğu şekilde, büyük paralar kazanmaya başlamıştı. Kendisinin hayatını kurtaran Formoza Derneğinin bağışçılarından biri olmaya karar verdi. Derneğin kuruluş tüzüğüne baktığında, Formoza'nın Kurucu ve Başkanının Plácido Domingo olduğunu büyük bir şaşkınlıkla öğrendi. Hemen arkasından ise Domingo'nun Derneği salt ona yardım etmek için kurduğunu öğrendi. Domingo Carreras'ın baş düşmanının yardımını kabul etmeyeceğini bildiğinden özellikle bunun gizli tutulmasını istemişti. Hikâyenin en can alıcı noktası bu iki devin karşılaşması oldu.
Placido Domigno'nun Madrid'de verdiği bir konser sırasında, Carreras kendisinden, onun gibi büyük bir sanatçıdan beklenmeyen bir şekilde hareket ederek herkese parmak ısırttı. Domingo sahnedeyken onun konserini bölerek sahnesine çıktı ve düşmanının önünde diz çökerek milyonların önünde bu asil davranışı için kendisine teşekkür etti!
Placido Domigno'nun yerden kalkmasına yardım ederek kucaklayınca, bambaşka sıcaklıkta bir arkadaşlığın ilk ve güzel tohumları atılmış oldu.
Uzun zaman sonra, bir gazeteci Domingo'ya sordu: "Baş düşmanınıza yardım etmek amacı ile büyük rakibinizi kurtarıp sahnelerde yine karşınıza çıkmasını sağlayacak olan "FORMOZA" derneğini neden kurdunuz?"
Cevap hızlı ve kesindi. "Bu eşsiz sesin yok olmaması gerekirdi." Bu hikâye 1980'li yılların ilk yarısının bir yaşanmışı. Bundan tam 25 yıl öncenin bir hikâyesi.
Bu günümüzü, bugün sahnelerimizde birbiri ile rakip olup, TV'lerin renkli yaşam programlarında birbirleri hakkında konuşanları, seyrederken / dinlerken bizim yüzümüzü solgunlaştıran bazı sanatkârlarımızı düşünelim mi? İsterseniz moralimizi bozmayalım.
Yorumlar Tüm Yorumlar (22)