Yöneticiler yaptıkları işlere ve hareket tarzlarına bağlı olarak pek çok türe ayrılabilirler. Cenk Tekin 12.04.2012 ‘de blogunun Gözüme Takılanlar köşesinde ( İş hayatında Marjinal fayda) başlığı altında Yönetici türlerine ilişkin aşağıdaki sınıflandırma yayınlanmıştı. Bu gün yine gözüme takıldı. Bir Web sitesinden edindiği bilgilere kendi görgü ve deneyimlerini de katarak şekillendirme yapmışlar.
1. Kelebek Tipi Yönetici : Bu tip yöneticiler adlarından da anlaşılacağı gibi sorun ya da sorun gibi görünen alanların üzerlerine konar ve kalkarlar. Sorunlar ne çözülmüş gibi ne de çözülmemiş gibidir. Ama yöneticimiz saatini doldurmuş, bir gününü geçirmiş ve mesaisini bitirmiştir.
2. Dalgıç Tipi Yönetici:: Bu tip yöneticiler ayrıntıları sever ve adeta ayrıntıların içinde boğulurlar. Operasyonel işler yerine yazışmalar ve prosedürler ile günlerini geçirirler. İçinden çıkılmaz derin konulara dalarlar ve bu şekilde odaklarını kaybederler. Dipten gelen bir güçlü dalga ile bir vurgun yer ve yıllarca kendilerine gelemezler.
3. Helikopter Tipi Yönetici:: Bu tür yöneticilerin bir vizyonu ve misyonu vardır. Tabiri caiz ise bir uçuş planları vardır.. Sorunlu alanları bilirler. Operasyonel düşünür ve operasyon yapacakları zaman helikopter gibi havalanır, gider, sorunlu bölgeye müdahalesini yapar ve kalkarlar Vizyon ve uçuş planları olduğu için sonraki iş için hazırlıklara girişirler. Bu tipler genellikle prosedür yerine hizmetin yürüyüp yürümediğine bakarlar ve genellikle sorunu çözerler.
4. Sörfçü Tipi Yönetici: Bu tip yöneticiler, sadece önünü değil, ufku da görür. Çıkan bir rüzgarla denizin kabaracağını, dalgaların yükseleceğini, bu dalgaların mutlaka kendine de ulaşacağını ve etkileneceğini bilir. Tedbirlerini alır. Şirketin başka bir departmanında çıkan sorunun uzakta kalmayacağını, domino etkisi ile mutlaka bir dalga şeklinde geleceğini ve kendisini de etkileyeceğini bilir. Önlemlerini önceden alığı için bu tür etkili tsunamileri en az zararla atlatır veya zararı geçiştirir. Bu özlenen istenen, uzağı gören, eğitimli, nitelikli yönetici tipidir.
5. Paraşütçü Tipi Yönetici: Bunların eğitimlerine nitelik ve yeterliliklerine bakılmadan, şirkete ne vereceği ne yapacağı hesap edilmeden tepeden inme olarak görevlendirilirler. Tıpkı uçaktan eğitim için atılan ve bilmediği ve tanımadığı bir alana inen paraşütçü şaşkınlığı ile sisteme girerler. İş ve işleyiş hakkında bilgileri yoktur. Görme özürlü bir insanın fili tarif etmesi gibi işi yönetmeye çalışırlar. Vizyoner bir bakış açıları yoktur.. Bir şirket için en tehlikeli yönetici tipidir.
6. Tulumbacı Tipi Yönetici: Tespitlere itiraz etmeksizin katılır. Kendisinin hiçbir konuda bir fikri ve düşüncesi yoktur. Kendi kafası ile düşünemez. Çünkü bir fikir ve düşünce bilgi ile beslenir ve eğriye veya doğruya yönelir. Karar bilgi ve düşünce ile akıl süzgecinden geçirilerek verilir. Bilgi bilinç doğurur. Bilinç ise kararların isabetli olmasını sağlayan en önemli etkendir. Bu tipler kendiişleri ile ilgili okuyup, yazmazlar. Kim ne derse emme basma tulumba gibi kafalarını sallarlar.
NELER OLUYOR BÖYLE, NELER OLUYOR BİZE,
Ne oldu bize, Neler oldu böyle. Sevmez olduk birbirimizi. Kötü bakıyoruz karşımızdakine farkında mısınız? İnsani duygularımız köreldi. Geçirdikleri yangın felaketinden sonra komşu ülke vatandaşlarına “ Ateşiniz Bol Olsun “ diye mesaj gönderebilecek kadar uzaklaştık insanlıktan. Dindar görünüyoruz ama Müslümanlığın beş şartından başka diğer emirlerini umursamıyoruz. Yalan söylüyor, birbirimizin hak ve hukukuna dil ve el uzatıyoruz. Düşüncesi bizden farklı olan insanlara kem gözle bakıyor, kötü duruma düşmelerine seviniyoruz adeta. Aslında yaşamda ayağımıza takılan bütün taşları, yürüyeceğimiz yola kendimizin döşediğinin farkına çok geç varıyoruz. Onlar da fark edecekler ama iş işten geçtikten sonra. Sonuçta konu ne olursa olsun bizim gibi düşünmeyenlere hiç tahammülümüz kalmadı artık. Hepimiz Türk’üz sözünün anlamı halen aynı mı? Belli değil. Sabahın erken saatlerinde gazeteler şöyle bir bakmak gün boyu için mutsuzluk satın almaktan farklı değil. İlk sayfalarda yer alan Fetö haberleri içimizi burkuyor. Bu çirkin terör örgütü nasıl da işlemiş içimize? Kadın cinayetleri, çocuk istismarcılarının kirli yüzleri ülkenin gri bulutları misali kaplıyor içimizi. Dost geçinen ülkelerin ikiyüzlülüğü Ekonomi ve geçim derdi bile bunlardan sonra gelir oldu. İnsanlıktan çıktık diyeceğim ama ayıp olur. İnsani duygularımız köreldi demek daha uygun galiba. Yaşayanlar, hayatta olanlar bir tarafa ölülerimize de dil uzatır olduk. Bize bu ülkenin insanlarına iyi duygular yaşatan bu insanlara karşı vefa duygumuz da yok oldu sanki? Bu insani duyguyu neden yitirdik? Anlamak mümkün değil.
Bir İstanbul Rum’u, 2008 yılında yitirdiğimiz Heybeliada doğumlu bilim insanı Doç. Dr. Kriton Dinçmen’in sözleri: “ Ben vefa’yım. Korkmayın, sizi esir almayan bir borçtur vefa. İnsandaki karar serbestîsini bozmayan, aklınızı çelmeyen, sizin insan olma gururunuzdan bir şey çalmayan, kişiliğinizin yapısından ödün vermenizi istemeyen bir borçtur. Sizi insan yapan bir borçtur.”şeklinde tarif ediyor Vefa duygusunu.
Gazeteci yazar Rahmi Turan: Demirel için büyük bir Türkiye sevdalısıydı diyor. Atatürk’ü çok sever ve “Ben bir köy çocuğuydum. Cumhuriyet idaresi sayesinde okudum, genel müdür, başbakan, cumhurbaşkanı oldum. Bütün bunlar cumhuriyet sayesinde oldu. Yani cumhuriyet benim. Bunu büyük Atatürk’e borçluyuz” derdi. Demirel, yurt içi ve yurt dışı seyahatlerine, kendisine muhalif olan gazetecileri davet eder, onlara hiç kırgınlık göstermezdi. Bir yurt gezisi sırasında uçağın penceresinden Anadolu’ya bakarken “Bakın çocuklar…” demişti “Cumhuriyet kurulduğunda çok yoksulduk. Hemen hemen hiçbir şeyimiz yoktu. Her şey cumhuriyet idaresiyle başladı. Barajları, santralleri, fabrikaları hep Cumhuriyet idaresi yaptı. Bakın şu kiremitleri görüyor musunuz? Cumhuriyet işte bu kiremittir. Şu barajı görüyor musunuz? Cumhuriyet işte budur. Şu bacası tüten fabrikaya bakın. Cumhuriyet oradadır. Bugün, ülkemizde üretilen her şeyde Cumhuriyeti görürsünüz. Seversiniz, sevmezsiniz bu ülkede çeşitli devlet kademelerinde hizmet sunmuş bir insanın Cumhuriyete ve Cumhuriyet Yönetimine duyduğu saygıyı, vefa duygusunu gösteren sözleri bunlar.
Vefa duygusu üzerine bir anlatımı paylaşmak istedim sizlerle.
Yataktaki adam, başucunda bekleyen genç doktora:
- Allah senden razı olsun evladım! Dedi. Benim için yurtdışından zahmet edip buraya kadar gelmeni, yaşadığım sürece unutmayacağım. Ameliyat edilen kişi, büyük bir hastanenin başhekimiydi. Tedavisi ancak yurtdışında mümkün görülen hastalığı aniden artınca, doktor arkadaşları onun böyle bir yolculuğa dayanamayacağını anlamış ve kurtarma umudunun azlığına rağmen ameliyatı üstlenmeye karar vermişlerdi. Fakat o konuda sayılı bir uzman olan bu genç doktor nereden haber almışsa almış ve Hızır gibi yetişip onu kurtarmıştı.
Yaşlı doktor, kendisine yapılan bu iyiliğe nasıl mukabele edeceğini bilemiyor ve hemen yanında oturan genç adamın ellerini sıkarcasına tutuyordu. Hayata yeniden dönmenin sevinciyle hiç durmadan konuşurken:
-Ameliyat için beni bayılttığınızda, her nedense gençlik yıllarıma döndüm, diye devam etti. Henüz toy bir asistanken, anne karnındaki bir bebeğin ayaklarından sakat olduğunu anlamış ve ailesi, onu bu şekilde yaşatmaktansa öldürmeyi düşünürken, kalp atışlarının duyup kıyamamış ve doğumuna kadar gidişatını izlemiştim. O yavrunun yaşamasını istediğim için, Allah seni imdadıma göndermiş olmalı.
Genç doktor, ancak bir babanın evladına karşı gösterebileceği sıcaklıkla kavranan ellerini kurtarıp biraz geriye çekildi ve dizlerinden aşağısı "takma" olan bacaklarını gösterirken; Allah hiçbir iyiliği unutmaz efendim, diye gülümsedi. Kurtardığınız o çocuk bendim.
Yorumlar Tüm Yorumlar (30)